Amazonlardan İstanbul’a bir hidayet öyküsü

ADEM ÖZKÖSE

Üsküdar’da bir tevafuk sonucu tanıştığım Nuran Yılmaz Garcia ile röportaja başlamadan önce birazdan hayatımda karşılaştığım en ilginç hidayet öykülerinden birini dinleyeceğimi nereden bilebilirdim ki?

Almanya’da yaşadığı ilginç bir deneyimin ardından modern hayatın kendinden çaldıklarını tekrar elde etmek için Latin Amerika’ya doğru yola çıkan ve Brezilya’daki Amazon Ormanları’nda 6 ay boyunca yerlilerle bir arada yaşayan Garcia’nın yaşadıkları müthiş bir arayış ve yolculuk hikâyesi.

Dünyada çok az insanın yaşadığı bir tecrübeye sahip olan Garcia’nın yerlilerle ilgili anlattıkları, onlarla geçirdiği günler son derece ilginç.

Garcia Amazon Ormanları’ndan İstanbul’a uzanan hidayet öyküsünü şu cümlelerle ifade ediyor: “Zaman geçtikçe benim Latin Amerika’da aradığım yolun aslında İslam olduğunu fark ettim. Bütün yaşadıklarım sonu Müslüman olmakla nihayete erecek bir yolculuktu sadece…” Almanya’da seküler bir Türk ailenin kızı olarak dünyaya gelen Nuran Yılmaz Garcia’nın soy ismi ise sonradan İslam’a giren Brezilyalı bir mühtedi olan eski eşinden geliyor.


Sizi daha yakından tanımak istiyoruz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Ben aslında bir gurbetçi çocuğuyum. Ailem de 1973 yılında Almanya’ya gelmiş. Ben Almanya’da doğdum. Çocukluğum Münster şehri yakınlarındaki Drensteinfurt’da geçti. Burası nüfusunun tamamına yakını Almanlardan oluşan bir kasabadır. Benim ailem seküler bir Türk ailesiydi. Evimizde namaz kılındığını hiç görmedim. Bir Türk kültüründen bahsediliyordu ama din bu kültürün hiçbir yerinde yoktu. Böyle bir ortamda büyüdüğüm için din adına herhangi bir duygu veya düşünceye sahip değildim. Yoğun bir kimlik bunalımıyla birlikte inançsız biri olarak büyüdüm. 18 yaşıma gelince evden ayrıldım ve kendi başıma yaşamaya başladım. Üniversiteye gitmeden önce medya tasarım eğitimi aldım. Bu işi çok seviyordum ve liseyi bitirir bitirmez Almanya’nın Essen şehrinde iyi bir şirkette çalışmaya başladım. İşimde bir hayli başarılıydım ve çok iyi para kazanıyordum. Kendime ait evim, lüks eşyalarım vardı. Sürekli çalışıyordum ve çalışıp para kazanmak hayatımın tek gayesi haline gelmişti. Fakat zamanla hep daha fazla çalışıp kazanmanın insanı mutlu etmediğini hatta yavaş yavaş kendisinden uzaklaştırdığını hissetmeye başladım. Yine bir gün çalışmak için şirkete gittiğimde büyük bir kırılma yaşadım.

Nasıl bir kırılma?

Her gün yaptığım gibi şirkete gidip bilgisayarımın önüne oturmuştum. Çalışmaya başlamadan önce masamın üzerindeki bir şeyi incelerken sağ elimin bilgisayarın maosunda olduğunu adeta otomatik bir makine gibi kendi kendine çalıştığını fark ettim. Aklım ve ruhumla bilgisayarı kullanmıyordum. Tersine bilgisayar beni kendi kontrolü altına almıştı. Bu durumu fark ettiğimde dehşete düştüm. O kadar maddeye, paraya, çalışmaya önem vermiştim ki ruhumu ihmal edip adeta makinenin kölesi haline gelmiştim. Param ve çok iyi bir işim olduğu için kendimi hep güçlü bir kadın olarak hissederken birden ne kadar zavallı ve güçsüz olduğumu fark ettim. Yaşadığım bu hadise bana adeta bir ayna oldu ve içinde yaşadığım toplumun gerçek yüzünü de görmemi sağladı. Yaşadıklarımı benim için çok etkileyiciydi. Uzun uzun ağladım ve o gün şirketten istifa etme kararı aldım.

Daha sonra neler oldu?

İçinde yaşadığım ortam bana aslında kendimi ve insanlığımı kaybettirmişti. Yeniden kendimi bulmak istiyordum. Bu nedenle işimden ayrılıp bir arayışa girdim. Önce bir süre yoga yaptım. Daha sonra dağcılık gibi doğa sporlarıyla meşgul oldum. İçinde yaşadığım dünyanın iyi bir dünya olmadığını keşfettiğim için doğanın berraklığına dönmeye çalışıyordum. Makinenin, kapitalist dünyanın bizden aldığı her şeyle yeniden yüzleşmek, kaybettiklerimi yeniden kazanmak istiyordum. Hayatımı basitleştirme kararı aldım ve evdeki eşyalarımı, arabamı sattım.  Bu sırada alternatif tıp yöntemini keşfettim ve bu konuda eğitim almaya başladım. Yoğun şekilde farklı kültürlerdeki alternatif tıp yöntemlerini inceliyordum. Fakat benim asıl aradığım ruhumun şifasını bulmaktı. Kazandığım her şeyimi satıp yola çıkmaya karar verdim. İçimde yolların bana şifa olacağına dair güçlü bir duygu vardı. İyi bir sırt çantası alıp Latin Amerika’ya doğru yola çıktım. Latin Amerika’ya doğru yola çıkmamın bir diğer nedeni de Amazon’daki yerli kabilelere ulaşıp orada alternatif tıp yöntemleri üzerine araştırma yapmaktı. Ayrıca modern dünyada bulamadığım huzuru yerlilerin arasında bulacağımı umuyordum. İçimde yoğun şekilde maddenin, sürekli kazanmanın tanrılaştırıldığı modern dünyadan arınma isteği vardı.

Latin Amerika’da önce hangi ülkeye gittiniz?

İlk olarak 2001 yılında Peru’ya gittim ve Peru’nun başkenti Lima başta olmak üzere birçok şehirde bulundum. Machu Picchu bölgesinde İnkalara ait yerleşim bölgelerini inceledim. Peru’da toplam 3 ay kaldım; fakat Peru’yu pek sevemedim.

Niçin sevemediniz?

Peru’da yoğun bir Batı özellikle de ABD kültürü etkisi vardı. Ben zaten asıl bu kültürden kaçıyordum. Peru’dan daha saf ve doğal bir ortam bulurum umuduyla bu sefer Bolivya’ya geçtim. Bolivya’yı Peru’dan daha çok sevdim. Bolivyalılar modern dünyadan uzak kaldıkları için doğallıklarını da kaybetmemişlerdi. Orada çok güzel günler geçirdim. Başkent La Paz başta olmak üzere farklı şehirlerde toplam 6 ay yaşadım. Hatta bir süre insanlar tarafından işkence edilmiş, yaralanmış maymunların tekrar hayata kazandırılması için kurulan bir merkezde çalıştım. Burası şehirlerden tamamen uzak ormanlık bir yerdi. Ben de tahta bir evde son derece basit şartlarda doğanın içinde yaşadım. Burada insanların hayvanlara ne tür kötülükler yaptıklarını daha iyi gördüm ve sürekli ilerlediği iddia edilen dünya ile ilgili içimdeki sorgulamalar daha da yoğunlaştı. Tabiata, hayvanlara yaptığımız kötülükler nedeniyle içimi büyük bir utanç kapladı.   

Latin Amerika’da bir bayan olarak tek başınıza yolculuk yapmak zor değil mi? Hiç tehlikelerle karşılaştınız mı?

Latin Amerika’nın doğal kültürünün korunduğu ülkelerde hiçbir tehlikeyle karşılaşmazsınız. Buralarda insanlar sıcak ve yardımseverdir. Fakat Brezilya özellikle de San Paulo gibi şehirlerin bazı bölgeleri oldukça tehlikelidir. Latin Amerika ülkelerinde yaşanan sıkıntıların temelinde de aslında Batılı sömürgeci güçlerin arkalarında bıraktıkları siyasi ve kültürel mirasın büyük etkisi var.

Bolivya’dan sonra nereye gittiniz?

Bolivya’da 6 ay geçirdikten sonra bu sefer de Brezilya’ya geçtim; fakat Brezilya beni ilk başlarda çok sıktı.

Niçin?

Brezilya’nın birçok şehri de tıpkı Batı’nın şehirleri gibi kapitalizme teslim olmuştu. Bu ortamdan kurtulmak ve bazı alternatif tıp yöntemlerini öğrenmek için ezoterik bir tarikatın merkezinde kalmaya başladım. Bu tarikat birçok dinin manevi yönlerinin birleşmesiyle oluşturulmuş bir gruptu.  İsmi Figueira Işık Topluluğu olan bu grubun başında Jose Trigueirinho Netto isminde Brezilyalı bir guru vardı. Minas Gerais eyaletinin iç kesimlerindeki ormanlık bölgede bulunan merkez erkek ve kadınların ayrı kaldıkları, cinselliğin yasak olduğu manastıra benzer bir yerdi.  Ekmekten gıdalara kadar her şey burada üretiliyor ve sadece doğal ilaçlar kullanılıyordu. İnançları, özellikle de başlarındaki guruya insanüstü anlamlar yükleyip ona secde etmeleri bana saçma geldi. Ben secde etmekten kaçınıyordum; fakat burada 2 ay kalıp alternatif tıp üzerine eğitim aldım. Daha sonra Brezilya’nın başkenti Brasilia’ya gittim. Başkentte Amazon Ormanları’ndaki yerlilerle ilgilenen, onları koruyan bir dernek vardı. Bu derneğe gidip dernek sorumlusu olan bir kadından yerlilerle görüşebilmek için bir izin belgesi aldım. Günlerce süren bir otobüs yolculuğunun ardından önce Rio Branco’ya ulaştım. Burası Acre eyaletinin başkentiydi ve Amazon Ormanları’na giriş bölgesiydi. Buradan bir arabayla ormanlarla sınır olan bölgeye doğru gittim. Yerlilerle görüşmek için biraz beklemem ve bu süre içinde gerekli bağlantıları kurmam gerekiyordu. Bu nedenle önce ormanların girişindeki bölgede kalmaya başladım.

Burada kiminle birlikte kalıyordunuz?

Burada Alman asıllı fakat Brezilya’da yaşayan bir bayanla kaldım. Kaldığımız yer bir kilisenin bahçesiydi. Basit bir evde yaklaşık 3 ay kaldım ve burada da yine şifalı bitkiler üzerine yaptığım araştırmalara devam ettim. Fakat bitkileri tanıdıkça bitkilerin üstünde bir gücün olabileceğini, şifanın bitkilerden değil; bu güç tarafından verilebileceğini düşünmeye başladım. Bitki aramak için Amazon Ormanları’na her girişimde evreni yaratan büyük bir güç olabileceğine dair düşüncem artıyor ve dev ağaçlar, ormandan gelen sesler içimde bu güce yönelip dua etme isteği oluşturuyordu. Bu sırada başta İslam olmak üzere dinlerle ilgili araştırmalar yapmaya da başladım. Hatta internetten namazın nasıl kılınacağını, duanın nasıl yapılacağını da inceledim. Burada geçirdiğim 3 ayın sonunda yerlilerle irtibatları olan bir aile ile tanıştım. Onlardan beni Amazon Ormanları’nın derinliklerinde yaşayan yerlilerin yanına götürmeleri için yardım istedim. Onlar da birkaç gün sonra başka bir yerli ailenin kanolarla yola çıkacağını, eğer istersem onlarla birlikte yerlilerin yanına gidebileceğimi söylediler. Bu haberi duyunca çok sevindim. Yola çıkmadan önce uzun zamandır görüşmediğim annemi aramaya karar verdim. Annemi arayıp ona Amazon Ormanları’ndaki yerlilerin yanına doğru yola çıkacağımı söyledim. Annem hiç beklemediğim bir şekilde, “Ben de senin yerinde olsaydım aynısını yapardım. Hayallerinin peşinden git ve hayallerini gerçekleştirmeden geri dönme” dedi. Annemin bu cümleleri bana büyük bir moral verdi. Başıma gelebilecek tehlikeler gözümde küçüldü ve tereddütlerimi arkamda bırakıp ormanların derinliklerindeki yerlilerin yanına doğru yola çıkmak için hazırlıklara başladım.

Yerlilere ulaşmak için kaç gün yolculuk yaptınız?

Bir kanoyla yola çıktık ve 5 gün Amazon Ormanları’nın içindeki nehirlerde yolculuk yaptık. Akşamları ormanda karşılaştığımız kabilelerin misafiri oluyorduk ve gündüzleri tekrar yola çıkıyorduk. Ulaşmak istediğimiz nokta en uçta yaşayan modern dünya ile hiçbir şekilde karşılaşmamış yerlilerin kaldıkları bölgeydi. Bu yolculuk hayatımın en ilginç deneyimlerinden biri oldu ve Amazon Ormanları’nın içinde sakladığı birbirinden güzel ağaçları, bitkileri görme imkânı buldum. Ayrıca son zamanlarda düşünmeye başladığım o büyük gücü daha fazla hissediyordum. Bu 5 günün sonunda en uç bölgede yaşayan yerli kabilenin yaşadığı bölgeye ulaştık. Burası Bolivya ve Peru sınırına yakın bölgelerdi.  Buradaki insanlar da ormanın içinde doğmuş ve hayatları boyunca buradan çıkmamış yerlilerdi.

Siz dünyada bu insanlarla bir araya gelmiş, onlarla yaşamış az sayıda insandan birisiniz. Bu nedenle bize yerli kabileleri, onların hayatlarını anlatmanızı rica ediyorum. Örneğin bir dini inançları var mıydı? Hayatlarını nasıl sürdürüyorlardı?

Yerlilerin yaşadıkları yerde modern dünyaya ait hiçbir eşya yoktu.  Ağaç ve bambudan yapılmış küçük barınaklarda kalıyorlardı. Ekmek kullanmıyorlardı ve yaşamlarını yabani hayvanları, nehirlerdeki balıkları avlayıp ormandan bitki ve meyve toplayarak sürdürüyorlardı. Vücutlarının sadece bir kısmı kapalıydı. Din olarak Şamandılar ve ruhlara inanıyorlardı. Kendilerine ait duaları, ortak yaptıkları ibadetleri vardı. Her kabilenin bir lideri ve bir de din adamı yani Şaman’ı bulunuyordu. Bir sorunla veya hastalıkla karşılaştıklarında yerliler liderlerine veya bu Şaman’a gidiyorlardı.    

Burada sizden başka yerlilerin dışında bir yabancı var mıydı?

Kimse yoktu, ben yabancı olarak tektim.

Yerlilerin arasında günleriniz nasıl geçiyordu?

Ben daha çok alternatif tıp konusunda kendimi geliştirmeye çalışıyordum. Bir taraftan yerlilerden bazı bilgiler öğrenirken diğer taraftan da hasta olan yerlileri tedavi ediyordum. Tedavi konusunda önceden sadece bitkilere güvenirken artık bitkilerle birlikte evreni yarattığını düşündüğüm o büyük güce de dua ediyordum.

Kendi aranızda anlaşmak için hangi dili kullanıyorsunuz? Ayrıca Amazon’daki yerlilerin arasında toplam ne kadar kaldınız?

Ortak konuştuğumuz herhangi bir dil olmadığı için daha çok vücut diliyle anlaşmaya çalışıyorduk.  Amazon’da yerlilerin arasında toplam 6 ay kaldım.  Günler geçtikçe tüm insanları yaratan büyük gücün varlığına daha da fazla inandım. Gördüklerim, yaşadıklarım asla tesadüf olamazdı. Her şeyi yöneten büyük bir güç vardı ve Amazon Ormanları’nda bazı zamanlar namaz kılıp dua etmeye başlamıştım.

6 ay yerlilerle kaldıktan sonra nereye gittiniz?

6 ayın sonunda bayağı zayıflamıştım ayrıca vücudumda bazı yaralar çıkmıştı. Yerlilerin yanından ayrıldıktan sonra öncelikle bir süre kendimi toparlamaya çalıştım. Pasaport sürem geçmişti ve ülkede artık kaçak olarak kalıyordum. Amazon Ormanları’ndan çıktıktan kısa bir süre sonra polisler beni yakaladılar ve Brezilya’dan sınır dışı ettiler. Ben de toplam 15 ay Latin Amerika’da kaldıktan sonra Almanya’ya geri döndüm.

Amazon Ormanları’nda namaz kılıp dua etmeye başladığınızı söylemiştiniz. Artık kendinizi Müslüman olarak mı görüyordunuz?

Hayır, Müslüman değildim. Fakat namaz kılmak ve dua etmek psikolojime iyi geliyordu. Evreni aşan büyük bir güce inansam da bu büyük gücün nasıl olduğunu bilmiyordum.  

 

Almanya’da hayatınız nasıl devam etti?

Almanya’ya döndükten sonra Berlin’de bir Alman arkadaşımla birlikte kalmaya başladım ve bu süre içinde İslam’la ilgili araştırmalarımı da sürdürdüm. İlk olarak Müslüman sufi gruplarıyla tanıştım; fakat Berlin’deki sufi gruplarını beğenmedim. Bu arada alternatif tıp konusundaki çalışmalarımı devam ettirmek istiyordum. Yaptığım araştırmalarda Pakistan’daki Çişti Tarikatı mensuplarının da alternatif tıpla uğraştıklarını öğrendim. Bu nedenle Pakistan’a gitmeye karar verdim. Fakat Pakistan’a gitmeden önce bir süreliğine de olsa Türkiye’ye uğrayıp İstanbul üzerinden Pakistan’a gidecektim. Yol planımı bu şekilde yaptım ve 2004 yılında Türkiye’ye geldim.  

İstanbul’a geldikten sonra neler yaşadınız?

İstanbul’da da elimden geldiğince İslam’ı araştırmaya devam ettim. Bir gün Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne gittim. Burada bir kadınla tanıştım, bu kadın İslam’ı araştırdığımı fark edince beni bir hocanın yanına götürdü. Bu hocanın ismi Hasan Kamil Yılmaz’dı. Hocaya yaşadıklarımı, hikâyemi anlattım. O da bana “kızım seni birisiyle tanıştırmak istiyorum” dedi ve beni Osman Nuri Topbaş Hoca’nın yanına götürdü. Osman Nuri Topbaş Hocaefendi bana Türkiye’yi ve İslam’ı tanımayı, bunun için de İstanbul’da kalmayı teklif etti. Osman Hoca ve etrafındakilerin emin ve güvenilir insanlar olduklarını hissettim ve Osman Hoca’nın teklifini kabul ettim. Böylece beni daha çok yabancı öğrencilerin kaldıkları Hüdai Vakfı’na bağlı bir yurda yerleştirdiler. Bu yurttaki kız öğrencilerin çoğu sonradan Müslüman olan mühtedilerden oluşuyordu. Onlarla birlikte önce Türkçe dersleri aldım, çünkü dilimi unutmuştum. Daha sonra da akaid, fıkıh gibi derslere katılmaya başladım. İslam’ı öğrendikçe aradığım o büyük gücün İslam’ın Allah’ı olduğuna ikna oldum ve sonunda Müslüman olmaya karar verdim.

Müslüman olduktan sonra nasıl bir yol izlediniz?

Müslüman olduktan sonra 1 yıl İslami eğitim gördüm ve benim gibi sonradan Müslüman olan Brezilyalı bir mühtedi ile evlendim. Birlikte Brezilya’ya gidip 7 yıl boyunca San Paulo’nun gettolarında Brezilyalılara yönelik bir taraftan sosyal projeler yürüttük diğer taraftan da tebliğ çalışmaları yaptık. Şükrolsun bu 7 yıl boyunca çok iyi sonuçlar elde ettik. 2 yıl da Arapça öğrenmek için Şam’da kaldık ve Suriye’deki çatışmalar başlayınca Şam’dan ayrıldık. Daha sonra alternatif tıp konusunda Amerika’da da özel hocalardan dersler aldım.  Şu anda ise alternatif tıp alanında İstanbul’da hastalarıma danışmanlık yapmaya devam ediyorum.      

Gerçekten çok ilginç bir yaşam hikâyeniz var. Sizi heyecanlı bir filmi seyreder gibi dinledik. Röportajın sonunda neler söylemek istersiniz?

Zaman geçtikçe benim Latin Amerika’da aradığım yolun aslında İslam olduğunu fark ettim. Bütün yaşadıklarım sonu Müslüman olmakla nihayete erecek bir yolculuktu sadece… Özellikle Amazon Ormanları’nda geçirdiğim günler bana yeryüzünde gördüğümüz veya şifa olarak sarıldığımız her şeyin üstünde büyük bir gücün olduğunu öğretti. İslam insanın tüm arayışlarının varacağı son noktadır. Kur’an ve Sünneti öğrenip yaşamaya çalışan bir Müslüman bu dünyada kendisine etkili bir yaşam çizgisi oluşturabilir. Allah insana bir hayat bahşeder, insan da bu hayatı ancak İslam’ı yaşayıp iradesini iyi bir şekilde kullanırsa güzelleştirebilir. Yıllardır şifa peşinde koşan biriyim ve bu röportajı okuyan herkese son olarak gerçek şifanın “Allah’ı gerçek anlamda tanımak” olduğunu söylemek istiyorum.