HAKSÖZ-HABER
15 Aralık 2012 Cumartesi günü saat 19.30’da başlayan ve Amasya İl Özel İdaresi Düğün Salonunda gerçekleştirilen panele konuşmacı olarak Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan KAYA ile İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Sekreteri Yaşar KUTLUAY katıldı.
Panele İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Bülent YILDIRIM’ın katılması planlanmıştı. Ancak, Bülent YILDIRIM’ın son anda ortaya çıkan acil bir yurt dışı görevi nedeniyle, yerine İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Sekreteri ve Başkan Vekili Yaşar KUTLUAY katıldı.
Panelin sunuculuğunu Alanur BENLİ yaparken, Özgür-Der Amasya Temsilcisi Serdal BENLİ yönetti. Yoğun ilginin olduğu panele, Çorum Merkez ve Alaca İlçesi ile Erbaa ve Havza’dan dinleyicilerinde katıldı.
Panel Fatih AKGÜN tarafından Kur’anı Kerim ve meali okumasıyla okunmasıyla başladı.
Ardından Suriye intifadası konulu bir sinevizyon gösterimi sunuldu.
Panel yöneticisi Serdal BENLİ, Suriye halkına yardım amacıyla Özgür-Der Amasya Temsilciliği, Hızır-Der ve İHH tarafından müştereken düzenlenen ve 22 Aralık 2012’ye kadar devam edecek olan yardım kampanyası hakkında bilgi verdi.
Kampanyaya katılımın kuru gıda, kullanılmamış giysi, un, battaniye, katalitik soba ve nakit olarak yapılabileceğini; yardımda bulunmak isteyenlerin kendisine ait 0.533.7257174 nolu telefondan bilgi alabileceğini söyleyen BENLİ, tüm Amasya halkını kampanyaya destek vermeye davet etti.
Panel yöneticisinin panelistleri kısaca tanıtmasıyla başlayan panelde ilk konuşmacı Rıdvan KAYA özetle şunları söyledi:
Bir zamanın içinde bir hayat yaşıyoruz. Bir menzilden bir menzile doğru yolculuğumuz sürüyor. Yolculuğun bir zamanla sınırlı olduğunu ve mutlaka son bulacağını biliyoruz. Ve yine sürdürdüğümüz bu yolculuğun bir hedefe doğru olduğunun da farkındayız. Bir gün bu sefer bizim için de sona erecek ve dönüp ne yaşadığımız hayata bakacağız. Hayatımızın tümünde ne yaptığımızdan ve ne yapmadığımızdan sorumlu tutulacağız. Yani nasıl bir yolculuk yaptığımız, kimlerle ve nereye doğru yol aldığımız, hesap günü elde ettiğimiz sonucu belirleyecek.
Vahyin kılavuzluğunda yapılan yolculuğun felaha – gerçek kurtuluşa, vahiyden uzak koşuşturmaların ise insanı dalalete sürüklediğini biliyoruz. İslam bizatihi bir lütuftur. Bizi sıradan bir yaratık olmaktan, bir beşer olmaktan çıkarıp insan kılan, bizi yücelten bir hidayet kaynağıdır. Onunla hayatımız anlam kazanır, ona uyduğumuz oranda sonsuz ahiret mutluluğunu kazanırız. İslam’la kimlik, kişilik, izzet ve şeref sahibi oluruz.
Hayata ve olaylara, etrafımızda yaşanan gelişmelere sahih, adil, merhametli bir gözle bakma imkanını yakalarız. Ve aynı zamanda sorumlu ve kuşatıcı bir bakış açısı elde ederiz. Ve böylece her gün yanı başımızda, çevremizde, yeryüzünde yaşanan acı olaylara boş gözlerle bakma ayıbına ortak olmayız.
Bazen şunu düşünürüm, acaba biz hep böyle acılarla kavrulmaya mahkum muyuz? Neden hep sıkıntılarla boğuşuyoruz? Neden gündemimizde hep acılar, yokluklar, zulümler, katliamlar var? Neden biz de başka insanlar gibi hoşça vakit geçiremiyoruz?
Ve sonra şunu düşünürüm Allah’a hamd olsun, bu acıları, bu hüzünleri hissedebiliyoruz. Ya tersi olsaydı! Filistinli kardeşimin acısını, Suriyeli kardeşimin ızdırabını televizyonlarda boş gözlerle seyredenlerden olsaydık, şahit olduklarımız içimizde bir sıkıntı, bir sorumluluk hissi doğurmasaydı, ne felaket olurdu değil mi?
Hamd ediyoruz, bize kardeşlik duygularını bahşeden Rabbimize! Kardeşlik, acıyı paylaşmak, kedere ortak olmak, sevgiyi çoğaltmak demektir. Kardeşlik sahip çıkmak, bütünleşmek demektir.
İşte birbirlerine karşı bu şekilde olmaları gereken insanlardır Müminler. Kardeşlerinin, diğer müminlerin ve tüm insanların acılarını, sıkıntılarını, maruz kaldıkları zulüm ve ızdırabı içlerinde hissetme ahlakına ve onuruna sahip insanlardır.
Bu yüzden sakın kardeşler, sakın sorumluluk duygumuzun, kardeşlik bilincimizin bizlerde oluşturduğu hisler asla yük gibi algılanmasın, kendisinden kurtulmak gereken bir fazlalık gibi değerlendirilmesin. Bilakis bizi biz yapan, bizi insanlar içinde şerefli kılan değerlerdir bunlar.
Kardeşler bizler bir Ümmetiz! Kimliğimizi basit, süfli veriler etrafında oluşturmayan, bilakis değerli olanla, en değerli olanla, ancak Rabbimizin rızasına uygun olanla, yani iman temelinde kimliğimizi tanımlayan Müslümanlarız!
Şu veya bu etnik kökenden gelmemiz, şu veya bu coğrafyada doğmuş olmamız değildir bizi biz yapan şey! Bu yüzden Türklüğümüzle, Kürtlüğümüzle, Arap ya da Çingene olmamızla ne övünür ne de yeriniriz. Tüm bunların Rabbimizin takdir ettiği doğal kavmi mensubiyetler olduğunu biliriz.
Kadın olmanın erkek olmanın, genç ya da yaşlı olmanın, şu veya bu meslek mensubu olmanın bir üstünlük kriteri olmadığını biliriz. Üstünlüğün ancak takva ile olduğuna iman eder, takva dışındaki hiçbir ölçünün bizi arzuladığımız ilahi rızaya kavuşturmayacağını kabul ederiz.
Bu yüzden ufkumuzu Anadolu coğrafyasıyla ya da Misakı Milli denilen sınırlarla çevrelemeyiz! Tüm İslam coğrafyasını kendimizin biliriz. Ayrım gözetmeksizin İslam beldelerinin tümünü vatanımız kabul ederiz. Gazze’yi Halep’ten, Humus’u İstanbul’dan, Amasya’dan, Diyarbakır’dan ayrı görmeyiz. Müslümanların yaşadığı her yer bizimdir, orada yaşanan acılar bizim acılarımız, sevinçler, zaferler bizim mutluluğumuzdur. Bu bilinçtir ki, savaşta olmalarına rağmen Suriye - Halepli gençleri, İsrail bombaları altındaki Gazze ile dayanışma eylemine sevk ederken; Gazze’li Müslümanları kendi acılarını unutup Suriye halkının kurtuluşu için duaya sevk eder.
Her ne kadar sömürgeciler yüz yılın başında coğrafyamızı bölüp parçalamış olsa da, yüreğimizde, zihnimizde İslam toprakları bir bütündür; ayrılığı, bölünmeyi, kardeşliği zaafa uğratan sınırları tanımayız. Çünkü biz Müslümanız, tek bir Ümmetiz!
Fussilet suresinde denildiği üzere “ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel bir sözün olamayacağına” iman ederiz. İşte bu yüzden çocuklarımıza her sabah zorla söylettirilen “Ne mutlu Türküm Diyene” ifadesinin açık bir dayatma ve zulüm olduğu gibi, içi boş bir söz olduğunu da biliriz. Çünkü biz kimliğimizi şu veya bu etnik kavmiyet temelinde tanımlamayı değil, kim olduğumuz sorusuna “Elhamdulillah Müslümanım” sözüyle cevap vermeyi ve bu söze uygun yaşamayı şiarlaştırmışızdır.
Ne yazık ki, yaşadığımız ülkede geniş kitlelerin zihinleri ulusçu, kavmiyetçi, asabiye duygularıyla kirletilmiştir. İnsanımızın fıtratı bozulmuştur. Ülkelerindeki zulümden, katliamdan kaçıp buraya sığınan mazlum insanlara karşı birilerinin nasıl bir düşmanlık içerisine girdiğini hep birlikte yaşadık, gördük.
Mazlumlara sığınak olmayı yük ulusal bütçeden alacakları payın azalması olarak algılayıp tepki gösterenlere şahit olduk. Şüphesiz insanlık adına, vicdan adına çok acı ve yürek burkan manzaralar olmakla birlikte bu durumun şaşırtıcı olduğunu söyleyemeyiz. On yıllardır zihinleri ulusçu, bölgeci, cahili anlayışlarla kirletilmiş, İslam’dan, Ümmetten uzaklaştırılmış insanların başka nasıl tepki vermelerini bekleyebilirdik ki? Ve unutmayalım ki, İslami hassasiyetleri köreltilmiş, Allah rızasını amellerinin merkezine koymaktan uzaklaşmış insanların gelebilecekleri nokta ancak burası olur. İslamlığını yitiren kaçınılmaz olarak insanlığını yitirir, merhamet duygularını kaybeder.
Buna karşın Müminler ise elerinden geldiğince kardeşlerine sahip çıkma cehdi içinde olmuşlardır her zaman. Bu yüzden Bosna, Gazze, Somali, Arakan, Suriye ayırt etmeksizin kardeşlerinin acılarını paylaşma azmini göstermişlerdir.
Bu yüzden örneğin Mavi Marmara bu ülkenin insanlarının gelecek nesillere bıraktığı ve tüm dünya halklarına verdiği çok özlü bir mesaj olarak tarihe geçmiştir. Bedel ödemeyi göze alarak kuşatma altındaki Müslümanların yardımına giderken kardeşlik vazifesinin ne manaya geldiğini beyan etmiştir.
Mavi Marmara’nın bir başka hususiyeti de şudur ki, bu ülkede yaşanmakta olan ulusçu cahiliyenin, yakıcı bir soruna dönüşmüş bulunan Kürt sorununun gerçek manada nasıl çözülebileceğine ışık tutmuştur. Bakın 9 şehide! Her biri Siirt, Diyarbakır, Adıyaman, Kayseri, Adana, İzmir, İstanbul gibi memleketimizin farklı yörelerinden, 9 mümin. İman kardeşliğinin insanları nasıl bir ve bütün kıldığının ifadesi olmuştur adeta.
Rabbimiz kitabında pek çok ayette Müminlerin vasıflarını sayar. Şura süresinin 36-39. ayetlerini bir kere daha hatırlayalım: “Rabblerine tevekkül edenler”, “büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar”, “namazı kılanlar, infak edenler ve aralarındaki işlerinde istişareyi esas alanlar” “zulme ve saldırıya karşı topluca karşı koyanlar” şeklinde tanımlanıyor Müminler. Bugün İslam coğrafyasının muhtelif beldelerinde kardeşlerimizin büyük bir zulüm ve saldırıya maruz kaldıkları ortada. Öyleyse okuduğumuz ayetin bize yüklediği görev, sorumluluk üzerinde tefekkür edelim, istişare edelim ve gereğini yapalım.
Ortadoğu bugün Rabbimizin izni ve bereketiyle ayağa kalkmış, zulme ve zillete isyan etmiştir. Zeynelabidin zalimi, mübarek diktatörü, Kaddafi delisi tarihin çöp tenekesine atıldılar çoktan. Kardeşlerimiz nefes aldı, izzete kavuştu. İnşallah bu süreç devam edecek. Sürecin Müslümanlar için hayırlar, bereketlerle ilerlediğini görüyoruz.
Bilhassa Suriye’de çok onurlu bir direnişe şahitlik ediyoruz. İnsanlar iki yıla yakın bir zamandır tanklarla, bombalarla, roketlerle katliama uğramalarına rağmen izzetle direniyorlar. Geri adım atmıyorlar. Resulullah’ın (s) “Cihadın en efdali zalim sultana karşı hakkı haykırmaktır” buyruğunu yerine getiriyorlar.
Yine bunca vahşete rağmen yardımı sadece Allah’tan beklediklerini haykırıyorlar.
Unutmayalım, kardeşlerimize sahip çıkarsak, kardeşliğimizin gereğini yerine getireceğiz. İslami kimliğimize sahip çıkacağız, kendimize sahip çıkacağız. Onurumuza sahip çıkacağız.
Şunu bilelim ki, zulme karşı direnen Müslümanlardan yana tavır almamız, onlarla dayanışma içinde olmamız bir iyilik, bir lütuf değildir, bir sorumluluktur, vazifedir.
Kısacası yanı başımızda, gözümüzün önünde zulme karşı çıktıkları için katledilen, hapsedilen, sürgün edilen kardeşlerimizin yanında yer almak, zalim Baas rejimine karşı durmak, elimizle, dilimizle, malımızla ve yüreğimizle zalimlere karşı mazlumları desteklemek borcumuzdur.
Müslümanlar kardeşlerine sahip çıkmalı, onları NATO’nun, Birleşmiş Milletlerin, Arap Birliği ve benzeri kuruluşların insafına bırakmamalıdırlar, bırakmamalıyız. Allahu Ekber diye haykıran kardeşlerimizin sesini yükseltmeliyiz, zulme karşı direnişi çoğaltmalıyız.
Ne mutlu zulme karşı direnenlere,
Ne mutlu zalimlerin karşısında, mazlumların yanında saf tutanlara!
İkinci konuşmacı Yaşar KUTLUAY ise özetle şunları söyledi:
21 yaşında İHH adına savaşan Bosnalılara yardım götürmek için Bosnaya gittiğimde, 6 aylık bir Bosnalı bir bebeğin elleri ile ayaklarının Sırplarca kesilmiş olduğu gördüm ve orada şunu anladım. Zalim her yerde aynı zalim. Bazen sırp, bazen Amerikalı, bazen Suriyeli Esed oluyor. Her zaliminde kendini haklı çıkartıcı mazeretleri var ama, hiç biri kadın ve çocukların katledilmesini ve kadınlara tecavüz edilmesini meşrulaştıramaz.
Ümmete karşı görevlerimiz konusunda ciddi bir vurdum duymazlık içindeyiz. Halkımızın ekserisi bu konuda en ufak bir sorumluluk hissetmezken, sorumluluk hissedenlerde yeterince çaba ve gayret göstermiyorlar. Sadece para göndermek, konuşmak, bağırıp çağırmakla sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmiş olmayız. Önce elimizle, mümkün olmuyorsa dilimizle, buda mümkün değilse kalbimizle buğz ederek ümmetimize zulmeden zalimlerin zulmünü engellemeye çalışmalıyız. Lakin halkımızın büyük bir kısmı buğz bile etmiyorlar.
Ahiret hesabında bu alanda yaptıklarımızdan değil, yapabileceğimiz halde yapmadığımız şeylerden hesaba çekileceğimizi unutmamalıyız. Yapabileceğimiz halde yapmadığımız her şey bizim suçumuz ve günahımızdır.
Bu gün başta Suriye olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerindeki Müslümanlara ve hatta Müslüman olmayan mazlumlara yapılan zulümleri gazete, radyo ve televizyonlar vasıtasıyla duyuyor ve görüyorken, bu zulümleri durdurmak ve mazlumların yaralarını sarmak için elimizden gelebilecek şeyleri yapmamak, bize günah olarak yeter de artar bile.
Bir an önce tüm islam ümmetinin bir vücut gibi olduğunu idrak ederek, topluca ayağa kalkarak zalimlere karşı koymalıyız. Genelde batılı olan zalimlerin böyle yaptığını, bizlere karşı tek bir vücut gibi hareket ettiğini görmeliyiz.
Bu gün Ortadoğu da arap baharı değil, arap inkılabı vardır. Bu inkılap geç kalmış bir kıyam olup, arkasında batı komploları aramak yersizdir. Bizler bu inkılabın ardından batı komplosu aramak yerine, niye şimdiye kadar ümmet olarak bu zulümleri engelleyip, bu zalimleri bertaraf edemediğimizi sorgulamalıyız. Bu görevi yerine getirmemiş olmamızın ezikliğini duymamız gerekirken, inkılaba kıyam eden Müslümanları batının oyununa gelmekle suçlamak çok çirkin bir tutumdur.
Müslümanlar tarih boyunca Müslüman olmayan zalimlerden çektikleri kadar ve hatta bazen daha fazla ismi Müslüman olan zalim kişi ve yöneticilerden çekmişlerdir. Bu günde Esed adındaki ismi Müslüman olan zalim ve başında bulunduğu islam düşmanı baas rejimi, Suriye Müslümanlarına kafirlerin bile yapmayacakları katliam ve vahşet uyguluyor. Bizler ise hemen yanı başımızda her gün onlarca Müslüman katledilir, yüzlercesi vahşi işkencelere tabi tutulur ve binlercesi yokluk içinde kıvranırken; sanki bir film seyrediyormuş gibi tepkisizce, bir an önce bunların bitmesini bekliyoruz sadece.
Bu gün dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, Filistin – Gazze’de de katliam söz konusu. Lakin Esed rejiminin Suriye halkına uyguladığı katliam ve vahşet hepsini geçmiş durumda. Yavura yapılmayacak zulüm Müslümanlara yapılıyor, Müslüman ismi taşıyan zalimlerce. Bizler bu zulümlere dair gerçekleri mazlum Suriye halkından öğrenmek yerine, zalimlerin ve kafirlerin yanıltıcı ve mazlumları suçlayıcı yalan sözlerine ve haber denilen propagandalarına inanıyoruz.
Suriyede mezhep çatışması yada batı komplosu yok. Zalim bir rejimin zulmüne karşı kıyam eden – ayaklanan mazlumlar var. Bu mazlumlar öldürülüyor, hapishanelere kadın erkek demeden çıplak olarak atılıp, işkenceler ve açlıkla inletiliyorlar. Çocukların bacakları matkapla deliniyor, insanların baş ve kolları elektirikli testerelerle kopartılıyor. Suriye de çocuklara dahi işkence yapılıyor, kadınlara tecavüz ediliyor, erkekler yargısız infaza tabi tutuluyor. Peki bizler aynı ümmetin fertleri olan ve hemen yanı başımızda olan bu kardeşlerimiz için ne yapıyoruz?
Oysa yapabileceğimiz çok şeyler var. Her birimiz mutlaka yapabileceğimiz şeyleri yapmaya gayret etmeliyiz. Aksi halde biz de bir gün aynı zulümlerle karşılaşabiliriz. Karşılaşmasak bile ahirette bu vurdum duymazlığımızın karşılığını ateş olarak mutlaka görürüz.
Panelin ikinci bölümünde konuşmacılara yazılı olarak yöneltilen sorular cevaplandırıldı.
Saat 21.30 civarında sona eren panelin ardından, panelistler ve arzu eden dinleyicilerle Özgür-Der Amasya Temsilciğine geçildi. Burada panelistlere sorulan sorulara cevaplar verildi ve saat 23.30 civarında program sona erdi.