Amasya’da “Kur’an Şairi Mehmet Akif Ersoy” Semineri

Özgür-Der Amasya Temsilciliğince “Kur’an Şairi Mehmet Akif Ersoy” Konulu Konferans Düzenlendi.

8 Mart Cumartesi günü saat 19.30’da başlayıp, Amasya Belediyesi Düğün Salonunda gerçekleştirilen, özellikle lise ve üniversite talebelerinin yoğun ilgi gösterdiği gözlenen konferansa, konuşmacı olarak Şair – Yazar Metin Önal MENGÜŞOĞLU katıldı.  

Kur-an’dan şairlerle ilgili 26.Şuara Suresi 221’den 227’ye kadar olan ayetler ile meallerinin okunmasıyla başlayan program, Özgür-Der’in tanıtımı ile İHH – İnsani Yardım Vakfının Suriye’ye yönelik faaliyetlerinin ele alındığı iki sinevizyon gösterimi ile devam etti.

Ardından, “Müstesna Şair Mehmet Akif” isimli bir kitap çalışması da bulunan Şair ve Yazar Metin Önal MENGÜŞOĞLU konu ile ilgili olarak özetle şunları söyledi.

Bu memlekette herkesin bir Akif’i, bir Akif anlayışı var. Ben gerçek Mehmet Akif’i ortaya koyabilmek için, O’nu 3 yönden incelemek istiyorum.

MEHMET AKİF’İN İNSAN KİMLİĞİ

AKİF İNSAN OLABİLMİŞ BİR BEŞERDİ. Herkes beşer olarak doğar, bazıları kendi gayreti ile insanlık şerefine yükselir. Beşerlik herkese Allah tarafından verilen, insanlık ise gerekli çabayı gösterenlerin çabaları nispetinde kazanabilecekleri bir niteliktir. Nitekim peygamberler de bizim gibi yiyen içen birer beşerken, çabaları nedeniyle bizlerden çok çok üstün birer insan olmuşlardır. İşte Akif de insanlık basamağında epeyce ilerlemiş bir mütefekkir şairdi.

AKİF YALNIZ BİR İNSANDI. Müderrisler Medreselerine, Şeyhler Tekkelerine kapanmışlar, halkla ve memleketin geleceği ile ilgilenmiyorlardı. Siyasiler ve bürokratlar kendi küçük kişisel çıkarlarının peşinde iken, memleket ve tüm İslam âlemi bir ateş çukuruna düşmek üzereydi. İşte Akif İslam’ın ve ümmetin derdiyle dertlenen yapayalnız, tek başına kalmış bir insandı. İslam âlemindeki kanaat önderleri, edipler, şairler ve siyasi liderlerin çoğunun hali, Akif’e göre, kendisini parçalayıp yutmak üzere aç bir kurdun saldırdığını göre göre, savunmaya geçmek ya da kaçmak yerine, hala bir parça taze ot daha yemeye çalışan ahmak eşeğin hali gibi acziyet içerisindeydi.

AKİF ALLAH’TAN BAŞKA KİMSEYE BOYUN EĞMEYEN BİR İNSANDI. Hayatı boyunca İslam âleminin yozlaşmasının en önemli sebeplerinden biri olarak görmesi nedeniyle saltanata ve her türlü istibdata (zorbalığa) karşı olmuş, boyun eğmemiştir. Açık yürekli ve sözlü, yobazlıktan uzak, hakkı ayakta tutabilmek için gerektiğinde herkesi kırabilen bir insandı. O günlerde hayırlı bir teşebbüs olarak gördüğü İttihat ve Terakki Cemiyetine bir süreliğine girmiştir. Ancak cemiyetin tüm emirlerine itaat edeceğine dair yemini asla benimsememiş, maruf olan emirlere uyabileceğini söylemiş ve yemin etmeksizin girmiştir. Abdulhamit’in istibdatına boyun eğmediği gibi, 1923’ten sonra kurulan yeni rejimin istibdadına da boyun eğmemiştir.

BÜTÜN SERVETİNİ YELEK CEBİNDE TAŞIYAN BİR İNSANDI. Mevki ve makamların, paranın kulu değil, onları Allah’a kulluğa vesile eden bir insandı. Hayatı hep yoksunluk içinde geçmesine rağmen, elindeki tüm imkânları son kuruşuna kadar ihtiyaç sahipleriyle paylaşırdı ve son nefesine kadar dikili bir ağacı olmamıştı.

Milli mücadele başladığında, İstanbul’daki Genel Müdürlük görevinden istifa ederek kendi imkânlarıyla Anadolu’ya geçmiş, resmi bir görevi olmaksızın vaazlar yoluyla Milli Mücadeleye çok ciddi katkı sağlamıştır. Birinci mecliste 2 yıl mebusluk yapmışken, iktidarı ele geçiren kadronun batıcı ve laik projelerine uygun olmadığı için ikinci meclise alınmamıştır.

Yeni rejim tarafından arkadaşı Ali Şükrü’nün öldürtülmesi ve kendisinin de öldürüleceğini görerek, hicret etmek zorunda kaldığı Mısır’da 10 yıl fakrü zaruret içinde yaşamıştır. Mısır’ın sağlığına uygun olmayan şartları nedeniyle siroz hastalığına yakalanmış, ölmek için İstanbul’a geri dönmüş, 6 ay sonra da vefat etmiştir. Onca yıllık devlet memuriyetine rağmen ancak ölümüne 3 ay kala emekli maaşı bağlanmıştır.

AKİF KUR’ANLA ŞEKİLLENMİŞ BİR KİŞİLİKLE HAYATIN İÇİNDE OLAN BİR İNSANDI. Aslen Arnavut kökenli olan babası Temiz Tahir Efendi padişahların da katıldığı huzur derslerine tefsir hocası olarak katılacak üst seviyede bir müdderis (ilahiyat profesörü) idi. Onun tarafından Kur’anla eğitilerek yetiştirildi. Üniversite çağına geldiğinde, babası O’nun İslami Eğitimini yeterli gördüğünden, Mülkiye’de (Siyasal Bilgiler Fakültesi) okumaya yönlendirdi.

Lakin babasının vefatı üzerine, annesi ile kız kardeşinin geçimini sağlamak zorunda olması nedeniyle, hemen devlet işi bulabileceği Halkalı Ziraat Mektebine gitti. Aynı zamanda güreş öğrenip, hafta sonları güreş müsabakalarından kazandığı yiyecekleri annesi ve kız kardeşine götürüp, sonra tekrar okula dönerdi. Okulunda fen laboratuvarları ve rasathane olup, çok iyi seviyede uygulamalı fen ve astronomi eğitimi aldığı gibi, sınıflarını ve okulu hep birincilikle bitirdi. Arapça, farsça, Arnavutça, Fransızca bilirdi.

MEHMET AKİF’İN ŞAİR KİMLİĞİ

Cahiliye Arapları cinlerin şairlere vahyettiğine inanırken, Yüce Allah’ın Cebrail aracılığıyla Muhammed (as)’a vahyettiğine inanmadılar. Çünkü şairler halkın hevalarını okşayarak, onları karı kız muhabbetleriyle uyuturken, peygamberimiz onların hoşlarına gitmeyen gerçekleri söyleyerek, uyandırmaya (inzara) çalışıyordu.

AKİF ÇAĞININ TEK İSTİSNA ŞAİRİDİR. Şuara Suresi 221’den 227’ye kadar olan ayetlerde şairler halkın hevalarını okşayarak uyutmaları nedeniyle kınanırken, sadece iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çokça ananlar ve şiiri Allah yolunda, hak ve adalet yolunda kullananlar bu kınamadan istisna edilmiş ve övülmüşlerdir. Ben edebiyatımızda böyle istisna ve övgüye layık şair olarak sadece Mehmet Akif’i tanıdım.

İnsanoğlu rol modeller vasıtasıyla şekillenebilir ve peygamberler çağlar boyunca insanların en önemli öncü ve önder rol modelleridir. Müstesna şairlerin rol modeli ise Mehmet Akif’tir. Çünkü Akif’ten önce divan şiiri çoğunlukla saltanat övgüsü ile kız ve oğlan edebiyatı muhtevası içerisinde boğulmuştu. Halk edebiyatı ise yine benzer temalarla Elif Elif diye dönüp dolaşan âşıkların edebiyatı idi. Bizim edebiyatımızda Kur’ana davet eden, hak ve halk için şiir yazan ilk şair Mehmet Akif’tir.

Küfe, Seyfi Baba, Kocakarı İle Ömer, Meyhane gibi şiirleriyle, sokaktaki hayatı tüm yönleriyle ve doğru tutumları da göstererek şiire aktaran ilk şairdir. Eğer edebiyatımızda Akif gibi bir şair olmasaydı yoksulluk edebiyatı yapan Nazım Hikmet de olmazdı diyen edebiyatçılar vardır.

Şairler bir toplumda çok ciddi değişimlerin tetikleyicisi olabilirler. Batı için Voltaire, Hint Kıtası Müslümanları için Muhammed İkbal böyle şairlerdendir. Türkiye’de Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi sosyalist gençler, Marks’ın kitaplarını okuyarak değil, Nazım Hikmet ve Ahmet Arif’in şiirlerini okuyarak komünist olmuşlardır.

Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç gibi İslamcı şairler de, kendilerinden sonraki İslamcı münevverlerin üzerinde ulemadan ziyade etkin olmuşlardır.

MEHMET AKİF’İN MÜSLÜMAN KİMLİĞİ

Akif’in Müslüman kimliği, babasından aldığı Kur’an eğitimi ile çağdaşı olan Cemalettin Afgani ve Abduh’tan aldığı inkılâpçı Kur’an anlayışının bileşiminden oluşmuştur.

AKİF’E GÖRE KURTULUŞUMUZ KUR’ANA YENİDEN DÖNMEKLE MÜMKÜNDÜR.

Akif İslam dünyasının içinde bulunduğu zelil ve feci durumdan tek kurtuluş yolunun, 700 yıldır uzak durduğu Kur’ana yeniden dönüşüyle mümkün olacağını düşünmüştür. Ayrıca donuklaşmış fıkıh anlayışından sıyrılarak asrın idrakine Kur’anı söyletmek suretiyle yapacağı yeni zaman ve ihtiyaçlara uygun içtihatlar yoluyla gerçekleşeceğini söylemekteydi.

AKİF’E GÖRE KUR’AN ÖLÜLERE DEĞİL DİRİLERE İNDİRİLMİŞTİR.

Bütün insanlığa hayat vermek için indirilmiş olan Kur’anın, ölmek üzere olan insanların başında okunmasını şiddetle eleştirmiştir. İçerisinde, diri olanları uyarmak maksadıyla indirildiğine dair ayet bulunan (36.Yasin 69 ve 70. Ayetler) Yasin Suresini ölülere okumanın, Kur’anı bir fal kitabına, el sürülemeyen bir nesneye çevirmenin, İslam milletini manevi anlamda öldürdüğünü söylüyordu durmadan. Nasıl ki Kur’an indirildiği Mekke müşriklerini manevi anlamda diriltti ise, bu gün de peygamberimiz ve seçkin ashabı yaşamak için anlayarak okumamız halinde, İslam âlemini diriltecek, tembellik, miskinlik ve zelillikten kurtaracaktır der durmaksızın.

AKİF YANLIŞ KADER VE TEVEKKÜL ANLAYIŞINA KARŞI İDİ.

İslam âlemini bu zelil ve miskin hale getiren en önemli unsurlardan birinin amentünün içine sokuşturulmuş olan yanlış kader ve tevekkül anlayışından kaynaklandığı, bu yanlış kader ve tevekkül anlayışından vazgeçmedikçe İslam âleminin kurtuluşunun mümkün olmadığını ısrarla vurguluyordu. 53.Necm Suresi 39. Ayetteki “insan için çabasından başkası yoktur” ile 13.Rad Suresi 11. Ayette geçen “bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumun halini değiştirmez” ayetleri üzerinde çok duruyordu. Öyle ki, İslam âlemini çalışmaya sevk edecek bir aşı bulunsa da bu aşıyı insanlara vurup onları harekete ve çalışmaya geçirebilsek diye, onların miskinlik ve tembelliğinden duyduğu sıkıntıyı, nükte ile anlatmaya çalışıyordu.

AKİF SALTANATA VE HER TÜRLÜ İSTİBDADA KARŞI İDİ.

İslam âlemini, Kur’anı terk etmesi neticesi medreseden tekkeye ve hatta aile hayatına kadar sirayet eden saltanat ile halka hâkim olan yanlış kader ve tevekkül anlayışının bu hale düşürdüğünü, kurtuluşun ise, yeniden Kur’ana dönerek, saltanat dâhil her türlü istibdattan (zorbalıktan), yanlış kader ve tevekkül anlayışından kurtuluşla mümkün olacağını savunuyordu.

AKİF ASLA KAVMİYETÇİ OLMADI.

Akif aslen Arnavut olmasına rağmen, hiçbir zaman Arnavutçuluk yapmamıştır. Tam aksine, balkan harplerinde ilk isyan eden Arnavutları küfürle itham edecek seviyede eleştirmiştir. Hâlbuki eğer Arnavutları desteklese idi, kurulan Arnavut devletinde belki Başbakan ya da yakın bir seviyede yöneticisi olabilirdi.

AKİF TÜRK MİLLİYETÇİSİ DEĞİLDİ.

Akif millet ve kavim kelimelerini Kur’ana göre kullanıyordu. Millet terimi Kur’ana dini topluluk anlamında kullanılmış olup, Akif İslam milliyetçisi idi. Yani dünyadaki tüm Müslümanların tarafını tutan, bu gün kullanılan terimle ümmetçi idi. Akif Arnavut kavmiyetçisi olmadığı gibi, Türk milliyetçisi de olmadı. Bu nedenledir ki İstiklal Marşında Türk kelimesini kullanmamıştır. Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal gibi ifadelerindeki milletle kastı ise, tüm İslam milletidir.

AKİF OSMANLICI DEĞİLDİ.

Akif sadece Osmanlının değil, tüm İslam milletinin derdinde idi. O günkü şartlarda Osmanlı İslam âleminin tek tutamağı olduğu için, Osmanlının çöküşünü tüm İslam âleminin yıkılması olarak görüyordu. Bu nedenledir ki, Osmanlı’nın ayakta kalması maksadıyla çaba göstermiş, 1. Dünya Savaşı sonucu İstanbul’un işgali üzerine, en azından Anadolu’da bağımsız bir İslam devletinin ayakta kalması için Anadolu’ya geçip Milli Mücadeleye katılmıştır.

AKİF’İN MİLLİ MÜCADE ANLAYIŞI.

Akif için Milli Mücadele, Türklerin ya da Osmanlının kurtuluş mücadelesi değil, tüm İslam Âleminin elde kalan son kalesinin kurtuluş mücadelesidir. Bu nedenle var gücüyle bu mücadeleye katılmış ve çok büyük manevi destek sağlamıştır. Aslında Milli Mücadele Akif ve O’nun gibi bir avuç imanlı mücahidin maddi ve manevi çabalarıyla kazanılmış ise de, iktidarı ele geçiren laik ve batıcı kadro, devletin gidişatını batıcılık ve kavmiyetçilik yönünde değiştirmiş, Akif’e de ya öldürülmek, ya da hicret seçeneği bırakılmıştır. O da yeni rejime boyun eğmemek ve yağdanlık etmemek, dinine ihanet etmemek için Mısır’a hicret etmiştir.

AKİF IRKÇI DEĞİLDİ.

İstiklal marşında kullandığı ırk kavramında Türk soyu-kavmi kastedilmez. Orada insanoğlunun ateistlerin iddia ettiği gibi maymundan, Türkçülerin iddia ettiği gibi de bozkurttan değil, Âdem (as)’ soyundan-ırkından geldiğini anlatmak için, ateistlere ve Türkçülere bir tepki olarak kullanmıştır. Zaten kendisi Arnavut kavmindendir. Orada ırk kelimesini Türk kavmi için kullanmış olması düşünülemez.

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi