“Aman Mezhepçilik Fitnesine Düşmeyelim” Fitnesi

“Mezhepçilik oyununa gelmeyelim” sözünün her türlü zulmü, zorbalığı, ifsadı örtmek için tam mesaiyle kullanıldığı bir ortamı soluyoruz adeta.

HAKSÖZ-HABER

İslam ümmeti herhalde ümmet duyarlılığı ve mezhepçilik tehdidine karşı kardeşlik şiarlarının bu kadar kirlendiği bir vasat yaşamamıştır. “Mezhepçilik oyununa gelmeyelim” sözünün her türlü zulmü, zorbalığı, ifsadı örtmek için tam mesaiyle kullanıldığı bir ortamı soluyoruz adeta. Zalimlerin zulmüne hayır demeyenler, diyemeyenler lafı dolaştırıp dolaştırıp aynı teraneye sarılıyor ve kıyam edenleri suçluyorlar. Herhalde o dönem yaşasalardı Yezid’e karşı çıkan Hüseyin’i de “aman tefrika çıkarma” diye suçlarlardı bunlar.

Yeni Şafak’taki köşesinde Salih Tuna “Ne olur bu pis tuzağa düşmeyelim” başlıklı yazısında İslamcıların mezhep savaşına alet olduğunu, İran’a düşmanlık politikası üreten küresel egemenlerin oyununa geldiklerini söylüyor ve bu tutumlarını sorgulama tavsiyesinde bulunuyor. İnşallah kendisi de bir ara fırsat bulup Irak’ta ve Suriye’de oluk oluk kan akıtan diktatörlerin arkasındaki asıl gücün, bu çağdaş Yezidlerin hamisinin kim olduğunu sorgulama fırsatı bulur! 

***

Ne olur bu pis tuzağa düşmeyelim!

Salih Tuna / Yeni Şafak

Batı'da mezhepler üzerinden herhangi bir ayrışma veya kapışma veya çatışma duyuyor musunuz?

Halbuki, tarih boyunca Doğu'ya nazaran çok daha kanlı ve çok daha uzun süre birbirlerini gırtlaklamışlardı.

Uzlaşma derseniz, imkân ve ihtimali yoktu.

Mamafih enerjilerini yerle yeksan eden ve sonu gelmeyecek olan bu çatışmaya bir şekilde son verdiler.

Kestirmeden söyleyecek olursak, mezhep farklılıklarını sorun olmaktan çıkardılar.

Bu sorunu Doğu yaşayacaktı, yani topyekûn Müslümanlar.

Yanış anlaşılmasın, Doğu'daki mezhep asabiyetinin yegâne müsebbibi Batı'dır diyecek değilim.

Bir yığın hurafe, bir yığın efsane, bir yığın menkıbe üzerinden insanlar birbirini kesiyor, birbirinin evini barkını bombalıyor, birbirine hayat hakkı tanımıyorsa o insanların din algısını ve bu algıya kaynaklık eden 'din kültürünü' elbette sorgulamak icap eder.

Lakin mahut sosyolojik zeminin ötesinde Batı'nın iğvasını, malum planlarını görmemek aptallık olur.

Bir örnek vermek istiyorum:

İran-Irak savaşı döneminde, Halepçe'de, 16 Mart 1988'de, Saddam'ın kimyasal silahlarıyla çoluk çocuk kadın ihtiyar 5 bin Kürt kardeşimiz tüm dünyanın gözleri önünde feci bir şekilde katledilmişti.

Tüm dünya susmuştu.

Körfez savaşında (2003) petrole bulanmış karabatak kuşuna bütün bir yeryüzünün ağlamasını isteyen Batı medyası, 5 bin masum Kürt'ün katledilmesinin duyulmasını bile istememişti.

Neden mi?

Çünkü o tarihte İran Irak'a karşı üstünlük kurmuştu.

Unutmayalım ki, Kissinger, 8 yıl süren İran-Irak savaşında kimin kazanmasını isterseniz sorusuna, 'İki tarafın da kaybetmesini' cevabını vermişti.

Ve yine unutmayalım ki, Batı'nın çıkarları söz konusu olduğunda, 5 bin masum Kürt'ün bir karabatak kuşu kadar değeri yoktur.

Son yıllarda Sünni-Şii çatışması çıkarmak için neler yapıldığı herkesin malumu.

Kissinger'in 11 Eylül saldırılarının hemen ardından, 'Bundan sonra çatışma Müslümanların arasında olmalıdır...' dediğini bu köşecikte kaç kez dercettiğimi unuttum.

IŞİD nihayetinde Kissinger'in arzuladığı 'çatışma'nın somut ifadesinden başka bir şey değildir.

Şii de Sünni de kaybetsin isteniyor. Sonuçta kaybedecek olan bütün Ortadoğu halklarıdır.

Mezhep asabiyeti için evvela zihinler hazırlandı.

Mesela, 'Şii Hilali' denilmeye başlandı.

Tarih boyunca haksızlığa uğratıldığını düşünen Şii kardeşlerimize, 'Buyrun size bölge, Sünnilerin zulmüne bir son verin işte, ne duruyorsunuz' dediler.

Sonra da Sünnilere dönüp dediler ki: 'Şii Hilali, İran'dan Lübnan'a kadar bir bıçak gibi saplandı Ortadoğu'ya, ne duruyorsunuz...'

Yüce Önderimiz, 'Mü'min aynı delikten iki kez ısırılmaz' buyurduğu, Kur'an, birçok ayetle fitneye karşı uyardığı halde bu tuzağa düşüldü.

Türkiye'de son zamanlarda 'mezhep vurgusu' maalesef yapılmaya başlandı.

Sezai Karakoç'tan Nuri Pakdil'e, Rasim Özdenören'den Atasoy Müftüoğlu'na, Sadık Albayrak'tan Selahaddin E. Çakırgil'e kadar bu ülkenin Müslüman aydınları hiçbir zaman 'etnisite ve mezhep' vurgusu yapmadılar.

Rahmetli Erdem Bayazıt'ın 'Sürüp Gelen Çağlardan' şiirindeki gibi 'Adım: MÜSLÜMAN' sözünün önüne veya arkasına başka bir sıfat koymadılar.

Cahit Zarifoğlu mütemadiyen 'ümmeti gözetmen gerekli' diyordu.

Merhum Erbakan da Alevi-Sünni, Kürt- Türk tüm Türkiye'nin saadeti, sonra tüm Müslümanların, sonra tüm insanlığın saadeti için diyordu.

Hülasa, ayrıştırıcı değil bütünleştirici, çözücü değil kuşatıcı bir dil kullanılıyordu.

Yazık ki yazık, günümüzde birçok 'İslamcı' mezhepler üzerinden tanımlamalar yapmayı alışkanlık haline getirdi.

'Yeni İttihatçılığın' mezhep planındaki karşılığı bu mu?

Önden gidenlerimiz ve öncülerimiz böyle değildi, bu asabiyet kimden, kimlerden nasıl öğrenildi?

'İslam Nereye' başlığı atacak kadar oryantalist dili içselleştiren ve 'Şii Hilali' demeye bayılan Taha Akyol gibi liberallerden mi yoksa 'maklubecilerden' mi?

O 'maklubeciler' ki, bütün dinlere (ve ateistlere) hoşgörüden bahsettiler de bir tek Şiilere sıra gelince 'İranlı hemşire ajanlar' diyecek kadar tozuttular.

Kardeşlerim, Batı'nın tuzağına düşmemek için etnisite veya mezhep eksenli söylemleri mahkum etmek zorundayız

İşgalcilerimiz 2. Cihan Harbi'nde birbiriyle kapışırken bir müddet nefes aldık.

Soğuk Savaş dönemini maalesef hakkıyla değerlendirmedik.

Şimdi tekrar gelecekler!

IŞİD bu gelişin sadece bahanesi değil bizzat parçasıdır.

Birkaç yıl öncesinden İran, Suriye, Türkiye çatışmasının tuzak olduğunu söyleyen Sezai Karakoç üstadımıza tekrar kulak vermenin tam vaktidir: 'Batı nihai işgali, son işgali yapmak peşindedir. Öyle bir işgal ki, bir daha İslam'ın dirilişi vaki olmasın, İslam haritadan silinsin. Hadise budur. Tehdit hatta tehditten de öte içinde yaşadığımız gerçek budur...'

 

Yorum Analiz Haberleri

Laiklerin maneviyat arayışı
Fitneden daha kötüsü fitneye meftun olmaktır
Diyarbakırlı Ziya Gökalp’e kulak verilseydi..
“Süreç ve Esenyurt aynı sayfada değil”
Zulme sessiz kalmak en kötüsü...