G-8 Zirvesinde gerçekte bir realitesi olmayan sadece bir kurgudan ibaret, verilse bile mağdur halka değil onun tepesinde çomak görevi gören uzaktan kumandalı yasadışı Ramallah yönetimine verileceği bilinen sözde “iyileştirme” paketi karşılığında Filistinlilerin de “terör” eylemlerine son vermeleri istendi.
Böyle bir talepte bulunulmasıyla en başta Filistinlilerin peşin suçlu, teröre ve şiddete başvuran taraf ilan edilmesi böylece İsrail’in temize çıkarılıp hakkını arayan tarafın mahkûm edilmesi amaçlanıyor. Bu tutum Filistin’deki hak arayışına karşı Siyonist işgalin yanında yürütülen enformasyon savaşının önemli bir taktiğini oluşturuyor.
Siyasi mesajlarda sürekli “Filistinliler de teröre son vermelidir” çağrısı yapılması yüzünden özelde Batı toplumlarında genelde dünya kamuoyunun olayları arka planıyla tahlil etme imkânı verecek birikimden yoksun kesiminde “teröre başvuran taraf Filistinlilerdir; İsrail de kendini savunma konumundadır” ön yargısı oluşuyor.
Her şeyden önce kuruluş merhalesinden bugüne kadar terör ve şiddete başvuran taraf Siyonist işgalcilerdir. İşgal devletinin kuruluş mayasında Siyonist terör var. Bu devlet bizzat uluslararası kuruluşların zımnen kabul etmek zorunda olduğu gerçeklerin de ortaya koyduğu üzere meşru hakka değil gayri meşru işgale dayanıyor. İşgali sürdürebilmek için kuruluşundan bugüne sürekli şiddete başvurmuştur. Dolayısıyla terör ve şiddete son vermesi gereken taraf da Siyonist işgaldir.
Öte yandan Filistinlilerin yürüttüğü mücadele terör değil işgal edilmiş vatanı kurtarma, gasp edilmiş hakları geri alma amaçlı meşru mücadeledir. Batı kendi tarihindeki işgallere karşı yürütülmüş mücadelelerin hiçbirini terör kategorisine sokmaz. En yakın tarihli olanları da Nazi işgallerine karşı verilmiş mücadelelerdir ve hepsini kahramanlık sayar. Ama Nazi işgallerinden farksız Siyonist işgale karşı yürütülen haklı mücadele karşısında aynı centilmenliği göstermez. Bunun da sebebi Siyonist işgalde parmağının olması, Batı toplumlarından ayıkladığı Yahudilerin dönmelerini istememesi ve bu yüzden Siyonist terörün suç ortağı olmasıdır.
Bu sebeple global saltanatın Filistinlilerden gerçekte istediği işgale karşı meşru direnişin sonlandırılmasıdır. Dediğimiz gibi bir “hayal paketi” karşılığında Siyonist işgali güvenceye kavuşturmak, yani Filistinlilerle yine “para peşin mal veresiye” usulüyle bir alışveriş yapmak istiyor. Filistin’de birileri Madrid ve Oslo tüneline girerek bu oyuna gelmiş olabilirler. Ama “para peşin mal veresiye” usulüyle değil “mal peşin para veresiye” usulüyle bile olsa Filistin İslâmî direnişi kutsal vatanı işgalden kurtarma mücadelesindeki kararlılığını dünyevi karşılıklarla satmayacaktır. Filistinlilerin tam bağımsız devletlerinin olması karşılığında uzun vadeli ateşkes anlaşmaları kabul edilse bile bu işgalin meşrulaştırılması anlamına gelmeyecektir.
Global saltanat Filistin meselesinin çözümünde sürekli, hukuku değil vakıayı esas alan formülde ısrar ediyor. Yani hem dünya kamuoyuna hem de Filistinlilere “İsrail, artık bir realitedir. Bu realitenin değiştirilmesi de mümkün görülmüyor, öyleyse bu realiteyi esas alan bir formülde anlaşmak zorundayız” yaklaşımının kabul ettirilmesi için uğraşılıyor. Bunda ısrar edilmesinin iki sebebi var: Birincisi Siyonist işgalin gayri meşru olması. Eğer ki meşru olduğunu ispat edebilselerdi vakıayı değil hukuku öne çıkaracaklardı. İkincisi de Batı’nın kendi toplumlarından ayıkladığı Yahudilerin geri dönmesini ve antisemitizm probleminin yeniden patlak vermesini istememesidir. Oysa vakıa sabit değildir, değişebilir ve tarihte sürekli değişe gelmiştir. Kararlı direniş vakıadan güçlüdür. Dolayısıyla vakıa ne kadar sağlam oturmuş görünse de kararlı direniş karşısında uzun süre tahammül edemez. Gayri meşru bir işgalin meşrulaştırılması güçlü bir vakıadan çok daha tehlikelidir ve Filistin’de İslâmî direniş meşru haklarını savunma kararlılığından geri adım atmayacaktır.
Global saltanatın üzerinde durduğu bir diğer husus da Yahudilerdir. Sürekli “Yahudiler de zulüm gördüler, Naziler onların önemli bir kısmını katletti ve bir yerlere sığınmak zorunda kaldılar. Onların da bir vatanlarının olması gerekiyor. Bunca Yahudiyi tutup denize atamayız” mesajı vermeye çalışıyorlar. Obama’nın Kahire konuşmasında da bu mesaj dikkat çekti.
Ama onlara Filistinliler zulmetmedi. Onları Filistinliler sürgün etmedi. Bütün dünya biliyor ki bu zulüm ve sürgünün suçlusu Batı’dır. Neden Batı kendi suçunun cezasını Filistinlilere çektiriyor? Filistinliler de zaten Yahudilerin denize atılmasını istemiyor. Fakat bu insanların Filistin’e gelmeden önce bir evleri ve yurtları vardı. Demek ki gidebilecekleri bir evleri ve yurtları da var. Çünkü terk ettikleri yerlerde hakları korunuyor. Filistin’de meşru hakları olanların haklarına da dokunulmayacağı taahhüt ediliyor. Öyleyse yedi milyon mültecinin yurda dönüş haklarının önünde bir engel teşkil eden gayri meşru işgal ve gasp da son bulsun.
Bu gasp bugün için bir vakıa olsa da hak değildir ve vakıa bir gün mutlaka değişecek, haklar sahiplerini bulacak. Bundan global saltanatın ortakları da dâhil hiç kimse şüphe etmesin.
VAKİT