Sayın Başbakan Mısır’da “Laiklikten korkmayın” deyince, bizim Çiftetelli medyası “Aha” dedi, “Suçüstü yakaladık!”
Bir keyif ki sormayın: Hürriyet’in karikatüristi o keyifle silindirli bir Tayyip Erdoğan karikatürü bile çizdi: “Efendiler!.. Buna şapka derler, medeni serpuş budur.”
Partisi “laiklik karşıtı girişimlerin odağı” sayılıp kapatılmasına ramak kalan Başbakan, madem laikliğe sahip çıkmıştı, yarın öbür gün diğer Atatürk inkılâplarına da sahip çıkacaktı.
Bence, Sayın Başbakan’ın “laiklik” vurgusu bu amacın çok çok dışında ele alınmalı...
Bir kere insanımızın sıkıntısı laiklikten değil, amacı aşan uygulamalardan kaynaklanıyor.
Bakın bakalım: Laiklik adına uygulanan baskı ve zulüm ortadan kalktığı ölçüde, insanımızın laiklikle problemi de ortadan kalkıyor.
Ne başörtüsü gösterileri var meydanlarda, ne imam-hatiplilere uygulanan katsayıya tepkiler. Türkiye demokratikleştiği ölçüde hem kendisiyle barışıyor, hem de geçmişiyle.
Geçmişte laiklik adına yapılanlara bakarsanız tepkinin asıl kaynağını görürsünüz...
Laiklik adına askeri darbeler yapıldı, siyasi partiler kapatıldı, başbakanlar asıldı ya da sürüldü, siyasi yasaklamalar getirildi...
Daha öncesi de var...
“Laiklik” adına yıllar boyu evler basıldı, din kitapları toplatıldı, din adamı yetiştirilmedi, öyle bir terör estirildi ki, “Mızraklı İlmihal” bile sebze küfelerinde saklanarak muhtaç ellere ulaştırılmak zorunda kalındı.
“Laiklik” adına “Ezan-ı Muhammedi” yasaklandı!..
“Laiklik” adına camiler başka amaçlar için kullanılmak üzere kiraya verildi hatta satıldı!
Buyurun, camilerin kapatılacağı haberini 30 Kanunuevvel 1928 tarihli eski Vakit Gazetesi’den okuyun: “Ekserisi Anadolu yakasında bulunan camilerden 90 tanesi sedd edilecektir (kapatılacaktir)... Kapatılacak camilerin imam ve kayyumları diğer camilerde vuku bulan münhallere (boş kadrolara) tayin edilecek, bu suretle memursuz kalacak camiler sedd edilecek ve sedd edilenler satılığa çıkarılacaktır.” (T.C. nde Tek–Parti Yönetiminin Kurulması, Mete Tunçay, Cem Yayınevi, İstanbul 1989, 2.Baskı syf. 219)
“Laiklik” adına ders kitaplarında Kâbe-i Muazzama “tavla zarı”na benzetilerek küçümsendi. “Kâbe; mikâp yâni tavla zarı şeklinde demektir... Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı da bilinmiyor. Arap an’anesi Kâbe’nin inşasını İbrahim Peygambere atfetmektedir.” (Bunu Arap an’anesi değil, doğrudan Kur’ân-ı Kerim söylüyor) dendi.
“Laiklik” adına, Hacer-ül-esved horlandı: “Bu mukaddes karataş ananesi aynen Friklerde de vardı. Friklerin mukaddes sayarak ihtiram ve ibadet ettikleri Karataş bugünkü Afyon Karahisar şimalinde, kadim Pessinüs şehrinde bulunuyordu. Bunun kudsyeti an’anesi bu şehrin Romalılar tarafından zaptına kadar devam etmişti. Demek ki, Kâbe’nin bir köşesindeki Karataşın kudsiyet almasından, ziyaret ve tavaf edilmesinden çok evvel Friklerde Karataş’ın mâbet ve ziyaretgâh esası olması âdeti teessüs eylemiş bulunuyordu.” (Aynı kitap, S. 85)
Afet İnan’a yazdırılan “Medeni Bilgiler” isimli başka bir kitapta yine “laiklik” adına din “cehaletin ürünü” sayıldı: “Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur...”
Hatta “laiklik” adına din toptan reddedildi: “Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur; din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka bir şey değildir... “Kralların ve Padişahların istibdadına, dinler mesnet (dayanak) olmuştur. (Afet İnan, Medeni Bilgiler S. 30).
Başbakan’ın “korkmayın” dediği laiklik herhalde bu tür bir laiklik değildir...
Demokratik ülkelerde uygulanan laiklik de zaten bu tür bir laiklik değildir.
YENİ AKİT