Şimdi Altınova’da patlak verdi. Her an, her yerde olabilir. Nitekim yıllardır oluyor. Ama olabileceğinden daha seyrek ve olabileceğinden daha yumuşak oluyor. Şaşmamız gereken de bu –olması değil. “Niçin daha kötü değil” sorusunun cevabı da, herhalde, bu ülkede yaşayan insanların büyük çoğunluğunun iyi yürekli, aklı başında insanlar olması.
Yoksa işi fiştekleyenler az değil, yaptıkları işler de azımsanacak gibi değil. Daha yıllar önce İzmir’e bir gittiğimde tanık olmuştum. Birilerinin “Kürt’lerden alışveriş etmeyin” dediğini, “Kürt kadınlarını gündelikçi tutmayın” dediğini. Çanakkale’nin bir ilçesinde “keçinin ırzı” sorunu çıkmıştı. Gelen cenazelerde sürekli bir “etnik milliyetçilik” âyini yaşanıyor; yaşanması teşvik ediliyor. İletişim kanallarına geçmeyen o kadar çok olay var ki. Örneğin Ege’ye çalışmaya gelmiş Bitlisli taş ustalarını, rekabet istemeyen yerlilerinin “Bunlar PKK’lı! Konuşmalarını duyduk!” diye ihbar edip günlerce sopa yemelerine yol açtıklarını ben kendim gözlemledim, yıllar önce.
Bunların bir kısmı, şu son anlattığım gibi, kendini açıkgöz bellemiş birilerinin çıkar amaçlı kurnazlıklarıdır, diyelim. “Olur böyle şeyler, insan bu,” diyelim. Ama birileri belirli bir ortam yaratmazsa, olmaz böyle şeyler. Açıkgöz, bu kapıyı açık bulmasa, kendine başka yol arar. Öyle değil, yukarıdan aşağıya pompalanan propagandayla biçimleniyor bu atmosfer. “Şehit cenazesi”nden “askere gitme töreni”ne, medyada yazılıp çizilenden verilen resmî demeçlere, şimdi Altınova’da olanın her yerde olmasına imkân veren altyapıyı el birliğiyle hazırlıyoruz.
Peki, neden? Nereye varmak üzere?
Baştan bakalım soruna: Cumhuriyet’in kuruluşundan beri bu ülkede “Kürt isyanı” diye bilinen bir olay tekrarlanmış. Seksenlerde bir ölçüde biçim değiştirerek (“PKK terörü” denilen biçimi alarak) yeniden alevlenmiş ve bu sefer dozu artıp eksilen, ama kesintisiz bir silâhlı mücadele olarak sürüyor.
Bunun “bölücülük” olduğunu ve buna izin ya da taviz vermeyeceğimizi ilân ediyoruz. Sorunun bütün sorumluluğunu üstlenen generaller, son zamanlarda, “bölücü örgüte yeni katılımları önlemenin önemi” üstüne konuşmaya başladılar. Peki, kim katılıyor, niçin katılıyor?
Kürt olduğu için ve bu ülkede Kürtler’in hak ettikleri hak ve özgürlüklerle yaşamadıklarına, bunun engellendiğine inandıkları için. Aramızdan bazıları bu “inanç”ın yanlış olduğunu söylüyor. Yanlış olduğunu gösterecek inandırıcı kanıt bulmakta zorlansa da bunu söylüyor. Ama başkaları ne söylüyor?
İşte, Altınova. Medyada okuduğumuz doğruysa, orada bir Kürt yapılmaması gereken bir şey yapmış. Suç işleyen hukuk prosedürü içinde cezalandırılır. Ama Altınova’da ahalinin bir kısmı cezalandırma işini kendi yapmaya karar veriyor. Nasıl yapıyor bunu? Sözkonusu olayla ilgisi olmayan başka Kürtler’in evlerine, dükkânlarına saldırarak. Yani, olan olaydan bütün Kürtler’i toplu olarak sorumlu sayarak, hepsini birden düşman ilân ederek.
Böyle böyle mi, kökeni Kürt olan bir insanı “ben burada yaşamalıyım” düşüncesine kazanacağız?
“Altınova’da tahrik sonucu insanlar galeyana gelmiş! Ne büyütüyorsun?” diyenler çıkacak. Peki, her gün biraz daha büyük bayraklar asıp “Biz Türk’üz” demekle kendini Türk hissetmeyen yurttaşı daha mı yakından bağlıyoruz bu ülkeye? Manevra, tatbikat yapıp, Silahlı Kuvvetleri’mizle Peşmerge kılığında insanları “etkisiz hale getirme” gösterisini kamuoyuna sunduğumuzda, o elbiseleri sahiden giyen insanların gönlünü mü kazanıyoruz? Bir kışlanın adını “Mustafa Muğlalı” koyduğumuzda, bu topraklarda yaşayan milyonlarca Kürt, gözleri minnet yaşlarıyla dolarak, “Bizi ne çok seviyorlar. Burası benim cennet vatanım” yollu düşünceler mi geçiriyor zihninden?
Bu saydıklarım “tahrik olmuş” vatandaşların masum tepkisi mi?
Sayacak daha pek çok şey var üstelik.
Her metodoloji, bir amaca göre düşünülmüştür, ona göre sonuç verir. “Boşanma”nın metodolojileri vardır, “aşk ilânı ve evlilik önerisi”nin metodolojileri vardır. Bunlar her bireysel durumda ufak tefek değişiklikler gösterir ama birini öbürünün yerine koyarsanız, alacağınız sonuç istediğiniz sonuç değildir.
TARAF