Eğer her savaşın bir kırılma noktası varsa, küçük Hind Recep'in ölümü olmalı.
Altı yaşındaki çocuk, Gazze'de, etrafında ölen akrabalarının cesetlerinin olduğu bir arabanın içinde sıkışıp kalmışken, kesinlikle İsrail tarafından açılmış gibi görünen ateş sonucu hayatını kaybetti.
Hind'i bu akıl almaz sahneden kurtarmak için izin aldığı bildirilen bir ambulansa da ateş açıldı. İki sağlık görevlisi hayatını kaybetti. Filistin Kızılayı (PRCS), İsrail'i kasten kendilerini hedef almakla suçladı.
İsrail, Hind'in, ailesinin ya da sağlık görevlilerinin ölümüyle ilgili resmi bir açıklama yapmadı. Karşıt görüşte olanlar, suçu muhtemelen birine atfedemeyeceğimizi, gerçekte ne olduğunu bilmediğimizi iddia edecek..
Ancak çoğu zaman en basit açıklama doğru olandır. Hangi açıdan bakarsanız bakın, gerçekler ortada: Küçük bir kız hayal bile edilemeyecek koşullarda, yalnız ve dehşet içinde öldü. Onun ölümü hepimizin utancı.
Bu, 29 Ocak'ta tetiği çekerek ailenin arabasını kurşunlarla delik deşik eden faillerin utancı. İktidardakilerin utancı; bu tür korkunç kararları (ahşap panelli ofislerdeki lüks sandalyelerden, güvenli bir yerden, uzaktan) verenlerin (ve vermeye devam edenlerin) utancı.
Bu savaşı başlatanların ve uzatmak isteyenlerin utancı.
Sadece kafasını çevirerek suç ortaklığı yapan hepimizin utancı. İnsani içgüdümüz ve masum çocuklara yardım etme arzumuz evrensel olmalı, insanlığımız sınırlarda durmamalı.
Terazide kum kaydırır gibi suçu dengelemeye çalışanların utancı. Şöyle diyorlar:
"Şöyle, o öldü, evet, 100 gün içinde diğer 10 bin Filistinli çocukla birlikte öldü, evet. Ama bu bir savaş. Ne bekliyordunuz ki?"
Ben size ne beklediğimizi söyleyeyim: Hiçbir çocuğun katledilmemesini. Hiçbir çocuğun son anlarını, izlenemeyecek kadar korkunç olduğu düşünülen bir korku filmi gibi yaşamamasını. Her yerde çocukların yaşamlarına eşit değer verilmesini ve aynı düzeyde yardım ve koruma sağlanmasını.
Hiçbir çocuğun hayatta kalmaya çalışmak için amcasının, halasının ve üç kuzeninin cesetlerinin altına saklanmak zorunda kalmamasını bekliyoruz.
Hiçbir çocuğun cesurca yaptığı kurtarılma girişiminin (Hind yardım çağrısında bulunacak kadar ileri görüşlü ve cesurdu, PRCS operatörlerine üç saat boyunca birilerinin onu kurtarması için yalvardı, ardından yoğun silah sesleri arasında çağrı kesildi) sabote edilmemesini bekliyoruz.
"Gelip beni alın, gelip beni alır mısınız? Çok korkuyorum. Lütfen gelin. Lütfen gelip beni alması için birini arayın" diye birisine yalvaran küçük bir kızın akıllardan çıkmayan son sözlerini ortaya koyan ses kayıtlarını asla duymak zorunda kalmamayı umuyoruz.
Savaşta bile, yardım sunanlara (ambulanslar, sağlık görevlileri, hastane personeli) bunu yapmaları için güvenli geçiş izni verilmesini bekliyoruz.
Hind kaybedilen ilk çocuk değil ve son da olmayacak. Benzer şekilde şoke edici bir trajediyi 2015'te, Suriyeli iki yaşındaki Alan Kurdi'nin cesedi Türkiye'de bir sahile vurduğunda da yaşamıştık.
Ailesi iç savaştan kaçmak için tehlikeli bir yolculuk yapıyordu. Minik, cansız bedeninin kumların üzerinde yüzüstü yatarken çekilen görüntüleri (devam eden) mülteci krizinin bir sembolü haline geldi. Onun ölümü, Britanya hükümetinin mültecileri kabul etmedeki tereddütleri ve yerinden edilmiş bu kadar çok çocuğun acısını hafifletmemesi nedeniyle bizi utandırdı.
Hind'i geri getiremeyiz. Annesinin acısını ya da 7 Ekim'deki menfur saldırılardan bu yana çocukları öldürülen on binlerce ebeveynin acısını dindiremeyiz.
Ancak Hind'i kaybedilenlerin bir sembolü haline getirebiliriz. Onun ölümünün bu korkunç savaşın kırılma noktası olmasını talep edebiliriz. Bunun Refah'ta tekrarlanmamasını talep edebiliriz.
Onun ölümünün, Gazze'de açık bir ateşkes çağrısında bulunmayı reddeden bu hükümeti nasıl utandırdığını basitçe ifade edebiliriz.
Masum çocukların öldürülmesinin neredeyse fark edilmediği ve çabucak unutulduğu bir noktaya nasıl geldik?
Hind'in acımasız ve sebebpsiz ölümünün sessizliğimizde kaybolan bir başka trajedi olmasına izin vermemek hepimizin görevi.