Taha Kılınç / Yeni Şafak
Yeni bir retorik
İsrail’in bayrağındaki altı köşeli yıldızı görünce aklınıza ne geliyor? Sadece, 1948’den bugüne gittikçe yayılan işgal, yerlerinden-yurtlarından sökülüp atılan Filistinliler, acı ve gözyaşı geliyor muhtemelen. Ki haklısınız da. Beyaz zemin üzerine işlenen o mavi renkli yıldız, zihinlerimize sadece olumsuz çağrışımları davet ediyor.
Bundan 100-150 yıl önce ise, bir Müslüman, baktığı hemen her yerde –türbe duvarlarında, sanduka örtülerinde, sancaklarda, cami girişlerinde, kubbe kasnaklarında, mushaf derkenarlarında, minarelerde, tekkelerde– altı köşeli yıldızı görüyor, zihninde de yalnızca İslâm’ın ihtişamlı zaferleri ve Müslümanları at üstünde kıtadan kıtaya koşturan o dipdiri ruh canlanıyordu. İstanbul’da Pertevniyal Valide Sultan Camii’nin gökyüzünün sonsuzluğunu çağrıştıran turkuaz kubbesinde, Altunîzâde İsmail Zühdü Paşa Camii’nin ahşap tavanında, Eyüp Lala Mustafa Paşa türbesinin iç çeperlerinde, Barbaros Hayreddin Paşa’nın yemyeşil sancağında, Üsküdar Yeni Vâlide Camii’nin dış kapılarında… Sonra Makedonya Kalkandelen’de Alaca Cami’nin girişinde, Kudüs’te Kıble Mescidi’nin iç mermer süslemelerinde, Delhi’de Bâbürlü İmparatoru Humâyûn’un türbesinin cephelerinde, Kahire’de Mehmed Ali Paşa Camii’nin demir hücrelerinde hep aynı simge görülür, Müslüman olmanın özgüveni ve şükrü, insanın içine işlerdi.
Bu böyleydi, çünkü Politik Siyonizm dünya çapında yayınlaşıncaya ve sonrasında İsrail kuruluncaya kadar, altı köşeli yıldız, İslâmî bir simgeydi. İslâm’ın iki muazzez peygamberi Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın resmî yazışmalarda kullandıkları mühür, sonra –tıpkı Müslüman fatihler gibi– kıtadan kıtaya yayılmış, binalardan kitaplara, her köşeye nakşolmuştu. Hilâl nasıl İslâmî bir sembolse, “Mühr-i Süleyman” da aynı şekilde Müslümanların şuuraltındaki seçkin yerini almıştı.
14 Mayıs 1948’de İsrail’in kurulmasından sonra ise, Siyonist işgalin doğrudan bir tesiri olarak, altı köşeli yıldız da semboller dünyamızdan silinip gitti. Bırakın bize geçmişimizi hatırlatmayı, ona hasbelkader İslâmî bir eserde rastladığımızda, meselenin arka planında “Siyonist komplo”lar aramaya ve hatta zavallı yıldızı ortadan kaldırmaya giriştik. Rize’nin İkizdere ilçesine bağlı Şimşirli köyündeki 200 yıllık tarihî caminin minberinde yer alan altı köşeli yıldızların dili olsa da, kaç kere bıçaklı saldırıya uğradığını anlatıverse…
Perşembe günü -18 Mayıs- kadîm Kudüs’ün tam ortasından ellerinde İsrail bayraklarıyla yürüyen binlerce Siyonist Yahudi’yi izlerken, bayrağın üstündeki yıldızın serencâmını da düşünmeden edemedim. Sözlüklerimizde anlamı değişen ve dönüşen sadece Mühr-ü Süleyman değildi. Bizatihi İsrail’in adı, Hz. Yakub Peygamber’in unvanıydı, ama o da –tıpkı yıldız gibi– Müslümanlara hiçbir olumlu çağrışım yapmıyordu artık. İsrail sadece toprakları, köyleri ve kasabaları işgal etmemişti. Sembolleri, simgeleri ve anlamları da eline geçirmiş, onları yeniden tanımlayıp uhdesine almıştı.
İsrail işgaliyle mücadelede, İslâm dünyasının başlangıç noktalarından biri, retorik üstünlük meselesi olmalı. Siyonist söylem “Biz sizden önce buradaydık!” ezberini tekrarlarken, “Evet, ama o zaman siz Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın ümmeti olan Müslümanlardınız!” diyebilecek bir özgüven ve hazırcevaplıktan söz ediyorum. Tarihi yeniden yazan, coğrafyayı dilediği şekilde gasp eden, akademiden medyaya bütün platformlarda kendi tezlerini dünyaya dayatan bir dile, yeni ve çevik bir retorikle direnmek… Kafa yormamız gereken husus, tam olarak burası.
Keza peygamberler tarihini öğrenir ve öğretirken de yeni bir üsluba ihtiyacımız var. “Hz. Musa, Yahudilerin peygamberi ama biz de kabul ediyoruz” veya “Hz. İsa, Hristiyanların peygamberi ama ona da iman ediyoruz” dediğinizde, genç bir zihin, bütün peygamberlerin tek bir din (İslâm) üzere gönderildiğini, hak yolun esasında tek olduğunu ve diğer isimlendirmelerin sonradan çıktığını nasıl idrak edecek? İşin eğitim metotlarımıza, tarihe bakışımıza ve pedagojiye taalluk eden yönlerini gösterecek böyle nice örnek sıralayabilirim.
Velhasıl, işgalle mücadele önce zihinde sağlam bir teorik altyapı inşa etmekten, bilgi noktasında temelde hiçbir eksik bırakmamaktan ve cesur bir retorikle söylem üstünlüğünü ele almaktan geçiyor.