Şöyle atmışlardı manşeti: "Amerikan konsolosluğuna yapılan saldırının görüntülerine ulaştık!" Büyük bir habercilikti bu. Elbette siyasi ve ideolojik açıdan kendileri için bir sakınca olmadığından dolayı yayınlıyorlardı ve cümle âlem biliyordu ki, medya etiği maskesinin altına sıkıştırıp görmezden geldikleri bilcümle haberlere de bir şekilde ulaşıyorlardı aslında.
Ancak değişik mülahazalara binaen yayınlamıyor, sadece yayınlamamakla kalmıyor, yayınlayanları da hedef gösteriyor, meseleyi bulandırıyor ve saçmalıyorlardı. Çok basit bir tersten okuma ile durumu daha çarpıcı hale getirmek mümkün.
Mesela konsolosluk saldırısına ait görüntüler kendileri gibi düşünmeyen bir medya organında yer alsa, hemen 'kim sızdırdı?' diye manşete davranacaklar, o çokbilmiş kalemleri alayı vâlâ ile 'kim kimin eline geçti' yumurtalarını kaynatacaktı.
Kendileri yapınca gazetecilik, başkası yapınca şüpheli psikolojik harp oluyor bir şekilde!
Bu devirde gazetecilik sadece yayınlanan haberler ile değil, yayınlanmayanlar ile de değerlendirilmelidir sevgili okurlarım. Andıçları görmezden gelip, belgelere verilen cevapları, yapılan açıklamaları manşete çekmenin de anlamı olduğunu sadece meslek erbabı değil, sıradan vatandaş da biliyor artık.
Bilirsiniz pek severler 'birtakım üst düzey' insanlar ile muhabbet etmeyi, oturup memleket kurtarmayı. Biz bilemeyiz elbet neler konuşurlar, sadece yazdıklarından görünen kısmı biliriz. Kalanı ise ya araları bozulunca bir kankalarının kaleminden, kitabından ya da günlükleri filan ortaya çıkınca belli olur.
Üstelik bunun adına da 'gazetecilik' derler. Damarlarında safkan gazetecilik sıvısı gezindiği için akıllarına başka soru da gelmez, önlerine sunulanı üzerimize boca etmekle muvazzaftırlar. 'O belge sivil işi' diye konuştukları 'üst düzey' büyüğümüze diğer andıçları, darbe planlarını, günlükleri vesaire sormak akıllarına gelmez. Zaten okur da merak etmez!
Kendi aralarında, 'bu türbanlılar da ne böyle ıyy' filan içerikli muhabbet ederler, bırakınız normal bir çalışanı, temizlikçilerinin bile örtüsüne müdahale ederler de sonra oturup 'Ay bu türbanlılar kiminle evlenecek ayol?' türünden manşet yazar, köşe açarlar.
Ne kadar hoş değil mi?
Bu kadar empati yapıp, yakından ilgilendikleri, mürüvvetleri hakkında ciddi kaygı duydukları insanların eğitim hakkını sorgulamak, aynı endişeyi o yöne kanalize etmek de işlerine gelmez. 'Ne olacak bu türbanlıların eğitim hakkı?' demezler misal.
'Türbanlılara niye iş verilmiyor?' şeklinde bir cümle zaten kurmazlar, zira onları işe almayacaklarını deklare etmişlerdir çoktan. Evladının yemin törenini, içeri alınmayıp, tel örgüler arkasından izleyen örtülü ana onların kaygı sınırlarına girmez ne yazık ki! Bu şekil bir hümanizma onlarınki.
Şimdi kalkıp bu zihniyete, 'siz örtülü insanların öğrenim ve çalışmaları hakkında kaygılanın, onlar kendilerine koca bulurlar endişe etmeyiniz' desek bozulacaklardır.
Çok alıngan ve asabidirler de üstelik. En ufak bir eleştiriyi saldırı, minicik bir sitayişi hedef gösterme olarak lanse ederler. Dünyanın bilmem neresinde olan darbe onları heyecanlandırır, imalı manşetler ile iktidara mesaj vermeyi de marifet sayarlar.
Bu tuhaf, çarpık ve yamuk yumuk anlayış döneminin kapandığını, milletin artık bu zihniyete yüz vermediğini gördüklerinde de, 'yandaş-yoldaş medya' ayaklarıyla rakiplerini küçümsemeye, etkilerini kırmaya çabalarlar.
Görüyorsunuz işte, dünyanın son kapalı toplumunda bile artık hiçbir şey gizli kalmıyor ve manipülatif haberler özgür iletişim ortamlarında beş kuruşluk bir değer etmiyor. Eminim Çin'de yayın yapan birtakım medya organları da 'Bu katliam görüntülerini kim sızdırıyor? Yetkililer soruşturma başlattı, üst düzey bir Çinli yetkili dedi ki' türünden haberler yapıyordur. Şimdi söyleyin bakalım, onlar kızmasın da kim kızsın?
ZAMAN