İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı köşe yazısını (13 Temmuz 2019) ilginize sunuyoruz:
Alparslan Kuytul ve Aliya Savunması
Alparslan Kuytul
Alparslan Kuytul’u sevmem. Hem de hiç sevmem. Benim açımdan 3 temel sebebi var bunun.
Birincisi ve en önemlisi bir kez bile “Türkiye’den yana iken” görmedim Kuytul’u. Tuhaf, hatta tuhaf ötesi bir mesafesi var Türkiye’ye. Benzerini ancak Can Dündar’da falan görebiliriz bu mesafenin. “Uçak uçağı düşürür” meselesinde de, Suriye meselesinde de bu rahatsız edici mesafesi “bu adam yanlış adam” fikrimi güçlendirmiştir.
İkincisi, Kuytul’un “bir proje olarak” toplumun karşısına çıkması ve açık konuşmak gerekirse “gerekli malzemeyi sosyal medyadan dolaşıma sokma” konusunda gösterdiği aşırı gayrettir. Hoca gibi değil, bir kasaba politikacısı gibi davranmayı seçmesidir.
Üçüncüsü ise kadın meselesinden bir sürü başka meseleye “birinci sınıf bir kütleştirici” olarak var olmasıdır. “Bağlılarının zihinsel gelişimini durdurmaya yeminli” gibi davranmasıdır.
Doğrusu, bulduğum her fırsatta bu üç sebep üzerinden eleştirilerimi yönelttim Kuytul’a. Yöneltmeye de devam ederim gerek görürsem.
Fakat bugün, tutuklu durumdaki Kuytul’u eleştirmek için değil “adalet talebi” için yazıyorum. Hem dava dosyasını inceledim hem de Kuytul’un tutukluğu sona erdikten sonra tekrar tutuklanmasını dikkatle takip ettim. Bana göre şudur: Eğer hukuk makamlarının elinde bizim bilmediğimiz bir delil, bir suçlama yoksa dosyadaki mevcut suçlamalarla Kuytul’u hapiste tutmanın adaletle ilgisi yoktur. Yok eğer bizim bilmediğimiz bir şey varsa devletin de hukuki makamların da bunları kamuoyu ile paylaşması elzemdir. Söylendiği gibi “örgütsel yapılanma, terör propagandası, dış güçlerle işbirliği v.b” var ise boşuna üzülmeyelim. Eğer bunlar sabit değilse “hapiste olmaması gereken bir adamın hapiste olması” yüzünden de boşuna üzülmeyelim.
Ve evet, adalet sevmediğimiz insanlar için de istediğimizde adalet olur.
Aliya
Aliya’yı severim. Hem de çok severim. Bazı yazarlarını “ekstra dikkatle” takip ettiğim “sol.org.tr” isimli haber portalının, üstelik Srebrenitsa Soykırımı’nın yıldönümünde, “skandal ötesi” denilebilecek bir analize imza attığını görünce Aliya’yı niçin sevmem gerektiğini bir kez daha anlamış oldum.
Aliya’yı Nazi ve NATO’cu olmakla suçlayan ve neresinden baksan “rezalet” denilebilecek analizde düşülen en büyük hata son zamanlarda yaygın olarak gördüğümüz “romantik Titoculuk.”
Evet, Tito bence de “son tahlilde başarılı sayılabilecek” bir yönetimle ülkesini hem Avrupa-ABD, hem de Rusya vahşiliğinden korumayı başarmış; bir dönem Yugoslavya ekonomisini dünyanın üçüncü büyük ekonomisi haline getirmiş bir sosyalist liderdir. Bu yanıyla “Müslümanlara fazladan düşmanlığını” bile, Sırplara sürekli alan açan “yarı dikta yönetimi”ni bile sineye çekebiliriz bir yere kadar.
Ama yahu, Tito’nun ölümüyle birlikte Sırpların yaptığı “etnik milliyetçiliği” solculuk, hatta Titoculuk saymak nereden çıktı Allah aşkına? Sırpların hayali “birleşik Yugoslavya” değil “büyük Sırbistan” idi. Hiç mi tarih okumadınız? Hadi o rezalet yazıyı “çırpıştıran” editörünüz bu işlerden hiç anlamıyor diyelim. Yahu aranızdan biri çıkıp “Titoculuk romantizmi yapmışsınız ama Sırplar bildiğin faşist amaçlarla hareket etti o dönem. Slovenler ve Hırvatlar arkalarına bile bakmadan o yüzden bağımsızlık ilan ettiler” demedi mi? Sırpların berbat ve leş “Ortodoks Rusçuluğunu” bizim solcuların “sosyalizm” zannetmesini gerçekten aklım almıyor.
Aliya’nın Nazi ve NATO’cu olduğu iddiaları yeni değil elbette. Sırpların ve “emperyalistlerle iş tutmaya bayılan” bir takım haysiyetsiz Boşnak liderlerin yıllardır çiğnediği bir sakız bu. Boşnak halkına “İslâmî ve millî bir şuur vermekten” başkaca hedefi olmayan Aliya için de beklenir bir şey bu iftiralar.
İlk cümlem sol portala. Balkanlarda etnik milliyetçiliği, Suriye’de mezhepçiliği savunmak solun bütün değerlerine ihanet etmek manasına gelir. Bir gram fazlası değil.
İkinci cümlem ise Srebrenitsa Soykırımı üzerine. Evet, Aliya, hatıralarında da detaylı şekilde anlattığı gibi, Srebrenitsa’da bir yanlış yapmıştır. O yanlış, Birleşmiş Milletlerin 600 Hollandalı askerin garantörlüğünde “güvenli bölge” ilan ettiği bir şehirde böylesi bir soykırıma müsaade etmeyeceği yönünde geliştirdiği inançtır. Bana sorarsanız Srebrenitsa Soykırımı, Belgrad ile arasında 80 kilometre kalmış Boşnak ordusunu “savaşı bitirmeye ikna etmenin” en kanlı yöntemidir. O aşağılık Birleşmiş Milletler ile o gerzek NATO, Boşnaklar 3 yıl boyunca öldürülürken değil de Bosna ordusu Belgrad’a yürüyebilecek düzeye geldiğinde durdurmuşlardır savaşı. Memleketin solcuları bari bu kadarını bilip anlayaydı iyiydi.
Sonun sonu: Sol haber portalının solcularını önümüzdeki yıl 11 Temmuzda Srebrenitsa’ya götürelim bence. Bizi Saraybosna’dan Srebrenitsa’ya götüren otobüsün camlarından dışarıyı seyretsinler. Yol boyunca beşikteki çocuğundan ayağı çukurda yaşlısına kadar binlerce Sırp faşistin “kafa kesme işareti” yaptığını görünce; Srebrenitsa’da yaşayan Sırpların yemedikleri halde gün boyu “soykırımı kutlama amaçlı olarak” domuz çevirdiklerine şahit olunca belki de Titoculuk zannettikleri şeyin neye benzediğini anlarlar. Anlamasalar da en azından denemeye değer.