Almanya’da tırmanışa geçen ‘Aşırı Sağ’ tehlikesi, yeni Hanau katliamlarının habercisi

Hakan Albayrak, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın Hanau Katliamı’nın yıldönümü münasebetiyle yaptığı açıklama ışığında ülkede tırmanışa geçen ‘aşırı sağ’ tehlikesini değerlendirdi.

Hakan Albayrak’ın Karar gazetesinde yayımlanan yazısı (22 Şubat 2021) şöyle:

 Alman devletinin ‘sağ gözü’ açıldı

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, 4’ü Türk 9 yabancının ırkçı bir Alman tarafından öldürüldüğü Hanau Katliamı’nın birinci yıldönümü münasebetiyle sosyal medya hesabından paylaştığı mesajda dedi ki: "Ülkemizde ırkçılık günlük hayatta sıradanlaştı, yaşamı mahvediyor, öldürüyor. Hanau'da olanları hiçbirimiz tahmin etmedik diyemez." 

İstihbarat verilerine göre Almanya'da 33 bin aşırı sağcının (Neo-Nazi) bulunduğunu, bunların 13 bininin şiddet eğilimli olduğunu ve bu eğilimin gittikçe arttığını hatırlatan Maas “Neden bizde tüm alarm zilleri çalmıyor?" diye sordu.

Alarm zilleri çalmak şöyle dursun, ırkçılığı, yabancı düşmanlığını, “İslamofobi”yi yıllarca besledi siyaset kurumu. Koskoca devlet adamları -hem de ‘ana akım’ siyasetçiler- “İslam Almanya’ya ait değil” gibi cümleler kurabildi. Sosyal demokratlar bile “paralel toplum”a müsaade edilmemesi gerektiğini haykırabildi. Yeşiller’de bile ‘Mesele İslam’ın suiistimal edilmesi değil İslam’ın kendisi’ diyenler çıkabildi. Anlı şanlı demokratlar yabancılara ve bahusus Müslümanlara tepkide bu kadar ileri gidebilince, sokaktaki faşist tabii ki işi cami kundaklamaya veya “kara kafa” bir dönerciye kurşun sıkmaya kadar vardırabildi. 

Sağduyu ehli ‘Kırmızı alarm!’ deyip durdu; ‘Gereken tedbirler derhal alınsın! İşe, demokratik toplumu tehdit eden bu tür saldırıların adı konarak başlansın: Terör! Bu terörle mücadelede azami derecede ciddiyet şart! Polisiye tedbirler yetmez; ülkeye hâkim olan zehirli atmosferin değişmesi için herkes -siyasetçiler, medya, sivil toplum kuruluşları- üzerine düşeni yapmalı!’

Olmadı. Yapılmadı. Zehirli atmosferin zehir oranı yükseldikçe yükseldi. Alenen yabancı düşmanlığı, İslam/Müslüman düşmanlığı propagandası yapan bir siyasi parti Almanya’nın en büyük siyasi partileri arasına girecek kadar büyüdü, güçlendi. ‘Ana akım’ siyaset kendine çekidüzen vereceğine o partinin beslendiği atmosfere mümkün mertebe uyum sağlamaya çalıştı. Sağduyudan şaşmayan veya şaşmamaya özen gösteren siyasetçiler (Başbakan Angela Merkekl başta) her zaman oldu ve hâlâ var, hem de çok; ama onlar bile ırkçı, yabancı düşmanı, İslam düşmanı saldırılara şöyle ağız dolusu bir “terör” diyemediler. 

Şu da önemli: Hep hoşgörüye çağırdılar, ama sanki ‘Bunlara katlanmak size ne kadar zor gelirse gelsin katlanmak mecburiyetindesiniz’ demeye getirdiler; multikültürel toplumun güzelliklerini anlatmak kimsenin aklına gelmedi.

Tabii ki hep kınandı, telin edildi bu tür saldırılar. Sonra? Unutuldu. Aşırı sağa karşı toplumsal bir seferberlik havası oluşturulmadı. Polisiye tedbirler bile doğru dürüst alınmadı.  Adeta yaldızlı davetiye çıkarıldı Hanau Katliamı’na.

***

Aşırı sağcı terör meselesine ciddiyetle eğilmeyen Alman devleti için “sağ gözü kör” denirdi. Hatta “sağ gözünü körleştirdi” denirdi. Göz yummanın ötesinde bir sorun: Hiç görmemek ve görmemekte ısrar etmek.

NSU (Nasyonal Sosyalist Yeraltı) örgütünün Türklere yönelik terörist saldırıları yıllarca “döner cinayetleri” diye anıldı, Türklerin kendi aralarındaki para-pul davalarından mütevellit bir mesele gibi görüldü/gösterildi; söz konusu örgütün içinde istihbarat elemanları da olduğu ve meselenin mahiyeti devlet tarafından gayet iyi bilindiği halde ne ırkçılık ne de terör bahsi geçti. Ta ki mesele -NSU’nun kendi kendini ifşa etmesi sayesinde- bütün çıplaklığıyla kamuoyuna mâl olana kadar.

Ondan sonra da pek çok Neonazi saldırısı oldu. Bu saldırılarda ölenler de oldu. (1990’lı yıllardan bu yana Almanya’da ırkçılığa ve İslam düşmanlığına dayalı saldırılarda öldürülen insanların sayısı 200’e yakın.) Ne var ki 2016’da Münih’te bir alışveriş merkezinde dokuz insanın ve 2019’da Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke’nin (mülteci dostu bir siyasetçi) öldürülmesi olayları dışında, Alman devletinin “sağ göz” kapalı kaldı. Bu iki olayda ise hafifçe ‘aralandı’.

***

Meselenin adının doğru dürüst konulması için maalesef Hanau Katliamı’nın yaşanması gerekiyordu.

Cumhurbaşkanı Ralf Walter Steinmeier: “Hunharca bir terörist şiddet eylemi… Nefret, ırkçılık ve şiddete karşı birleşelim… Siyasette, medyada, toplumun her yerinde kullandığımız dile dikkat edelim…”

Başbakanı Angela Merkel: “Irkçılık zehirdir, nefret zehirdir…”

Hanau Katliamı’na devletten gelen bu tepkiler, “sağ göz” sorununun nihayet çözüldüğünü ve ırkçılık / yabancı düşmanlığı / İslam düşmanlığı ile doğru dürüst bir mücadelenin başlayacağını müjdeliyor gibiydi. Derken araya Kovid-19 salgını girdi ve gündem kökten değişti.

Katliamın yıldönümü münasebetiyle yapılan açıklamalar ve düzenlenen etkinlikler, bilhassa Dışişleri Bakanı Maas’ın sarsıcı mesajı (ki o mesajda Alman polis teşkilatındaki ırkçıları ayıklama çabasına da değiniliyor), ırkçılıkla mücadeleyi yeniden Almanya’nın başlıca gündem maddesi haline getirmesi bakımından önemli. Bir yıldönümü gündemi olarak kalmaz ve gereği yapılır inşaallah.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!