Almanya parlamentosunda 1915 olaylarıyla alakalı karar tasarısının görüşüldüğü oturumda söz alan bütün milletvekilleri, Ermenistan’la Türkiye’yi barıştırmak ve yakınlaştımak istediklerini, Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasıyla bölgede çiçeklerin açacağını, söz konusu tasarının bundan başka bir maksada matuf olmadığını söylediler.
“Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenileri ve diğer Hıristiyan azınlıkları soykırımdan geçirdiğini resmen kabul ettiğimizde Türkiye’yi de bu yönde cesaretlendirmiş ve Ermenistan’la Türkiye arasındaki buzları eritecek bir süreci başlatmış olacağız.” dediler, tekrar tekrar.
Onları dinlerken çok duygulandım.
Kendi dertleri başlarını aşmışken bir de Ermenistan’la Türkiye arasındaki meseleyi dert ediniyorlar, bizim adımıza üzülüyor ve bize yardımcı olmaya çalışıyorlar, ne kadar faziletli ve asil insanlar diye düşündüm.
Bir milletvekili, şair-feylesof Schiller’den feyz ile “İnsanın insana verebileceği en kıymetli şey hakikattir.” dedi; ne güzel.
***
“Herhalde birazdan birileri çıkıp Ermeni kuvvetlerinin 1915’te Anadolu’da ve 1918-1920’de Ermenistan ile Azerbaycan’da Müslümanları katliamdan geçirdiklerini hatırlatıp bu gerçekle de yüzleşmek gerektiğini söyleyecektir.” diye bekledim.
1992 Hocalı Katliamı’nın zikredilmesini de bekledim.
Ne var ki hakikatin bu yüzü hiç gündeme gelmedi.
“Yahu, Ermenistan-Türkiye yakınlaşması için Ermeni soykırımının Türkiye tarafından tanınması gerektiğini nereden çıkarıyoruz? 2009’da iki ülke arasındaki ilişkiler böyle bir tanıma gerçekleşmeden normalleşme yoluna girmişti. Normalleşmenin gerçekleşmemesi 1915 meselesindeki ihtilaftan değil, Karabağ meselesindeki ihtilaftan kaynaklandı.” diyen kimse de çıkmadı.
Azerbaycan topraklarının beşte birinin halen Ermenistan işgali altında olduğu ve Türkiye’nin bu nedenle Ermenistan’la sınırını kapalı tuttuğu hakikatinin h’si bile zikredilmedi.
Hal böyle olunca ben de duygulanmaktan ve o Alman milletvekillerine fazilet atfetmekten vazgeçtim tabii.
Ama kızamadım da.
Zavallı bir halleri vardı çünkü.
İki arada bir derede debeleniyor gibiydiler.
Yaptıkları işin sebebini izah etmeye çalışırken ıkınıp sıkınıyor, gerekçelerine belli ki kendileri de inanmıyorlardı.
Konuşmalarının satır aralarında ‘Aman Türkiye bizi yanlış anlamasın, vallahi Türkiye ile bir derdimiz yok, Türkiye’yi suçlamak aklımızın ucundan bile geçmiyor.’ mesajını verip durdular.
Türkiye’nin anlayışına sığınıyorlardı adeta.
‘Bizi anlayın, bunu istesek de istemesek de yapmak mecburiyetindeyiz.’ diyorlardı lisan-ı hal ile.
Peki niye yapmak mecburiyetindeydiler?
Ve niye şimdi?
Niye bu alâkasız konjonktürde?
***
Hocalı Katliamı ve Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından hicret etmek zorunda kalan yüzbinlerce Azeri’nin neredeyse çeyrek asırdır devam eden hal-i perişanı umurlarında olmadığına göre maşeri vicdan seçeneği üzerinde duramayız.
Öyleyse nedir?
Karar tasarısının altında imzaları bulunan Hıristiyan Demokrat/Hıristiyan Sosyal Birlik Partileri (CDU/CSU), Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve Yeşiller ile onlara dışarıdan destek veren sosyalistlerin gelecek sene yapılması planlanan genel seçimlerde Ermeni oylarına duydukları ihtiyaç mı?
O da olamaz, çünkü Almanya’daki Ermeni nüfusu 30-40 bini geçmiyor, Türkler ise 3 milyon.
Oy hesabı olsa, Karabağ’daki Ermeni zulmü üzerinde durulurdu.
Demek ki ya Erdoğan’a pislik olsun diye girdiler bu işe, veya Türkiye’yi her cephede köşeye sıkıştırmak isteyen uluslararası sistem ağalarının hatırı için.
Öyle veya böyle; pek de içlerine sinmediği intibaını edindim ben.
‘Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete’ havasındaydılar.
Türkiye’nin, bilhassa Erdoğan’ın intikamından çekindikleri her hallerinden belli oluyordu.
Ne yalan söyleyeyim, hoşuma gitti bu halleri.
***
Peki, bu mesele yüzünden Almanya ile köprüleri atmalı mıyız?
Tabii ki hayır.
Karar