Almanlar, medyanın “Filistin-İsrail Savaşı” ile ilgili haberlerine güvenmiyor

Almanya'da yapılan bir ankete göre neredeyse her iki kişiden biri Gazze'de devam eden savaşla ilgili medyada çıkan haber içeriklerine ya hiç güvenmiyor ya da çok az güveniyor. Peki Alman medyasına olan bu güvensizliğin arkasında hangi sebepler yatıyor?

Kamu kurumu olan Kuzey Almanya Radyosu NDR’nin medya magazin programı ZAPP, Alman medyasında İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik yürüttüğü “savaş” ile ilgili çıkan haberlerin halkta nasıl bir karşılık bulduğunu araştırmak üzere Infratest Dimap araştırma şirketine bir anket yaptırdı. Nüfusu temsil eder nitelikte olan anketin sonucu: Ankete katılanların yüzde 40’ı Gazze ve İsrail’deki savaşla ilgili Alman haberciliğine büyük ölçüde ya da çok güvendiğini ifade ederken, katılımcıların yüzde 48’i, yani neredeyse her iki kişiden biri, ya çok az güvendiğini ya da hiç güvenmediğini belirtti. Yüzde 12’lik kesim ise herhangi bir yorum yapamadı veya yorum yapmaktan kaçındı.

Her üç kişiden biri, “çok fazla İsrail yanlısı haber yapılıyor” diyor

Berlin Hür Üniversitesi İletişim Çalışmaları Enstitüsünde dış habercilik alanında araştırmalar yapan Prof. Carola Richter anket sonucuyla ilgili olarak, temsili olması amaçlanan bir medyaya güven araştırması için bu oranların oldukça yüksek olduğunu kaydetti. Normalde geleneksel medyanın haberciliğine her zaman belli bir temel güven vardır diyen Richter, “Bu açıdan bu çok önemli bir bulgu.” yorumunu yaptı.

Alman kamu yayıncısı ARD’nin Genel Yayın Yönetmeni Oliver Köhr ise Alman medyasının bir bütün olarak değerlendirildiği araştırmadan çıkan rakamları endişe verici bulduğunu belirterek, “Bu kadar çok insanın haberciliğe güven duymaması gerçekten ürkütücü.” açıklamasını yaptı.

ZAPP anketinden çıkan bir başka sonuca göre katılımcıların yüzde 38’i savaşla ilgili haberlerin dengeli olduğunu düşünürken, yüzde 31’i Alman medyasının çok fazla İsrail yanlısı haber yaptığı görüşünü paylaşıyor. Ankete katılanların sadece yüzde 5’i medyanın çok güçlü bir şekilde Filistin yanlısı haber yaptığını düşünüyor. Katılımcıların yüzde 26’sı ise bu konuda herhangi bir yorum yapmadı veya yapmak istemedi.

Alman medyasında Filistinlilere yer yok

İletişim bilimci Richter’e göre, insanların neredeyse üçte birinin medyanın İsrail’in yanında yer aldığını düşünmesi alışılmadık seviyede yüksek bir oran. Normalde farklı medya organları farklı pozisyonları temsil ettiği için, daha fazla insanın haberciliği dengeli olarak algılaması beklenirdi ancak anket sonuçlarından anlaşıldığı üzere bu öyle olmadı. İnsanların Alman medyasında İsrail lehine bir dengesizlik olduğu izlenimine kapılmasının nedenlerinden biri olarak özellikle sosyal medyada sıkça eleştirilen, Filistinlilerin bakış açıları ve yaşadıkları acının Alman medyasında yeterince yer bulmaması gösteriliyor.

Araştırmayı gerçekleştiren ZAPP, bu izlenimin doğru olup olmadığını kontrol etmek için ARD ve ZDF’de 7 Ekim 2023 ile 2024 Temmuz sonu arasında yayımlanan tüm tartışma programlarını inceledi. ARD’de savaş konusunu ele alan 15 tartışma programında Filistin kökenli üç konuk vardı; buna karşılık on konuk İsrail vatandaşıydı. Kendisine tartışma programlarına davet edilen konuklarda neden böyle bir dengesizlik olduğu sorusu yöneltilen ARD Genel Yayın Yönetmeni Oliver Köhr, “Bunu gerçekten hayal edemiyorum.” diyerek ARD’nin tartışma programı editörlerinin bu tür konularda genellikle dengeye dikkat ettiklerini ve açık bir tutarsızlık olmuş olsaydı bunu fark edeceğini belirtmekle yetindi.

ZDF tartışma programlarında ise durum biraz daha farklı: Savaşla ilgili yapılan 30 programda Filistin kökenli toplam sekiz kişi yer alırken, İsrail vatandaşı dokuz kişiye yer verildi.

Axel Springer: “Kurumsal ilkemiz İsrail devleti’nin var olma hakkı”

Axel Springer Yayınevi, Gazze ve İsrail’deki savaşın haberleştirilmesinde özel bir rol oynuyor. Yayınevi, “Welt” gazetesi ve televizyon kanalının yanı sıra Almanya’nın en yüksek tirajlı gazetesi olan “Bild”in de sahibi. Yayınevinin beş ilkeden oluşan kendine ait bir “kurumsal anayasası” var. Bu beş ilkeden biri: “Yahudi halkını ve İsrail Devleti’nin var olma hakkını destekliyoruz.”

Carola Richter, “Yahudi halkıyla ve İsrail’in var olma hakkıyla dayanışma, inanıyorum ki diğer pek çok medyanın da benimseyeceği bir şeydir” diyor. Ancak Axel Springer’in bundan Filistinlilerin ve İsrail’e yönelik eleştirilerini dile getiren herkesin “itibarsızlaştırılması ve tabiri caizse aleyhlerinde yazılması gerektiği” sonucunu çıkardığını belirtiyor. Bu anlayışla yayınevine ait bir gazetede mayıs ayında çıkan ve çok eleştirilen bir örnek şöyle: Berlin üniversitelerindeki akademisyenler, Filistin yanlısı öğrenci protestolarına yönelik polis tahliyelerine karşı çıkarak bir mektup yayınlamıştı. Bild gazetesi ise bu akademisyenler hakkında, her birinin fotoğraflarının ve isimlerinin de yer aldığı ve onları karalayan bir haber yayımladı. Bunun üzerine üniversite yönetimi bir açıklama yaparak, “Üniversitemizdeki akademisyenlerin Bild gazetesi tarafından karalanmasını şiddetle kınıyoruz. Medya hukuku ile ilgili adımları inceliyoruz.” demiş ve konuyu mahkemeye taşıyacaklarını duyurdu.

Eleştirilerin odağındaki Springer yayınevi ZAPP’ın birkaç yazılı sorusuna sadece genel bir yanıt vermeyi tercih etti. Bu yanıtta editoryal bağımsızlığın yayınevinin en önemli ilkelerinden biri olduğunu belirterek, bu bağımsızlığın bir parçasının da, yazı işlerinin İsrail hükûmetinin politikalarını kendi bakış açısıyla ele alırken aynı zamanda Hamas’ın terörist saldırısı ve bu görecelileştiren antisemit eylem ve söylemler hakkında da açık ve net bir şekilde haber yapması olduğunu belirtti.

Alman Medyası, İsrail Ordusunun Sözcülüğünü mü Yapıyor?

Almanya’da Orta Doğu’ya ilişkin haberciliği eleştirenlerin yönelttiği bir diğer suçlama da, İsrail hükûmeti ya da ordusunun, bazıları aşırı sağcı olan anlatılarının Alman medyasında sorgusuz sualsiz benimsenerek aktarılması yönünde. Gazetelerde, internet medyasında ve haber programı Tagesschau’da da bunun örneklerini bulmak hiç de zor değil.

Örneğin 10 Temmuz’da İsrail ordusu Gazze’de yaşayan herkesi kenti terk etmeye çağırdığında, aynı gün 14:00’te Tel Aviv‘den Tagesschau’nun sorularını yanıtlayan Laura Goudkamp, kendisine sivillerin nereye kaçması gerektiği sorulduğunda, ilk olarak İsrail ordusunun Gazze (şehir) halkına bu konuda bilgi vereceğini ifade etmiş ve daha sonra “Tabii ki insanların güvenli bir koridordan geçerek kenti terk edebilecekleri ve daha sonra kentin dış mahallelerinde sığınak bulabilecekleri yerler hakkında ağızdan ağıza bilgi aktarılıyor.” açıklamasını yapmıştı. Ancak bilindiği kadarıyla Gazze Şeridi’nde böyle bir güvenli kaçış koridoru ya da sığınak bulunmuyordu.

Bu programın içeriğinden sorumlu olan ARD’nin Tel Aviv’deki stüdyosunu yöneten Christian Limpert, “Bu, yapılmasına izin verilmemesi gereken bir hata ve elbette bir stüdyo olarak itibarımızı da büyük ölçüde zedeliyor.” diyerek yaptıkları hatayı kabul etse de bu ve benzeri örnekler sosyal medya kullanıcıları arasında hızla yayılarak Alman medyasına olan güvenin azalmasında büyük rol oynuyor.

Sosyal medya sayesinde birçok farklı haber kaynağından veya doğrudan olay yerinden gelen görüntülerle birinci elden bilgiye ulaşabilen insanlar, geleneksel medyadan uzaklaşarak daha özgün ve işlenmemiş olduğunu düşündükleri içeriklere yöneliyorlar. Günümüzde sosyal medyanın bilhassa gençler arasında birincil haber alma kaynağı hâline geldiği düşünüldüğünde, belli ideolojik ajandalar veya devlet politikaları doğrultusunda haber yapan geleneksel medya organlarının okuyucuya güven verme konusunda işleri daha da zorlaşacak gibi görünüyor.

Yorum Analiz Haberleri

Katil Netanyahu'nun yolsuzlukları: The Bibi Files
Lübnan'daki mazlumlara umut olmak için seferber oluyoruz!
Yerli Siyonistler varken düşmana ne hacet!
Milliyetçiliğin sebep olduğu akıl ve irade yoksunluğu
Hizbullah’la Hamas arasındaki kalibre farkını açıkça gösteren gelişmeler...