Prof. Dr. Kemal İnat, Almanya’nın eleştirilere konu olan Rusya-Ukrayna politikasını AA Analiz için kaleme aldı.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonucu yaşanan savaşın başta Avrupa olmak üzere uluslararası siyasete etkisinin ciddi boyutlarda olacağı tahmin ediliyordu. Fakat Almanya’nın savaş nedeniyle yaşanan gelişmelerden bu derece etkilenmesi beklenmiyordu. Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Polonya ve Baltık ülkeleri liderleriyle Kiev’e dayanışma ziyaretinde bulunma isteğinin Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy tarafından geri çevrilmesi, Berlin’in Rusya-Ukrayna politikasının Almanya için doğurduğu olumsuz sonuçları gösterdi. Mevcut koalisyon hükümetinin olduğu kadar önceki federal hükümetlerin de Rusya politikası konusundaki yanılgıları Berlin’in bu duruma düşmesine neden oldu.
Koalisyondaki anlaşmazlıklar
SPD’li Şansölye Olaf Scholz başkanlığındaki federal hükümet, en başından beri Rusya saldırganlığı karşısında en doğru tavrın ne olacağı konusunda ciddi sorunlar yaşıyor. Koalisyon ortakları Yeşiller ve FDP ile arasında bu konuda önemli görüş ayrılıkları var. Federal Meclis (Bundestag) Savunma Komisyonu Başkanı FDP’li Marie-Agnes Strack-Zimmermann, Ukrayna stratejisini, başkanı olduğu komisyon önünde açıklaması için Şansölye Scholz’a bir davet mektubu gönderdi. Bu mektup, sadece Strack-Zimmermann’ın değil, koalisyonun küçük ortağı FDP’nin de Scholz’ün Rusya-Ukrayna savaşına dair stratejisini anlamadığının ya da tasvip etmediğinin işareti olarak okunabilir.
Bir diğer koalisyon ortağı Yeşiller milletvekili ve Bundestag’ın Avrupa Komisyonu Başkanı Anton Hofreiter de bir televizyon programında verdiği demeçte, “Almanya’nın yaptırımları ve silah teslimatını frenleyen tutumu yüzünden savaşın uzaması riskinin artmasından” şikayet ediyor. Yeşiller ve FDP’den gelen bu eleştirilere karşılık Şansölye Scholz, Alman hükümetinin elindeki zaten yetersiz olan silahları Ukrayna’ya göndermesi durumunda kendisinin NATO yükümlülüklerini karşılayamayacak duruma düşeceği argümanıyla daha fazla silah sevkiyatına karşı direniyor. Buna karşılık yine Yeşiller partisine mensup Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Ukrayna’ya ağır silahların gönderilmesi konusunda ısrarcı bir politika izliyor.
Rusya politikasında sorumlular
Ukrayna Savaşı, daha yeni kurulan Alman federal hükümeti içinde derin bir çatlak oluşturmuş durumda. Yeşiller ve FDP, Rusya’ya karşı daha sert bir politika izlenmesi gerektiğini savunurken SPD hala temkini elden bırakmama kaygısı içerisinde. SPD’nin koalisyon ortaklarını kızdıran bu temkinli politikasının arkasında yatan temel neden ise Almanya’nın Rusya politikasında gömleğin ilk düğmesini daha baştan yanlış iliklemesi yatıyor. Bu konuda ise sadece SPD’yi değil, önceki hükümetlere koalisyon ortağı olarak katılmış bütün partileri suçlamak gerekir. Bu durumda 16 yıl ülkeyi yönetmiş Merkel’in partisi CDU da, onun Bavyeralı küçük ortağı CSU da, SPD’li Schröder’in başbakanlığı sırasında koalisyon ortağı olan Yeşiller de, CDU’nun en sevdiği koalisyon ortaklarının başında gelen FDP de Almanya’nın sorunlu Rusya politikasına katkıda bulunmuş ya da en azından itiraz etmemiş partilerdir.
Hepsi Almanya’nın ve Avrupa’nın enerji konusunda Rusya’ya bağımlı olmasına katkıda bulunmuş koalisyon hükümeti ortaklarıdır. Şimdi Litvanya ziyaretinde Dışişleri Bakanı Baerbock’un yıl sonuna kadar Rusya’dan petrol ithalatını ve 2024 ortasına kadar da doğal gaz ithalatını sıfırlamaktan bahsetmesi inandırıcı gelmiyor. Zira bu bağımlılığın bu süre içerisinde ortadan kaldırılması mümkün değil. Baerbock’un mensup olduğu Yeşiller’in kömür ve nükleer enerjiyi reddeden politikaları ise “Almanya içeride enerji üretmeden Rusya’dan enerji ithalatını kesmeyi nasıl başaracak?” sorusunun haklı olarak sorulması sonucunu doğuruyor.
Almanya’nın yanlış Rusya politikasında diğer partilerin de önemli sorumluluğu olsa da bu konuda en fazla eleştirilen parti SPD’dir kuşkusuz. Bunun temel nedeni ise, biri bugün halen görevde olan SPD’li iki önemli ismin Rusya lideri Putin’le olan yakınlığıdır. Bugünkü Cumhurbaşkanı ve partisi SPD’nin Hıristiyan Birlik Partileri ile kurduğu Büyük Koalisyon hükümetleri dönemlerinde sekiz yıl boyunca federal dışişleri bakanı olarak görev yapan Steinmeier, Putin’in saldırgan politikalarına karşı Almanya’nın izlediği yumuşak politikanın en önemli mimarlarından. Steinmeier, Ukrayna rotasını bypass etmesi öngörülen Kuzey Akım 2 doğal gaz boru hattının da en büyük savunucularından. Rusya’nın Kırım’ı ilhak edip Donbas bölgesini Ukrayna’dan koparmaya çalıştığı 2013-2017 döneminde de Alman Dışişleri Bakanı Steinmeier idi. Nisan ayı başında yaptığı bir açıklamada, kendisi de Rusya konusunda yanlışlar yaptığını ve “Kuzey Akım 2 konusunda ısrarcı olmasının açık bir hata” olduğunu kabul etti.
Putin’i cesaretlendiren Alman liderler
Putin ile yakın ilişkileri nedeniyle Almanya’da eleştirilerin odağında olan bir başka isim ise eski Şansölye Gerhard Schröder’dir. Steinmeier’den farklı olarak, Rusya konusunda yanlış yaptığını düşünmeyen Schröder, halen Putin ile yakın ilişkilerini sürdürüyor ve bütün eleştirilere rağmen Rus enerji devi Rosneft’in Denetleme Kurulu Başkanlığına da devam ediyor. Almanya gibi, AB’nin lider ülkelerinden birinde yedi yıl başbakanlık yapmış birinin Rusya ile bu kadar yakın ilişkilere girmesi, Putin’in saldırganlığı arttıkça gerek içeride gerekse dışarıda SPD ve Almanya’ya yönelik tepkiyi artırıyor. Özellikle Ukraynalı liderler ve bu ülkenin Almanya büyükelçisi, bazen diplomatik nezaket kurallarını da aşarak Almanya’ya sert suçlamalarda bulunuyorlar. İzlediği yanlış politikalarla Putin’i cesaretlendiren aktörlerin başında gelmekle suçladıkları Almanya’nın, bu yanlışlarını telafi etmek yerine şimdi de Ukrayna’ya ağır silah sevkiyatı ve Rusya’ya karşı yaptırımların daha da ağırlaştırılması konusunda engelleyici ya da kararsız bir tutum içerisinde olduğu eleştirisinde bulunuyorlar.
Almanya’nın uzun yıllardır izlediği ve genel olarak ciddi kazanımlar elde etmesini sağlayan pragmatik politika Rusya-Ukrayna Savaşı ile belki de en ciddi imtihandan geçiyor. Daha önceden pragmatik çizgileriyle Almanya’nın faydasına adımlar attıklarında alkışlanan siyasetçiler şimdi ilkesiz olmakla suçlanıyorlar. Hatta bu suçlamalar geriye doğru giderek bu siyasetçilerin geçmişteki politikaları nedeniyle eleştirilmelerine de yol açabiliyor.
Kuzey Akım 2 örneği
Bu yeni anlayışta artık Kuzey Akım 2 boru hattının inşa edilmesi, Rusya saldırganlığının teşvik edilmesi ve Ukrayna’nın parçalanmasına onay verilmesi olarak görülüyor. Halbuki geçmişteki pragmatik yaklaşım açısından bakıldığında, bu boru hattı Almanya’yı Ukrayna hattında oluşabilecek risklerden koruyacak ve Avrupa gaz piyasasında önemli oyunculardan biri yapacak faydalı bir proje olarak görülüyordu.
Buna karşılık ABD ve başta Polonya ve Baltık ülkeleri olmak üzere Rusya’nın sert politikalarından rahatsız olan birçok aktör ise bu boru hattının inşasına karşı çıkıyordu. Süreç içerisinde Rusya’nın saldırganlığı arttıkça Almanya içinden de karşı çıkanların sayısı artmaya başlasa da CDU-SPD koalisyon hükümeti “Almanya’nın çıkarları için faydalı” gördüğü projeyi her platformda tavizsiz bir şekilde savunmaya devam etti. Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Donbas bölgesini Ukrayna’dan koparmaya yönelik saldırganlığı Alman federal hükümetinin bu tavrını değiştirmemişti. Ancak gelinen noktada Rusya’nın bütün Ukrayna’yı hedef alan saldırısı, 5 milyonu aşan Ukraynalı mülteci sorununun ortaya çıkması ve Putin’in Ukrayna’nın ötesine uzanacak şekilde Avrupa’nın güvenliğini tehdit edecek politikalara yönelme riski Berlin’i Moskova karşısında politikasını sertleştirmeye zorladı. Bu durumda Kuzey Akım 2 projesinde ısrar edilmesi artık Almanya’ya fayda değil zarar veren bir politika olarak kendini gösterdi. Yeni gelen koalisyon hükümeti Almanya’nın bu konudaki politikasını değiştirip aslında inşası tamamlanmış boru hattını devre dışı bırakma kararı aldı. Fakat bu politika değişikliği Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Kiev’de istenmeyen lider olarak görünmesini engelleyemedi.
Bir Avrupa ülkesini hedef alan Rusya saldırganlığı sonucu Batı’da oluşan yeni atmosfer, Batı blokuna mensup ülkelerin artık kolektif sorumluluk içinde hareket etmelerini, kendi çıkarlarını bir kenara bırakıp Rusya’ya karşı inşa edilmeye çalışılan savunma hattına destek vermelerini gerektiriyor. Bugüne kadar kendi çıkarlarını her şeyin üzerinde (über alles) tutan pragmatik Almanya ise bu yeni atmosfere ayak uydurmakta zorlanıyor. Uluslararası İlişkiler bilimi açısından bakıldığında ise şu anda Rusya’ya karşı oluşturulmaya çalışılan ittifakın ana mimarı ABD’ye ne kadar güvenilebileceği sorusu da Berlin’in işini zorlaştırıyor.
***
[Prof. Dr. Kemal İnat, Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir]