Alman medyası Gazze’deki savaşın gerçeklerini nasıl gizliyor?

Gazze’deki savaşın bir yılının ardından Orta Doğu’nun büyük bir kısmı harabeye dönmüş durumda. Bununla birlikte Almanya'da Orta Doğu'ya dair gazeteciliğin güvenilirliği de yerle bir oldu. Fabian Goldmann, Alman medyasında Gazze'deki katliamlar hakkında na

Fabian Goldmann / Perspektif.eu

Alman medyası Gazze’deki savaşın gerçeklerini nasıl gizliyor?

7 Ekim 2023’ten sonra Alman medyasının Gazze Savaşı’nı nasıl ele aldığını bilmek isteyen birinin, bir sene sonra, 7 Ekim 2024’te akşam haberlerini açması yeterli olurdu. Tagesschau, uzun bir haberle Hamas’ın bir yıl önceki saldırısının kurbanlarına odaklandı. Bu empatik ve acı dolu bir haberdi. İzleyiciler, İsrail’deki 1.200’den fazla ölü ve 251 rehinenin yüzlerini gördü. Sunucuya göre “Holokost’tan bu yana Yahudilere yapılan en kötü katliam”ın arkasındaki isimleri ve hikâyeleri öğrendiler.

İsrail’in o tarihten itibaren bölgeyi savaşla kuşatması da programın konusu oldu. Haberin özeti şu şekildeydi: “İsrail birçok taraftan saldırıya uğruyor ve düşmanlarına karşı askerî sertlikle kendisini savunuyor.” Bu haberde izleyiciler, İsrail’in Hamas ve Hizbullah’a karşı verdiği mücadelenin sivillerin yaşamına da mal olduğunu öğrendiler. Ancak ölenler, onların geride kalanları ya da milyonlarca mülteciye dair görüntüler yoktu. Dokuz dakikalık haberde izleyicilerin gördüğü tek Filistinliler, Kalaşnikof taşıyan öfkeli erkeklerdi.

Alman Medyası Uzun Süredir Toksikti

Tek taraflılık, insanlıktan çıkarma, kayıtsızlık… Bunlar, 7 Ekim sonrası Alman Orta Doğu haberciliğinin bazı özellikleri. Bugün Almanya’da Orta Doğu’daki savaşı öğrenmek için bir gazetenin sayfalarını ya da televizyonu açan biri, büyük olasılıkla İsrail ordusunun açıklamalarıyla karşılaşıyor. Bu haberlerde suçlular edilgen yapılar arkasına saklanmış oluyorlar. “Hedefli karşı saldırılar” ve “sınırlı kara operasyonları” gibi yumuşatıcı ifadeler dile getiriliyor. “Şiddet döngüleri” ve “yangın alanları” gibi klişeler duyuluyor. Çarpıtmalar, ırkçılık ve sahte haberler göze çarpıyor. İyi gazetecilik örnekleriyle karşılaşma olasılığı ise giderek azalıyor.

Alman Orta Doğu haberciliğinin dibe vuruşu, neredeyse her haber bülteninde ve çoğu günlük gazetenin sayfalarında beliriyor. Bu çöküşten etkilenenler sadece gazeteciliğin temel yöntemleri değil. Konu ve perspektif seçiminden, kaynaklar, gerçekler ve yorumlara; doğru kelimeler, görüntüler ve bağlamlara karar vermeye kadar gazeteciliğin her kıvrımı bu dibe vuruştan etkilenmiş durumda.

Bu çöküşün sebepleri ise sözde “İslami barbarlık” ve Batı medeniyeti hakkında yaygın ırkçı klişeler. Güç sahiplerinin politikalarını sorgulamak yerine aktarmayı tercih eden bir gazetecilik anlayışıyla karşı karşıyayız. Birçok gazetecinin hissettiği İsrail’e karşı özel Alman sorumluluğu da bu çöküşün nedenlerinden birisi. Bu sorumluluk saçma bir şekilde şimdi kendi halkının da acı çektiği aşırı sağcı, katil bir rejime koşulsuz destek şeklinde tezahür ediyor.

Bu terkip, Alman haber odalarında 7 Ekim’den önce de zehirli bir etki yaratıyordu. Ancak kimyasalların patlamaya yol açması için nasıl doğru basınç ve sıcaklık dengesi gerekiyorsa, Alman haber odalarında da felaketi tetikleyecek bir kıvılcıma ihtiyaç vardı.

Kafası Kesilmiş Bebekler, Medeniyetin Çöküşü, Holokost

7 Ekim’den sonra, Alman medya çalışanları, insanlıktan çıkarma ve dramatikleştirme yarışında birbirlerini geride bırakmaya başladılar. Die Welt gazetesinin bazı başlıkları “Gazze Şeridi’nde masum sivil yok” ve “Allahu Ekber, yeni ‘Sieg Heil’ oldu” manşetini taşıyordu. Almanya’da kamuoyunda on yıllardır tabu olan ve skandallara konu olan Holokost benzetmeleri, ZDF Heute ve Tagesschau’nun akşam haberlerinde bile normal hâle geldi. Yerel gazeteciler, okullarda Filistin bayrağı ve kefiye taşınmasını, Hamas sığınaklarını tespit etmiş gibi bir coşkuyla bildirdiler. Federal Meclis’in 10 Ekim 2023’te Sol Parti’ten aşırı sağcı AfD’ye kadar oybirliğiyle İsrail’e koşulsuz destek açıklamasına birçok gazeteci de katılmış görünüyordu.

Bu süreçte birçok haber odası doğruluk konusunda da giderek daha az dikkatli olmaya başladı. 11 Ekim 2023’te Bild gazetesi “Kafası kesilmiş bebekler” başlığını attı. İki hafta sonra ise, “Teröristler bir bebeği fırında mı yaktı?” manşeti vardı. Bu ve diğer sahte haberler, birçok Batı ülkesinin medyasına sızdı. Ancak sadece Almanya’da bu haberler tüm medya spektrumuna yayıldı: Sol taz’den sağcı Die Welt’e, Focus’tan ZDF’ye kadar bu yanlış haberler asla düzeltilmedi ve bazıları hâlâ yayında. Bu haberler, düşmanın tamamen insanlıktan çıkarılması gibi geri alınamaz zararlar oluşturdu.

Orta Doğu’da ve Alman Haber Odalarında Her Şey Mübah

7 Ekim’in dehşeti ve birçok medyanın bu olaydan çıkardığı sonuçlarla birlikte, artık her şey mübah görünüyordu. İsrail ordusu için bölgeyi bugün bile akıl almaz bir şiddetle kuşatma altında tutmak mümkün olurken, bu durumu haberleştirenler için de bu durum mübahlaştı. 7 Ekim’den sonra her tabunun aşılışını ve kuralların yerle bir edilişini sorgulayanlar, hızla “terör sempatizanı” olarak damgalandı. Heyecanlı köşe yazıları ve magazin manşetlerinde, 7 Ekim’in saldırganlarını “barbar” ya da “terörist” yerine sadece “savaşçı” veya “militan” olarak tanımlayan kamu yayıncıları şiddetle eleştirildi. 7 Ekim 2023’ün Orta Doğu çatışmasının başlangıcı olmadığını ve bu katliamların bir geçmişi olduğunu dile getiren gazeteciler birçok durumda tamamen “cancel”, yani iptal edildiler.

Filistinlilere, Müslümanlara ve onların “solcu destekçilerine” yönelik bir nefreti körükleyenler sorunsuzca çalışmalarına devam edebildi. Gazetecilik standartlarını bir kenara bırakan ve haberlerini İsrail ordusunun basın bültenlerine göre şekillendirenler rahat bir şekilde ilerledi.

“Olanı Anlatın”dan “İsrail Ordusunun İddialarını Anlatın”a Dönüş

Alman Orta Doğu haberciliğindeki dengesizlik, gazetecilerin kimleri konuşturduklarında da kendini gösteriyor. Normalde gazetecilerin ilgili tüm taraflara söz hakkı tanıması gerekirken pratikte Alman medya izleyicileri bir yıldır genellikle İsrail tarafının seslerini duyuyor.

İsrail ordusu, İsrail hükûmeti ve İsrail istihbarat temsilcileri, bugün Alman haber bültenlerinin standart kadrosuna dâhil. Örneğin Tagesschau’da, 7 Ekim’den sonraki ilk ay içinde yapılan 31 yayının 28’inde İsrail hükûmeti ve ordusundan temsilciler yer aldı. Bu süre zarfında Tagesschau izleyicileri ne Gazze Şeridi’nde ne Batı Şeria’dan ne de yurtdışından Hamas veya FKÖ’den (Filistin Kurtuluş Örgütü) resmî bir Filistinli temsilciyi hiç görmedi. İsrail’in açıklamaları neredeyse hiç sorgulanmadı ya da eleştirel bir bakışla incelenmedi.

Basılı medyada da tablo benzer. Sadece İsrail ordusunun Berlin doğumlu sözcüsü Arye Sharuz Shalicar, 7 Ekim ile 6 Kasım arasında Almanya’nın en çok satan on gazetesinde 45 kez konuştu. Bunun dışında birçok televizyon programı, röportaj ve online medyada onlarca kez yer aldı. Bu sayı, tüm Filistinli resmî temsilcilerin toplamından çok daha fazlaydı.

İsrail ordusu sözcüleri ve hükûmet temsilcilerinin her yerde var olup Filistinli seslerin dışlanması, Alman Orta Doğu gazeteciliğinin güvenilirliğini geçen yıl büyük ölçüde sarsan buzdağının sadece görünen kısmı. “Gerçeği söylemek” olarak bilinen eski Spiegel sloganı, 7 Ekim ile birlikte birçok medya kuruluşu için “İsrail ordusunun iddialarını söylemek” hâline geldi.

Alman Orta Doğu haberciliği, tarafların iddialarını araştırmak ya da doğruluğunu sorgulamak yerine, bugün büyük ölçüde İsrail ordusunun iddialarını tekrarlamaktan ibaret. Çoğu durumda Alman medyasının haberleri, İsrail ordusunun basın bültenlerinden sadece tırnak işaretleri ve dilek kipleriyle ayrılıyor. Hatta bazen bu bile eksik.

Medya Gazze Şeridi’ndeki Hastaneleri Hedef Hâline Getirince

Böyle eleştirilmeden yapılan haberlerin ne kadar ölümcül sonuçlar doğurabileceği, ilk kez 2023 yılının Ekim ayı sonunda görüldü. İsrail ordusu, bir hastanede “Hamas komuta merkezi” olduğunu iddia ettiğinde, birçok Alman haber odasında şüphe uyanmadı. 28 Ekim 2023’te Tagesschau, “İsrail ordusu Hamas’ın mevzilerine ve altyapısına saldırıyor” manşetini attı. Bahsedilen yer, o dönemde Gazze Şeridi’nin en büyük hastanesi olan Şifa Hastanesiydi. Bild gazetesi de “Terör kliniği ifşa oldu” başlığını kullandı. FAZ ise “Hamas’ın Şifa Hastanesi altındaki merkezi bulundu” diye yazdı.

Benzer haberler diğer Batı ülkelerinin medyasında da yer aldı. Ancak Alman medyasının aksine, diğer ülkelerde İsrail ordusunun iddialarını sorgulayan gazeteciler de vardı. BBC, The Guardian ve Washington Post’tan muhabirler, görgü tanıklarıyla konuştu. Fotoğraf, video, belge ve diğer verileri inceledi ve İsrail’in iddialarının tutarlılığını kontrol etti. Gerçekleşen araştırma ve doğrulamalar sonucunda, Şifa Hastanesi etrafındaki İsrail ordusunun suçlamalarının hiçbirinin doğrulanamadığı ortaya çıktı.

Birkaç kötü 3D animasyon ve muhtemelen sahnelenmiş birkaç fotoğraf (üzerinde birkaç koruyucu yelek ve kalaşnikof bulunan) Almanya’daki gazetecilerin bir hastaneyi hedef almasına yetmişti. İsrail ordusu 15 Kasım’dan itibaren hastaneye saldırdığında muhtemelen yüzlerce insan öldü. Görgü tanıkları, askerlerin hastane hastalarını ve çalışanlarını infaz ettiğini bildirdi. Gazze Şeridi’nin bir zamanlar en büyük hastanesinden geriye İsrail ordusu sadece enkaz bıraktı.

Şifa Hastanesi’nde yaşanan, iyi belgelenmiş dehşet verici gerçekler, Dünya Sağlık Örgütü’nün hastanenin girişinde bulduğu toplu mezar gibi olaylar, Alman medyasında neredeyse hiç yer almadı. İsrail ordusu, hayali “terör kliniği” üzerindeki gerçek terörünü uygularken, çoğu medya kuruluşu çoktan bir sonraki “Hamas komuta merkezine” geçmişti.

Alman medyasının o dönemde bıraktığı miras, sadece yıkılmış bir hastane ve sayısız ölü değildi. Yaptıkları haberlerle, mümkün olanın sınırlarını da değiştirdiler. Daha önceki savaşlarda, Orta Doğu’da veya başka yerlerde hastaneler tartışmasız bir şekilde korunması gereken yerler olarak kabul edilirken ve onlara yönelik her saldırı savaş suçu olarak görülürken, artık bu görüş kamuoyunda tartışılır hâle geldi. Hastanelere saldırı konusu, mutlak bir tabu olmaktan çıkarak “Pro ve Contra” (Lehte ve Aleyhte) bir tartışma hâline geldi. Sonunda bu tür saldırılar o kadar sıradanlaştı ki artık kimse onları sorgulamaz oldu. Birleşmiş Milletler, 10 Ekim 2024’te yayınladığı kapsamlı bir raporda, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki sağlık sistemini yok etmeye yönelik bilinçli bir politika yürüttüğünü belirtti. Ancak bu rapor, hastanelerdeki “Hamas komuta merkezleri” ile ilgili sayısız sahte habere nazaran medyada neredeyse hiç ilgi görmedi.

Metindeki Tek Kaynak, Saldırganın Kendisi

Şifa Hastanesi’nin altındaki sözde “Hamas merkezi” hakkında haberler yayımlandığından bu yana, İsrail ordusu Gazze Şeridi’ndeki her hastaneye saldırdı, baskın düzenledi, bombaladı ve kısmen ya da tamamen yok etti. Bu saldırıların hemen öncesinde neredeyse her zaman İsrail ordusu tarafından “Hamas silah deposu”, “Hamas tüneli”, “Hamas fırlatma rampası” veya “Hamas komuta merkezi” iddiaları ortaya atıldı. Çoğu Alman medya kuruluşu bu iddiaları sorgulamadan yayımladı. Ancak İsrail’in bu suçlamaları hiçbir zaman bağımsız olarak doğrulanamadı.

Gazetecilerin, İsrail ordusunun dayanağı olmayan ve ölümcül propagandasını sorgulamadan kabul etmesi, sadece hastaneler için geçerli değil. 6 Ekim 2024’te Der Spiegel, “İsrail ordusu Hamas’ın okul binasındaki komuta merkezine saldırdı” diye yazdı. Bu tür manşetlerle medya, sadece İsrail ordusunun ölümcül propagandasını yaymakla kalmıyor, aynı zamanda gazeteciliğin temel ilkelerine de tamamen aykırı hareket ediyor. Der Spiegel’in başlığında olduğu gibi olguya dayalı bir iddiada bulunmak için gazetecilerin aslında bir tür doğrulamaya ihtiyaçları var: Sahada bulunan insanlarla yapılan röportajlar, bir muhabirin araştırmaları, güvenilir ve bağımsız kaynakların, örneğin yardım kuruluşlarının verdiği bilgiler… Kesinlikle her Spiegel editörünün eğitiminde öğrendiği şey budur. Ancak metinde bulunan tek kaynak, saldırganın ta kendisi, yani İsrail ordusuydu.

Bu örnekler sonsuz bir şekilde devam ettirilebilir: “İsrail ordusu, anaokulunda silah ve mühimmat bulunduğunu bildirdi” (N-TV), “İsrail, Hamas’ın camideki merkezini bombaladı” (N-TV), “UNRWA binasının altında Hamas tüneli bulundu”, “İsrail, çocuk odasında Hamas silah deposu buldu” (N-TV). Bu tür haberler istisna değil, Alman medyasında neredeyse her gün yayınlanıyor. Neredeyse hiçbir zaman bu iddiaların inandırıcı ya da bağımsız kanıtları bulunmuyor.

Gerçek olan ise bu haberlerin beraberinde getirdiği yıkım. Ancak İsrail’in saldırıları sırasında yok edilen 500 okul, 800 cami, on binlerce konutun arkasında yatan, iyi belgelenmiş acı hakkında Alman medyasında, İsrail ordusunun asılsız PR haberlerine kıyasla çok daha az şey bulunuyor.

Kollektif Gazetecilik Sorumsuzluğu

Alman kamuoyunun pek az bilgi sahibi olduğu bir diğer konu ise, bu saldırıların sonuçları. Gazeteciler savaş propagandasına alet olduklarında ve ölümcül gerçekler ortaya çıktığında, en azından o noktada bir düşünme sürecinin başlaması gerekirdi. Bu nasıl oldu? Kim sorumlu? Bunun sonuçları ne olacak? Tekrar yaşanmasını nasıl engelleyebiliriz? Ve haberlerimizin mağduru olanlardan kaybettiğimiz güveni nasıl geri kazanabiliriz? Bu sorularla ilgili tartışmalar, geçen yıl hiçbir Alman haber merkezinde duyulmadı.

Dışarıdan gelen eleştiriler de neredeyse yok denecek kadar azdı. Almanya’da bir gazeteci ünlüler, politikacılar veya yöneticiler hakkında araştırma yaptığında, hemen bir ihtarname alması muhtemeldir. Örneğin bir “köpek” saldırısıyla ilgili bir yazıda, fotoğraf ve ses kayıtları seçimiyle, olayın bir “kurt” saldırısı olduğu izlenimi yaratılırsa ilgili gazetecinin Basın Konseyi’nden uyarı alması mümkündür. Ancak tekrar tekrar bir ordunun propaganda haberlerini yayan, okulları ve hastaneleri delil olmadan terör merkezleri olarak tanıtan ve bu şekilde sayısız insanın ölümüne katkıda bulunan bir gazeteci, en kötü ihtimalle birkaç eleştirel okuyucu yorumu alır.

Kelimelerin Seçimi, Kimin Kimi Öldürdüğüne Bağlıdır

Dil, medyanın 7 Ekim 2023’ten bu yana gerçekliği tanınmaz hâle getirmek için kullandığı bir diğer araç Alman Orta Doğu haberciliğinde tamamen farklı kavramlar yerleşmiş durumda. Bu kelimelerin seçimi, yalnızca Orta Doğu’da o anda kimin kurban, kimin fail olduğuna bağlı. Bu etkinin en net gözlemlendiği iki olay, 30 Eylül 2024 akşamı İsrail kara birliklerinin Lübnan’a girmesi ve bir gün sonra, 1 Ekim 2024’te İran’ın İsrail’e füze saldırısıydı: Tagesschau, İran’ın İsrail’e yaklaşık 200 füze göndermesinin ardından “Orta Doğu’da gerginlik” diye haber yaptı.

Bir gün önce İsrail’in Lübnan’a saldırısına dair haber ise şöyleydi: “İsrail, yerel olarak sınırlı bir kara operasyonuna başlıyor.” Bild gazetesi, 1 Ekim akşamı “İran’ın büyük saldırısı” manşetini atarken, İsrail’in bir gün önce Lübnan’a girmesini “sınırlı kara operasyonu” olarak tanımladı. N-TV, İran’ın saldırısında “yeni bir tırmanma aşaması” gördü. Ancak Lübnan’daki İsrail tırmanışı, “terör altyapısını yok etmeyi amaçlayan sınırlı bir kara operasyonu” olarak tanımlandı.

Bu karşıtlık, tüm büyük gazeteler ve çevrimiçi medyada mevcuttu. Hepsi İran saldırısını ya FAZ gibi sade ve olgusal bir şekilde “İran füzeler fırlattı” başlığıyla ya da NZZ gibi dramatize ederek “tam bir gerilim” olarak tanımladı. Birçok yazıda, İran saldırısını tanımlamak için “yoğun” gibi sıfatlar yer aldı. Ancak çok daha ölümcül olan İsrail’in Lübnan işgalini tanımlarken bu tür ifadeler yoktu. Medya, İsrail saldırısını genellikle İsrail ordusunun belirlediği “sınırlı kara operasyonu” (WAZ) veya “Hizbullah hedeflerine yönelik hassas saldırı” (WELT) gibi yumuşatılmış ifadelerle anlattı. Hiçbir yayın organı İsrail saldırısını tanımlamak için “istila” veya “savaş” terimlerini kullanmadı.

Son “Sınırlı Operasyon” Gazze Şeridi’ni Bir Hayalet Şehire Dönüştürdü

Medya kuruluşlarının, İsrail saldırılarının gerçekten “kesin” veya “sınırlı” olup olmadığını nasıl doğruladıkları, hiçbir yazıda açıklanmıyor. İsrail ordusunun bir basın bülteni, Alman medyasının kendi dikkatli olma yükümlülüğünü göz ardı etmesi için yeterli. Oysa bu noktada editörler çok daha iyi bilmek zorundaydı. İsrail ordusu, Mayıs 2024’te Gazze Şeridi’ndeki Refah şehrine girdiğinde, birçok medya kuruluşu neredeyse aynı ifadeleri kullanmıştı: “İsrail, Refah’ta ‘sınırlı’ operasyonlarını sürdürüyor.” Bu dpa haberi, büyük gazetelerin çoğunda yer aldı. Birkaç hafta sonra, daha önce bir milyondan fazla mülteciye ev sahipliği yapan Refah, büyük ölçüde yıkılmış bir hayalet şehir hâline gelmişti. Bunu öğrenmek için yabancı gazeteleri okumak gerekiyordu. Alman medyasında, “sınırlı operasyonun” gerçek boyutu ve sonuçları hakkında çok az şey yer aldı. Bu olayda da medya çoktan bir sonraki “özel operasyon” ve “hassas karşı saldırı” haberine geçmişti.

Medyanın olayları nasıl farklı şekilde tanımladığı, İsraillilerin mağdur mu yoksa fail mi olduğuna bağlı olarak, genellikle tek bir yazı içinde, bazen de yalnızca başlıklara bakarak bile anlaşılabilir. “Tel Aviv’e roket terörü. Hizbullah hedeflerine hava saldırıları.” Bu başlık, 25 Eylül 2024’te Der Spiegel’de yer aldı. “Tel Aviv’e roket terörü” şeklindeki dramatik ifade, Tel Aviv yakınlarında durdurulan ve neyse ki kimseye zarar vermeyen Hizbullah’a ait tek bir roketi anlatıyordu. Öte yandan, “Hizbullah hedeflerine hava saldırıları” ifadesi ise, İsrail ordusunun yüzlerce füze ve bombayı fırlatıp atması sonucunda yüzlerce kişinin öldüğü, binlerce kişinin yaralandığı ve on binlerce kişinin yerinden edildiği saldırıları tanımlıyordu. Bu ifade sadece yumuşatıcı değil, aynı zamanda gerçeğe aykırıydı. Zira İsrail ordusu yalnızca “Hizbullah hedeflerini” vurmakla kalmadı, aynı zamanda çok sayıda sivil yapıyı, özellikle konutları ve hastaneleri de hedef aldı. Lübnanlı yetkililere göre, bu saldırılarda ölenlerin çoğunluğu sivillerdi.

Doğrulanamayan “Hamas Kaynaklı Veriler” Efsanesi

Alman medyasındaki İsrail saldırılarının kurbanlarına ilişkin haberlerde sıkça rastlanan bir ifade vardır: “Bu bilgiler bağımsız olarak doğrulanamıyor.” Filistinli kurbanlar söz konusu olduğunda, genellikle “Hamas kaynaklı bilgiler” ifadesi de eklenir. İsrailli yetkililerin sunduğu ve gazetecilerin en az Filistinli bilgiler kadar doğrulayamadığı resmî verilere yönelik bu tür uyarılar ise çok daha nadirdir. “Doğrulanamayan Hamas kaynaklı veriler” söyleminin kökenini araştırmaya kalktığınızda, şaşırtıcı bir şekilde çok uzağa gitmeniz gerekmez.

Bu söylem, Ekim 2023’te ortaya çıktı. Oysa Hamas, 2007’den beri Gazze Şeridi’nin yönetimini elinde bulunduruyor ve o zamandan beri bu bölgeye ait resmî Filistinli ölüm verilerini yayımlıyor. Ancak yıllarca hiçbir gazeteci bu verilere pek itiraz etmemiş gibi görünüyor. Aksine geçmiş savaşlar hakkındaki haberlere bakıldığında, Filistinli ölüm sayılarıyla ilgili resmî verilere neredeyse hiç itiraz edilmedi. Ne 2008’deki savaşta ölen yaklaşık 1.400 kişiye, ne 2012’de ölen 150 kişiye, ne 2014’teki 2.100 kişiye, ne de 2021’deki 250 kişiye dair verilen resmî sayılar sorgulandı. O dönemki tanımlara göre bu sayılar da “Hamas kaynaklı bilgiler”di. Ancak Gazze’deki hastanelerden alınan ölüm raporlarına dayanan bu sayılar o zamanlar hiç böyle adlandırılmamıştı.

Filistinli ölümlerine dair resmî sayılara yıllardır duyulan medya güveninin basit bir nedeni vardı: Bu sayılar her zaman güvenilir olduğunu kanıtlamıştı. Sonradan Birleşmiş Milletler tarafından yapılan sayımlarla ortaya çıkan sapmalar, önceki savaşlarda her zaman düşük tek haneli yüzde aralıklarında kalmıştı. Bu savaşta da Dünya Sağlık Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar, bu sayıların güvenilirliğini teyit etmiştir. Gazetecilerin bu sayılara son zamanlarda şüpheyle yaklaşmasının sebebi ise kendi araştırmaları değil, İsrail’in PR makinesinden gelen verileri eleştirisiz bir şekilde benimsemeleri oldu.

Ekim 2023 ortasından itibaren İsrailli yetkililer, Filistinli verileri kamuoyu önünde sorgulamaya başladığında ve onları “Hamas verileri” olarak çerçevelediğinde, birçok haber merkezi bu anlatıyı olduğu gibi kabul etti. Bir süre boyunca, bazı medyalarda Filistinli ölüm sayıları hiç yer almadı. Örneğin, Zeit Online’nın canlı bloguna uzun süre şu özet eşlik etti:

“İsrail, Hamas’ın kontrolündeki Gazze Şeridi’ne yönelik askerî operasyonlarla, 7 Ekim’de İsrail’de yaklaşık 1.200 kişinin öldüğü ve yaklaşık 240 kişinin Gazze’ye kaçırıldığı terör örgütünün acımasız saldırısına yanıt veriyor. Gazze Şeridi’ndeki ölü ve yaralı sayılarıyla ilgili güvenilir bilgi yok.”

Bu şekilde, on binlerce ölü kolayca göz ardı edilebilir ve Orta Doğu’daki şiddet olaylarının gerçek boyutları tamamen tersine çevrilebilir. Bugün bile Filistinli ölümlerle ilgili sayılara Alman medyasında nadiren yer verilir ve verildiğinde de genellikle bu sayıları gereksiz yere şüpheye düşüren ifadelerle karşılaşılır.

Bu, gazetecilerin sayıları olduğu gibi bırakması gerektiği anlamına gelmez. Aslında Filistin Sağlık Bakanlığı’nın verdiği bilgilere yönelik bir şüphe yerindedir. Ancak bu, sayılar abartılıyor diye değil, tam tersine sayının çok daha yüksek olabileceğine dair nedenler bulunduğu için olmalıdır. Filistinli ölü sayılarının doğruluğuna dair gazetecilik açısından temiz bir açıklama ise şöyle olabilir:

“Gazze’deki Filistin Sağlık Bakanlığı’nın verdiği bilgiler yalnızca resmî olarak kaydedilen ölüm vakalarını kapsamaktadır. Uzmanlar, gerçek ölü sayısının çok daha yüksek olabileceğini belirtiyor. Bunun nedenleri arasında, birçok cesedin hâlâ enkaz altında kalmış olması ya da Gazze Şeridi’nkedi bürokratik yapılar yıkıldığı için kaydedilememiş olması gösterilebilir. Gazze’de görev yapan 99 Amerikalı doktorun yaptığı bir sayımda, 2 Ekim 2024 itibarıyla 118.908 ölü kaydedilmiştir. 10 Temmuz 2024’te The Lancet bilim dergisinde yayınlanan bir araştırmada, en az 186.000 ölüm olduğu tahmin edilmektedir.”

İsrailli Kurbanların İsim, Fotoğraf ve Hikâyeleri Daha Çok Yayınlanıyor

Ölü sayılarının verilmesi, insan acısını anlamak için küçük bir boyuttur. Her gazeteci, eğitim sırasında şunu öğrenir: İyi bir haber isim, fotoğraf ve hikâye gerektirir. Alman Orta Doğu haberciliğinde bu genellikle şu anlama gelir: İsrail isimleri, İsrail fotoğrafları ve İsrail hikâyeleri.

7 Ekim 2023’te Hamas’ın saldırısının kurbanları ve onların yakınları hakkında büyük Alman platformlarında sayısız röportaj, portre ve haber yayımlandı. Bunlar hâlâ haftada birkaç kez yayımlanmaya devam ediyor. Filistinli, Lübnanlı, Suriyeli ya da Yemenli kurbanlar hakkında bu derece kapsamlı bir haber bulmak ise neredeyse imkânsız.

Birçok örnekten biri: Shani Louk hakkındaki haberler. Alman-İsrailli Shani Louk, 7 Ekim 2023’te Hamas ve diğer militan Filistinli grupların baskın düzenlediği Supernova Festivali’ne katılmıştı ve o zamandan beri kayıptı. 17 Mayıs 2024’te İsrail ordusu, Louk’un cesedinin Gazze Şeridi’ndeki bir tünelde bulunduğunu açıkladı. Bugün hâlâ genç kadın büyük bir medya ilgisinin konusu olmaya devam ediyor. Shani Louk ve ailesi hakkında, Alman medyasında, tüm Filistinli ölüler hakkında yayımlanan portre ve haberlerden daha fazla haber çıktı.

Louk’un Alman kökeninin Alman medyası için onu özel kıldığını söyleyebilirsiniz. Bu doğru. Ancak bu durum Dortmundlu Abujadallah ailesi için de geçerli olmalı mıydı? Altı kişilik bu aile, Gazze’de aile ziyaretinde bulunuyordu. İsrail ordusunun bir bombası evlerine isabet etti ve anne, baba ve dört çocuk öldü. Hem Shani Louk hem de Abujadallah ailesi Alman pasaportuna sahipti. Ancak medyanın ilgisi tamamen farklıydı: Geçen yıl Almanya’nın en çok satan on gazetesinde, Alman-İsrailli Shani Louk hakkında 200’den fazla haber yayımlandı. Alman-Filistinli Abujadallah ailesi hakkında ise Alman medyası sadece üç haber yayımladı. Bunların hepsi de Süddeutsche Zeitung’dan tek bir gazetecinin kaleminden çıkmıştı.

İsrailli mağdurlar lehine ve diğer tüm mağdurlar aleyhine olan bu önyargı, aynı günlerde hem Filistinlilerin, Lübnanlıların, Suriyelilerin veya Yemenlilerin hem de İsraillilerin öldüğü günlerde özellikle belirgin hâle geliyor. 1 Eylül 2024 böyle bir gündü. O gün Filistinli ve İsrailli yetkililer toplamda 53 ölü bildirdiler: İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarında 47 Filistinli hayatını kaybetti. İsrail ordusu ayrıca Refah’taki bir tünelden altı ölü İsrailli rehinenin cesedini çıkardı. O gün Alman medyasında bu altı rehine en önemli haber konusuydu. Sayısız gazete yazısında her bir ölü hakkında hikâyeler vardı. Dijital medya çocukluk fotoğraflarını gösterdi, radyo ve televizyonda ise akrabalarla yapılan röportajlar yayımlandı. Tagesschau’nun internet sitesinde yalnızca o gün öldürülen altı İsrailli rehineyle ilgili 21 haber çıktı.

Aynı gün öldürülen 47 Filistinli hakkında ise Tagesschau izleyicileri neredeyse hiçbir şey öğrenemedi. Canlı blogda “Gazze Şeridi’nde saldırılarda 11 ölü” başlıklı on satırlık bir giriş, o gün Filistinlilerin de öldüğüne dair tek işaretti. Ve bu kısa haberin yarısı bile İsrail ordusunun saldırının bir “Hamas komuta merkezini” hedef aldığına dair açıklamasından oluşuyordu.

Bild’in Paralel Evreni

İsrailli mağdurlar lehine ve diğer tüm mağdurlar aleyhine olan bu önyargı hiçbir medya organında Bild’te olduğu kadar aşırı değil. 7 Ekim 2023’ten önce bile, Almanya’nın en yüksek tirajlı gazetesinde Filistinliler neredeyse yalnızca İsrail’e yönelik saldırılar söz konusu olduğunda bir haber konusu oluyordu. İsrail’den kaynaklanan saldırılarda ise (ya da Bild bunu bu şekilde sunabildiğinde) neredeyse hiç yer almıyordu.

Sadece Bild’ten bilgi alan kişiler, İsrail’in bölgede neden olduğu acıları tamamen görmezden gelen bir paralel dünyada yaşıyorlar. Bild’te İsrail’in politikalarından acı çeken insanlar hakkında, bu insanlar terörist olarak gösterilmediği veya acılarından kendilerinin sorumlu tutulabileceği durumlar olmadığı sürece bilgi edinmek neredeyse imkânsız.

13 Temmuz 2024, bir İsrail saldırısının Bild’te manşet olduğu nadir günlerden biriydi. Manşet şöyleydi: “Terör liderine İsrail darbesi: Hamas canavarı BURADAN canlı olarak çıkmış olabilir mi?” Manşete, Hamas’ın askerî kanadı Kassam Tugayları’nın lideri Muhammed Deif’in bir fotoğrafı eşlik ediyordu. İsrail’in al-Mawasi mülteci kampını bombalaması sonucunda en az 90 kişinin ölümü ve 300’den fazla yaralı hakkında ise Bild okuyucuları hiçbir şey öğrenmedi.

Aynı şekilde, İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının kurbanları hakkında da Bild okuyucuları, yalnızca Bild’e göre bu kişilerin “Hizbullah teröristleri” olduğu durumlarda bilgi edinebiliyorlar. Sadece bir kez, bir Lübnan savaş kurbanı fotoğrafıyla ve ismiyle Bild’e çıktı – redaksiyon tarafından terörist olarak tanımlanmayan tek kurban: “Hizbullah teröristleri tarafından vurularak öldürüldü: İsrail askeri (†22) ölümünden önce video gönderdi” başlıklı haber 2 Ekim 2024’te yayımlandı. Son aylarda Lübnan’da “İsrail askerlerinin” öldürdüğü 2.000 kişi hakkında ise Bild okuyucuları hiçbir şey öğrenmedi.

Konuya Uymayan Temalar ve Bakış Açıları

Pek çok açıdan, diğer Alman medya kuruluşları da son aylarda Orta Doğu’ya dair haber yapma biçimlerini Bild’ten devraldılar. İsrail ordusunun propagandasını eleştirel bir şekilde benimsememek, Filistinli sesleri dışlamak, İsrailli kurbanlara tek taraflı ve gerçekliği çarpıtan bir şekilde odaklanmak, sıklıkla ırkçılığı içten içe barındırmak ve “İslami barbarlık ile Batı medeniyeti” anlatısına uymayan tüm gerçekleri ve bakış açılarını dışlamak: Bild’in haberciliği yıllardır tüm bunları kapsıyor. 7 Ekim 2023’e kadar diğer redaksiyonlar tarafından bu tür habercilik ya alayla ya da küçümsemeyle karşılanırken, artık Almanya’daki büyük medya kuruluşlarının çoğu aynı yolu izliyor.

Bu durum, Alman medyası neyi haber yapmadığında özellikle belirginleşiyor. Alman medyasının Orta Doğu haberciliğindeki en büyük başarısızlığı, tek taraflı, yanıltıcı veya yanlış haberlerde değil. Yazılmamış haberlerde ve yayımlanmayan programlarda yatıyor. Orta Doğu’da her gün yaşanan katliamların büyük bir kısmı en iyi ihtimalle küçük ajans haberlerinde ya da gazetelerin arka sayfalarında saklanıyor. Giderek artan bir şekilde ise bu içerikler Alman medyasında hiç yer almıyor.

10 Ağustos 2024 gecesi, İsrail ordusu Gazze Şeridi’nin doğusundaki mültecilerle dolu bir okulu bombaladı ve Filistinli yetkililere göre 100’den fazla kişiyi öldürdü. Tabin Okulu’na yapılan saldırı, bu savaşın en büyük katliamlarından biriydi ve başka zamanlarda ve farklı siyasi koşullar altında kırılma haberlerinin ve baş sayfaların konusu olurdu. Ancak neredeyse tüm Alman medyasında bu katliam en iyi ihtimalle birçok olaydan biri olarak yer aldı. Saldırıdan sonraki sabah büyük çevrimiçi haber sitelerinin manşetleri; Berlin Pergamon Müzesi’nin yenilenmesi (Der Spiegel), yeni bir zayıflama iğnesi (Zeit Online), Edeka’nın Talahon departmanı (Bild) gibi içeriklerden oluşuyordu. Büyük gazetelerin kapaklarında da katliam neredeyse hiç yer almadı. Süddeutsche Zeitung’un birinci sayfasında küçük bir haber tek istisnaydı. Yalnızca Junge Welt, Tabin Okulu’na yapılan saldırıyı baş haber olarak verdi.

Şiddete Alternatifler Var, Gazeteciler Bunları Haber Yapmıyor

Orta Doğu’daki acının boyutu Alman medyasında giderek daha az yer buluyor. Aynı şekilde, İsrail’in yaygın anlatılarını sorgulayan haberler duyurulduğunda da büyük boşluklar var. Binlerce haberde, İsrail’in Gazze’deki savaşı rehineleri Hamas’ın elinden kurtarmak için yürüttüğü ve yürütmek zorunda olduğu hikâyesi anlatılmaya devam ediyor. Hamas’ın 9 Ekim 2023’te İsrail saldırılarının sona ermesi karşılığında tüm rehinelerin serbest bırakılmasını önerdiğine dair haberler ise büyük Alman medyasında yer bulmadı.

8 Kasım 2023’te Hamas bir kez daha tüm rehineleri serbest bırakmayı teklif etti, bu kez Filistinli mahkumların serbest bırakılması karşılığında. Yine İsrail hükûmeti teklifi reddetti. Hamas’ın, Mayıs 2024’te ABD tarafından İsrail’in talepleri doğrultusunda şekillendirilen ve BM Güvenlik Konseyi tarafından desteklenen bir anlaşmayı kabul ettiğini de Alman medyasında çok az kişi öğrendi. Ancak Hamas, İsrail’in Gazze Şeridi’nin bazı kısımlarının kalıcı işgali de dâhil olmak üzere yeni taleplerini reddettiğinde birçok Alman medya kuruluşu “Hamas ateşkes anlaşmasını reddetti” diye haber yaptı.

Alman gazetecilerin sessizliği, olaylar Batı’nın Orta Doğu’ya dair klişelerine uymadığında da dikkat çekiyor: Sürekli bir “yangın”, “kısır döngü” ve “şiddet sarmalı” içinde olduğu varsayılan ve güvenliğin sadece askerî güçle sağlanabileceği bir Orta Doğu tasavvuru söz konusu. 27 Eylül 2024’te Ayman Safadi New York’taki bir BM toplantısının kenarında kameraların karşısına çıktığında, yaptığı açıklama aslında manşetlere çıkabilecek ve flaş haber olabilecek nitelikteydi. Ürdün Dışişleri Bakanı’nın önerdiği şey, tüm bölge için barış ve güvenliğin yolu idi. Safadi, 57 Arap ve İslam ülkesinin tamamı adına İsrail’e derhal barış ve ilişkilerin tam normalleşmesini teklif etti. Ayrıca kendi ülkesi ve diğer tüm devletler, İsrail’in güvenliğini garanti edeceklerdi. Karşılığında İsrail’in işgali sona erdirmesi ve bir Filistin devletinin kurulmasına izin vermesi gerekiyordu.

Kısacası, İsrail’in tüm Arap-İslam dünyasıyla barış yapabilmesi için sadece uluslararası hukuka uyması yeterliydi. Bu, birkaç ay önce Uluslararası Adalet Divanı’nın da İsrail’den talep ettiği şeydi. Arap Birliği’nin bu barış teklifi 2002’den beri masada ve o zamandan beri defalarca yenilendi. Son yıllarda Batı medyasında olduğu gibi, günümüzde de bu teklif büyük bir medya platformunda pek fazla yer bulmadı.

7 Ekim’i Hiçbir Şey Haklı Çıkarmaz Ama 7 Ekim Her Şeyi Haklı Çıkarır

“Bağlam her şeydir.” Bu cümleyi muhtemelen her gazeteci, eğitimi esnasında defalarca duymuştur. Bu şu anlama gelir: Alman Orta Doğu haberlerinin büyük kısmı anlamsızdır. 7 Ekim 2023’ten önce bile “işgal”, “abluka” veya “sürgün” gibi terimler İsrail ve Filistin’deki güncel olaylarla ilgili haberlerde dikkat çekici şekilde nadir yer alıyordu. Oysa bölgenin tarihi ve politikası hakkında asgari bir anlayış olmadan mevcut olaylar anlaşılamaz. 7 Ekim 2023’ten önceki olaylarla ilgilenmeyi reddetmek, birçok Alman medya kuruluşunun neredeyse tarihsel bir çarpıtma sınırına yaklaştığını gösterir.

Daha da fazlası: Birçok gazeteci, 6 Ekim 2023’e kadar bölgeyi şekillendiren şiddet, işgal ve hak mahrumiyeti konularındaki kendi cehaletini âdeta siyasi bir duruş hâline getiriyor: Bugün birçok medya organındaki mesaj şu: “”7 Ekim’i hiçbir şey haklı çıkarmaz, ama 7 Ekim her şeyi haklı çıkarır.”

“2023, Filistinli çocuklar için en ölümcül yıl oldu, diyor insan hakları grupları.” 6 Ekim 2023 tarihli ve sosyal medyada binlerce kez paylaşılan bu gazete manşeti bile tek başına bölgenin tarihini hiç bilmeyen bir gazeteci için durup bir an düşünmek ve çatışmanın geçmişi hakkında bilgi edinmek için yeterli bir sebep olmalı. Ancak Gazze Şeridi’nde 17 yıldır süren abluka, 57 yıldır devam eden İsrail işgali ve 76 yıldır süren sürgünler ve hak mahrumiyetleri hakkında Alman medyasında sadece birkaç haber var. “7 Ekim’de başlamadı” sloganı, sosyal medyada ve geçen yıl Filistinli gösterilerde sıkça duyuluyordu. Ancak bu basit gerçek, çoğu Alman haber odasına henüz ulaşmadı.

Soykırım İthamının Bile Manşetlere Çıkamaması

Alman gazeteciliğinin, sadece “Hamas komuta merkezleri” ve “sınırlı misillemeler” gibi klişelerin sonsuz tekrarından ibaret olduğunu ve bu durumun gerçeği nasıl örtbas ettiğini, 26 Ocak 2024’te açıkça gördük. O gün Uluslararası Adalet Divanı (UAD), İsrail’e Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere yönelik bir soykırımı önlemek için her türlü çabayı göstermesini emretti. Bu emir İsrail ve birçok medya tarafından büyük ölçüde göz ardı edildi. Büyük Alman gazetelerinin basılı versiyonlarında, dünyanın en yüksek mahkemesinin soykırım uyarısı yalnızca bir başlıkta yer buldu. O dönemin en önemli haber konusu, İsrail ordusunun, Birleşmiş Milletler Filistin Yardım Ajansı’nda (UNRWA) “Hamas teröristlerinin” bulunduğuna dair iddialarıydı.

1948’den beri dünya böyle bir yıkım görmedi. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı da Gazze Şeridi’ndeki savaşın sonuçlarını çarpıcı kelimelerle anlatıyor. En iyi senaryoda bile yeniden inşa 2040 yılına kadar sürecek. Gerçekçi olan ise, hasarın bir sonraki yüzyılda bile giderilemeyeceği. Alman gazeteciliğinin güvenilirliği için de tahminler muhtemelen benzer olacak.

Çeviri Haberleri

Aksa Tufanı ve Siyonist sükutu hayal
Batı Şeria'daki güzel bir evde derin bir acı...
Filistin'deki zulmün “bitip bitmeyeceği” sorusunun yerini artık “ne zaman” sorusu almalı!
Tarih UCM yargıçlarının eylemsizliğini yargılayacaktır!
El Cezire'nin yeni belgeseli Siyonistlerin Gazze'deki savaş suçlarını inceliyor