“Allah’ın İndirdiğine Tâbi Olun/İnanın/Gelin!” İfadeleri Üzerine

MURAT KAYACAN

Kur’an’da iki ayette “Allah’ın indirdiğine tâbi olun.”, bir ayette “Allah’ın indirdiğine inanın.” ve iki ayette de “Allah’ın indirdiğine gelin.” lafızları yer almaktadır. Bu yazıda söz konusu ifadelerin yer aldığı ayetleri nüzul sırasına göre değerlendireceğiz.

Kur’an insanlardan vahye tâbi olmalarını isterken onların duygularına şöyle hitap etmektedir: “Onlara ‘Allah’ın indirdiğine tâbi olun!’ denildiğinde, ‘Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler. Ya şeytan onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!” (Lokman, 31: 21). Vahye rağmen ataların izinden gitmek şeytanî bir tutumdur. Şeytan ise insanları cehenneme yönlendirir. Ahirette kurtuluş ataların yolunu tutmaktan değil, vahye tâbi olmaktan geçer. Ayette “alevli ateş”ten söz edilerek insanların duygularına hitap edilmesinin nedeni, bazı insanların aklettiklerinden değil, cezadan korktuklarından dolayı suçtan uzak durmalarındandır.

Hz. Muhammed türedi bir peygamber olmadı gibi (Ahkaf, 46: 9) tebliğ ettiği Kur’an da önceden örneği olmayan bir Kitap değildir. Aksine o, önceki peygamberlere verilen Kitapların son halkasıdır. Bu nedenle, Kur’an’dan önceki Kitaplara inandıklarını söyleyenlerin Kur’an’a da inanmaları gerekir: “Kendilerine, ‘Allah’ın indirdiğine inanın!’ denilince, ‘Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız.’ derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur’an kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara, ‘Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?’ deyiver.” (Bakara, 2: 91). Tevrat’tan sonra gönderilmiş olan İncil’de aktarılan şu ifade bu ayeti teyit eder görünmektedir: “Musa şöyle demişti: Tanrınız Rab size, kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak. O’nun size söyleyeceği her sözü dinleyin.” (Elçilerin İşleri, 3: 22). Bu İncil ayeti, gelecek peygamberin İsrailoğullarının içinden değil, kardeşleri arasından çıkacak bir peygamber olduğunu göstermektedir. Hz. İsa İsrailoğullarından biri olduğuna göre, Hz. Musa’nın kastettiği peygamber Hz. İsa değil, İsrailoğullarının kardeşleri olan ve soyu Hz. İsmail’e dayanan Araplardan çıkacak olan Hz. Muhammed’dir. Dolayısıyla Müslümanlar da Kur’an’a uymaya davet edildikleri zaman, Yahudilerin ve Hristiyanların yaptıkları gibi son vahyi göz ardı etmemelidirler.

Kur’an müşrikleri kendisine uymaya davet etmektedir: “Onlara (müşriklere), ‘Allah’ın indirdiğine tâbi olun!’ denildiği zaman onlar, ‘Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” (Bakara, 2: 170). Kur’an’ın delil üzere bir hayata davet ettiği müşrikler, delile değil atalarına tâbi olmayı tercih etmektedirler. Halbuki geçmişte yaşamış olanlara ait yanlış sözler, sırf onların yaşadıkları dönem nedeniyle doğru hale gelmezler. Yanlış, geçmişte de günümüzde de söylenmiş olsa yanlıştır ve terk edilmelidir. Ölçü, atalar değil, vahiydir. Atalar Müslüman olmuş bile olsalar, inanç ve pratiklerinde yanılmış olabilirler. Vahye rağmen, “Ama alimlerimiz öyle demiyor!” söylemi ayetin dikkat çektiği yanlış tutumun kapsamındadır.

Allah’ın indirdiği Kur’an’a itaat etmek istemeyen insan tipolojisinden birisi de münafıktır: “Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve rasule gelin (onlara başvuralım)!’ denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa, 4: 61). Müslüman olduğunu beyan ettiği halde gerçekte inkârcı olan münafıklar, Allah’a ve Rasulü’ne (s) itaate davet edildiklerinde geri durmakla suç işliyorlarsa, Müslümanlar da kendilerini bu açıdan gözden geçirmelidirler: Acaba üzerlerinde etkili olan vahiy ve Peygamber’in (s) sünneti mi yoksa sahip oldukları kültürleri, gelenekleri, çıkarları, itaat ettikleri dinî/siyasi liderleri vs. mi?

Müşrik Araplar Hz. İbrahim’in mirasından habersiz değillerdi ancak tevhid dinine o kadar çok şirk bulaşmıştı ki artık onun tebliğ ettiği dinin izlerini görmek neredeyse imkânsızdı: “Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve rasule gelin!’ denildiği vakit, ‘Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter.’ derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyorlarsa da mı?” (Maide, 5: 104). Ayetten anlaşıldığı gibi müşrikler, İslam daveti karşısında atalarının büyük oranda şirk içerikli dinlerini tercih ediyor ve yanlışlarında ısrarlarını sürdürüyorlardı. Halbuki vahye muhalif bir geleneğin değeri yoktur.

Görüldüğü gibi, müminler vahye inanmaya ve itaate sadece müminleri değil, kendilerini mümin olarak tanımlamayanları ve tanımladığı halde mümin olmayanları da davet ederler. Bu davete karşı çıkma konusundaki en belirgin itiraz, tarihte olduğu gibi günümüzde de vahyin doğrularının “ataların dinine” uygun görülmemesi şeklindeki bâtıl anlayıştır.