Ülkemize sığınan mültecilerin iadesi konusu yıllardır kanayan yaramız.
Çeçen, Özbek, Azeri ya da Kazak kardeşlerimiz, yıllardır, ülkelerinin zalim rejimlerinin uygulamalarından kaçarak Türkiye’ye sığınmaktalar. Türkiye’yi güvenli-emin bir ülke görüp sığınma talebinde bulunmakta ve mülteci statüsü kazanmak için çabalamaktalar.
Mamafih güvendikleri dağlara yağan karları engellemede bizlerin elinden de çok fazla bir şey gelmemekte. Bu konu, 28 Şubat öncesi ve sonrası hükümetleri döneminden bu güne hâlâ hak ve adaletten yana bir çözüme kavuşturulabilmiş değil.
Öte yandan; yaygın bir duyarsızlık iklimi sadece hükümet çevrelerini değil, genel anlamda İslâmî camiayı da etkisi altına almış bulunmakta.
İHH, Özgür-Der, İmkander, Mazlumder gibi kuruluşlarımızın çabaları ise basında ve konuyla ilgili bürokratik çevrelerde yeterli ilgiyi görmemekte.
Mültecilerin insanlık dışı bir şekilde ülkelerine iade edilmeleri konusunun son mağdurları Kazakistanlı Samet Emirhanov, Azerbaycanlı imam İslam Ganiyev ve Fuzuli Muharremov oldular.
İslâmî kuruluşlar geçtiğimiz hafta gerçekleştirdikleri ortak basın açıklamaları ve eylemlilik çağrılarının ardından, son çare olarak Başbakan Erdoğan’a gönderdikleri bir mektup yoluyla iadelerin engellenmesi için yoğun bir çaba içerisinde oldular. Ancak söz konusu kardeşlerimizin iadeleri birkaç gün önce gerçekleşti. Ve hesabının verilmesi güç bir kara leke daha bizlerin ve hükümet çevrelerinin alnına çalınmış oldu!
Onlar Kardeşlerimizdi, Allah’ın Emanetine Hıyanet Edildi!
İslam Ganiyev’in eşi Arina Starestenko, kocasının iade edilmesinden önce yazdığı mektupta bakın Türkiye’den beklentilerini ve karşılaştıkları muameleyi nasıl anlatıyor:
“Azerbaycan’da yapılan baskılar ve Müslüman olmamızdan dolayı yapılan zulümler bizi yıprattığı için Türkiye’ye geldik... Çocuğumuz da burada doğacak diye karar almıştık. Biz Türkiye’de Müslümanlara karşı baskı olmadığını düşünüyorduk ve Müslümanların orada açık bir şekilde dinlerini yaşadıklarını duyuyorduk. Biz de geldiğimizde kimliğimizi saklama zorunluluğu yaşamadık. Fakat Müslümanların özgür olmadığını öğrendik ve Türkiye’de yeniden Rusya’da, Azerbaycan’da olanların aynısına maruz kaldık. Delilsiz olarak tutuklanmalar, baskılar, gözaltılar başladı. Kızımın dünyaya gelmesine 1 hafta kala eşimi tutukladılar... Eşim 3 ay önce mahkemede beraat ettiği halde hâlâ Kumkapı Yabancılar Şubesi’nde tutuklu bulunuyor. Hangi suçtan dolayı tutuklanıyor? 9 Ağustos’ta gece saat 2’de eve baskın yaparak eşim İslam Ganiev’i tutukladılar. Biz polislerin eve baskın yaparken çıkardığı gürültüyle uyandık. Kapı ve pencereleri kırarak evimize girdiler. O ara giyinmek için kalktığımda kocamı kelepçelediklerini gördüm. Kocam, polislere rica etti, yatak odamızdan çıkmaları için. Benim üstüm müsait değildi. Aynı zamanda çocuklar da çıkan gürültüden dolayı korkarak ağlıyorlardı. Bu durum çocuklarımın psikolojisini bozdu. Benim hamileliğimin 38. haftasıydı ve bu durum beni ve karnımdaki bebeği de etkiledi, sancılarım başladı. Ben onlardan doktor istedim, durumum çok kötüydü, fakat benimle hiç ilgilenmediler. Etrafı dağıtıp eşimi alıp götürdüler.”
Başbakan Bürokrasiye Güvenmemeli, Kardeşlerine Bizzat Sahip Çıkmalı!
İçler acısı bir haykırış bu. Hem biz Müslümanlara hem de başta Başbakan Erdoğan olmak üzere hükümet çevrelerine yönelik olarak. Yıllar yılı “Kumkapı Toplama Kampı ve İşkencehanesi” olarak işgören Kumkapı Yabancılar Şubesi’ne ya da İçişleri Bakanlığı’na artık bu konularda çağrı yapmanın fazla bir anlamı yok! Bırakın bu dramı hissedip acıları dindirmek için çare üretmeyi, sığınmacıları geldiklerine bin pişman eden tutum ve davranışlarıyla, “Sırtımıza yük, başımıza dert olmayın. Geldiğiniz yere geri dönüp başınızın çaresine bakın.” çözümünü(!) geliştirmekten başka bir iş görmemekte bu merciler.
El-Kaide ve Uluslararası Hukuk Bahanesi
Özellikle 11 Eylül’den bu yana, devletler muhaliflerini sindirmek ve sığındıkları ülkelerden onları geri alabilmek için el-Kaide iftirasına sığınmaktalar. Böylelikle hükümetler de ellerinden fazla bir şeyin gelmediği, uluslararası hükümlerin açık olduğu gibi bir bahanenin ardına sığınarak, bir hukuksuzluk sürecinin altına rahatlıkla imza atabilmekteler. Böylelikle kendi ülkelerinde işlenen cinayetlere de devletlerarası ilişkilere halel gelmemesi için göz yummaktalar. Maalesef Türkiye’de de özellikle Çeçenler başta olmak üzere, bugüne dek işletilen süreç bundan farklı olmamıştır.
Kardeşlerimize Sahip Çıkma Zorunluluğu ve Mültecilik Statüsü
Mülteci durumuna düşmüş on binlerce Suriyeli için doğru ve haklı önlemler alan hükümetin ivedi olarak bu konuda da adımlar atması gerekiyor. İlk olarak, mültecilerin durumu; Kumkapı gibi günah galerisi geniş, bu konuda nam salmış yapıların inisiyatifine terk edilmekten vazgeçilmeli; Ankara merkezli, tecrübeli ve duyarlı bir bürokratik yapıya devredilmeli. Mülteciler konusunun, tamamen mağdurların lehine olmak kaydıyla, yeni kanunlar marifetiyle çözüme kavuşturulması hem vicdanî, hem insanî, hem hukukî hem de bunların hepsini kapsar mahiyette İslâmî bir sorumluluktur!
Başbakan Erdoğan, bu konuya ivedilikle el atmalı, konuyla ilgili uzman ve duyarlı yepyeni bürokratik kadrolar oluşturmalı. Müslümanlar da kardeşlerine ve Allah’ın emanetlerine sahip çıkmalı!