Allah’ı Unutan Kendini de Unutur, Ya da Akıl ve Gönül Dengesi

Allah’ı hatırlamada/zikirde ve O’na kulluğun asgari ölçülerinde eksikliği olanlar, bilgili de olsalar, bir noktadan sonra onu anlama ve yaşamada akıllarını öne çıkaracaklar ve çok güvendikleri akılları kendi arzularına göre dini yeniden şekillendirecektir

Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında son dönemde gündemde yer alan deizim akımı üzerinden hayatlarından Allah’ı çıkarmaya çalışan ve aklı vahyin denetimi dışına alan zihniyeti yorumlamış:

Deizmle ilgili olarak buna benzer bir yazı daha yazmıştım. Burada konunun başka bir yönüne değinmek istiyorum. Müslümanlar arasındaki fikri vuruşmalar şiddetini artırarak devam ediyor. Bunu elbette hayırlı bir gelişme olarak göremeyiz, ama içinde birçok hayır barındırdığı da kesindir. En azından tembellerimiz uyarılıyor, okumadan bilmeden anlamadan bu işlerin hallolmayacağı anlaşılmış oluyor.

Eğer vaktiyle felsefe kafaları karıştırmış olmasaydı Mutezile olmazdı, Mutezile olmasaydı Eş’arî, Matüridi ve Gazali gibi mütefekkirlerimiz olmazdı.

Ben burada gözlemlerime dayalı olarak bir hususu anlatmaya çalışacağım.

Din bir ideoloji değildir. Akla elbette önem verir, akıl olmadan din de olmaz. Aklını kullanmadan din de anlaşılmaz. Ancak dinin sabiteleri akılla oluşmuş değildir. Akıl onları öylece bulamazdı, onlar Allah’ın vahyine bağlıdır.

Dinin esası iman ve teslimiyettir. Mümin ve Müslüman olmak da budur. Bunun ikisine birden kulluk/ubudiyet denir. Kulluk, bir olan Mabud’a O’nun istediği gibi inanıp, yine O’nun istediği ibadetlerle O’na teslimiyetini göstermektir. İmanda ve olmazsa olmaz amellerde eksiklik olursa dini anlamada da eksiklik olur. Yaşanmayan şey doğru anlaşılmaz. Yaşanılan, olması gerekenin yerine geçer. Böyle olursa roller değişir ve vahyin otoritesini akıl kapmaya başlar.

Akıl ilahi bir güçtür, bu sebeple kendini azade bilip ilahın kontrol ve yönlendirmesinden çıkarsa kendisi ilahlaşmaya kalkışır. Bu kontrolü sağlamanın tek yolu her an Allah’ı hatırlama/zikir ve O’nun rızasına aykırı düşüncelere sahip olmamaya gayret göstermedir. O’nun bilgisi ve kudreti karşısında aczini görüp sübhaneke diyerek haddini bilmedir.

Aklın karşı kutbu gönüldür. Burada da tasavvufu kulluktan çıkarıp zevk haline getiren anlayışlar aşırı gidebilirler. Tasavvufu İslam’ı daha iyi anlayıp yaşama aracı değil de ucu belli olmayan bir aşk ve haz aracı kılarlar. Diğer uçtaki aklın rolünü burada da gönül alır ve artık ibadetler yavaş yavaş devreden çıkar, namaz ve tesettür gibi emirler avama bırakılır.

İnsan unutan bir varlıktır, kelimenin bile nisyanla alakası kurulur. Âdem (as) ilk hatasını unutarak yapmıştır. ‘Biz daha önce Âdem’den söz almıştık ama o unuttu, biz onu kararlı bulmadık’ (Ta-Ha 115). Kararlı olup işi ciddi tutsaydı unutmazdı. Allah’ın emirlerini yerine getirme konusunda azimli/kararlı olmazsanız unutursunuz. Unutursanız kendi başınıza kalırsınız. Münafıklar Allah’ı unuttukları için Allah da onlara kendilerini unutturdu ve fasık oldular (Tevbe 67). Demek ki insanın kendi vazifesini unutması, Allah’ı unutması sebebiyledir. ‘O halde kendileri Allah’ı unuttukları için Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte fasıklar onlardır (Haşr 19)’. Böyle olursa ‘insan kendi yaradılışını unutur da Allah’a misal vermeye kalkışır’ (Ya-Sin 78).

Unutma insanı fasık yapıyorsa unutmamasının, yani hatırlamasının önemi ve gereği anlaşılmış olur. Hatırlamanın adı zikirdir. Allah’ı hatırlamanın asgari bir kıratta ve belli miktarda olması gerekir. Bunun asgarisi ‘dosdoğru kılınan beş vakit namazdır’. Allah, ‘bana kulluk et ve beni hatırlamak/zikir için namaz kıl’ (Ta-ha 14) buyurur. ‘Namazı tastamam kıl, çünkü böyle bir namaz ancak insanı fahiş hatalardan ve günahlardan alıkoyar. Elbette en büyük mesele Allah’ı zikirdir/hatırlamadır’ (Ankebût 45) buyurur.

Bunları şunun için söylüyorum: Allah’ı hatırlamada/zikirde ve O’na kulluğun asgari ölçülerinde eksikliği olanlar, bilgili de olsalar, bir noktadan sonra onu anlama ve yaşamada akıllarını öne çıkaracaklar ve onların çok güvendikleri akılları kendi arzularına göre dini yeniden şekillendirecektir. Artık olması ve olmaması gerekeni onlara dikte eden akıllarıdır. Ya da zıddı ile gönüldür, hazlar ve zevklerdir. Vahyin yönlendirmesinden kurtulan bir aklın direksiyonu nefsi arzuların elindedir. Böyle olan bir kişi artık bir kul değil, küçük bir ilahtır. Küçüklüğü kabul ederse yine de tevazuundandır. Allah’a kulluğun asgari ölçüsü ise, beş vakit namazdır. ‘Siz hiç bilgisine rağmen hevasını ilah edinenleri görmüyor musunuz?’ (Casiye 23).

Bu sebeple mucizeyi akıllarıyla yorumlayanlar, Resulüllah’ın Miraç’tan aldığı elli vakit namazın, Hz. Musa’nın tavsiyesiyle beş vakte indirilmesini anlayamazlar, hatta bunu alay konusu yaparlar. Oysa meselenin esası, insan denen varlığın Allah’ı unutması halinde canavarlaşacağına işaret edilmiş olmasıdır. Yani aslında siz günde elli vakit namaz kılarsanız ancak o zaman Allah’ı unutmaz ve gereği kadar zikretmiş olursunuz, ama hiç olmazsa huşu ile ‘dosdoğru’ günde beş vakit namaz kılın ki, unutmanızdan hâsıl olacak sapmaları bir ölçüde önleyebilesiniz denmesidir.

 

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı