Yaşar Değirmenci/Yeni Akit
Egoizmden Kurtulalım!
Kavramlarla oynanıyor. Kavramlar, herkes için geçerli olan hakikatler olarak değil de birilerinin işine geldiği gibi kullanılmaya başlayınca; bu tanımları herkes kendi tarafına göre yontuyor. Zulüm zulümdür. Onu yapan ister Müslüman ister Hıristiyan ister Yahudi olsun fark etmez. Peygamber Efendimiz ‘Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa, vallahi cezasını verirdim’ buyurarak suçlunun konumunun önemli olmadığına dikkatleri çekiyor.
Kim tanımlayacak bu kavramları? Bu kavramları tanımlama hakkını sadece ABD, İsrail, İngiltere, Rusya yahut BM (Birleşmiş Milletlere) mi vereceğiz? Böyle olursa İsrail’in binlerce masumun canlarına mal olan katliamlarını gerçekleştirdiği harekatın adı ‘Barış Harekâtı’ bu zalimlere karşı kendini ve işgal altındaki vatanlarını savunan Filistinlilerin meşru müdafaası ‘terör saldırısı’ olup çıkmaz mı? Bunlar ‘düzeltme rolünü oynayan bozguncular’ değil mi? İsrail, ABD, İngiltere ve diğer devletler kana doymayan vampir gibi zayıfların sırtından kan emerek şişiyor. Onların ve o izi sürenlerin müreffeh olması için, başkalarının daha fazla aç kalması gerekiyor. Onların sömürmesi için, başkalarının daha fazla çalışıp alın teri dökmesi gerekiyor. Onların daha fazla keyif çatmaları için, dünyayı cehenneme çevirmeleri, her tarafı ateşe vermeleri gerekiyor. Onların neşeli ve mutlu olmaları için, başkalarının ağlayıp ızdırap çekmeleri gerekiyor. Bunlar hem davacı, hem savcı, hem hâkim, hem de cellat rolünde. Müslüman halka (nerede olursa olsun) karşı yargısız infazı gerçekleştiriyor. Yanına da suç ortakları arıyor. Cinayetlerine yardım ve yataklık yapmayanları ‘terörü destekleyenler’ olarak damgalıyor. Kimin haklı, kimin haksız olacağını kendisi belirliyor. Güç ve kuvvetini, ölüm kusan silahlarını göstererek yapıyor. Elleri kanlı siyaset yapanların, onlara destek verenlerin, çıkan hercü merce (kaosa) sevinenlerin şu hallerinden ibret almamak mümkün mü? Yeryüzünde ilim ve hikmete, sevgi ve saygıya, şefkat ve merhamete dayalı medeniyetimizle insanlığı buluşturmalıyız. Zulme ve kötülüğe engel olma, adalet ve iyiliği dünyaya hâkim kılmayı gerçekleştirmeliyiz. Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesinden beslenen Müslümanlar, yeryüzünde insanca yaşamayı temin ederler. Müslümanlardan başka insanlığa huzur ve sükûnu kimse getiremez.
Son yaşadığımız olaylar, bildiklerimizle, okuduklarımızla, dinlediklerimizle amel etmediğimizi gösteriyor. Hani Müslümanlar olarak Allah ve Resulünü hakem tayin edecektik. Hani hakiki pehlivan öfkesini yutandı. Hani ifrat ve tefride düşmeyip makul ve mutedil hareket edecektik. Hani sevgide de nefrette de ölçüyü kaçırmayacaktık. Hani dinimiz, sadece ibadetlerden müteşekkil bir din olmayıp hayat nizamımızdı. Hani din kardeşimizi kendimize tercih edecektik. Hani cemaat, cemiyet, vakıf, dernek, bütün kurumlar vesile, dinimize hizmet gaye idi. Hani araç ile amacı karıştırmayacaktık. Hani bir vücudun organları gibiydik. Daha bir sürü ‘Hani’ ile başlayan cümleler kurabiliriz. Bunlar da gösteriyor ki ‘iman-amel-ihlas-ihsan’ hususunda problemlerimiz var demektir. Mü’min; imanı için yaşayan, dünyaya gelişini imtihan için bilen, ebediyete kadar iman/küfür mücadelesinin bitmeyeceğinin şuurundaki adamdır. Egoizmden kurtulan adamdır. İslam›a göre kişinin özüyle sözünün inancı ile işlerin örtüşmesi esastır. Bu husus ayet ve hadislerde önemle vurgulanmakta müminlerin dosdoğru olmaları emredilmektedir.
“Ey Allah’ın resulü İslam dini ile ilgili bana öyle bir söz söyle öyle bir iş bildir ki senden sonra onu kimseye sormayayım ve ona sarılayım” diyen sahabe Süfyan bin Abdullah›a Peygamberimiz “Allah’a iman ettim. Rabbim Allah de ve dost doğru ol” buyurmuşlardır Peygamberimiz “Kim ihlasla kalbine imanı yerleştirir ve kalbini temizler, dilini doğru sözlü, nefsi huzura ermiş, huyunu, ahlakını ve davranışlarını dost doğru kulaklarını ve gözlerini gerçeği ve doğruyu duyan dinleyen ve gören yaparsa kurtuluşa ermiştir” hadisi, insanın özü sözü gözü kulağı ve bütün uzuvlarıyla olmasını teşvik etmiş ve küfür ile iman, doğru söz ile yalan, emanet ile hıyanet bir araya gelmez” buyurmuşlardır.
Dualarımızda, Rabbinden, değiştiremeyeceklerini tevekkül içinde kabul edecek vakarı, değiştirebileceklerini değiştirecek cesareti ve ikisi arasındaki farkı anlayabilecek bir akıl ihsan etmesini isteyelim. Encamını bilmediğin, arkasında hayır mı var, şer mi var kestiremediğin isteklerde bulunmamak için dualarında hep “Senin sevdiğini ve Senin razı olduğunu yaptırt Allah’ım!” diye dua etmeyi alışkanlık edinelim.
Peygamber Efendimizin şu duasını dilimizden eksik etmeyelim: “Allah’ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen bilgiden ve kabul olunmayacak duadan Sana sığınırım.” Her gün hayatının muhasebesini yaparak Peygamber Efendimizin şu hadis-i şerifiyle de kendi Müslümanlık derecemizi gözden geçirelim. “Kişinin güzel bir Müslüman oluşu, mâlayâni (boş şeyleri) terk etmesi ile belli olur.”
‘Din Kardeşliği’mize veremeyeceği zararı, biz kendi kendimize verebiliyoruz. Gayet de rahatız maşallah! Peygamberler bile hata yapabiliyor, ama bizim büyüklerimiz masum sanki. Bir ‘nefs muhasebesi’ bu kadar zor mu? Bir ‘özür dilemek, bir helalleşme içinde bulunmak karizmamızı mı çizdirir? Yapılan iyilikleri takdir etmek aczimize mi hamledilir? Yanıldığımızı kabullenmemiz, hatamızı üstlenmemiz, hata ettiğimizi söylememiz bizi büyültür mü, küçültür mü? Bizi dinlemeyen, bize hak vermeyen herkesi rakip, hataları düzeltmeye kalkanları hasım gibi algılamak bizi nereye götürür? Eleştiriye kapalı olmak, her yaptığını mükemmel görmek olgun bir Müslüman tavrı mıdır? Kendilerinin ‘özel’ olduğunu düşünmek, etraflarındakilerin de öyle düşünmelerini istemek örnek insanlara yakışır mı?
Vefalı olmanın, kadir/kıymet bilmenin bizim mümeyyiz vasfımız olduğu bu kadar çabuk mu unutulur? ‘Tarihini bilmeyen milletler hafıza kaybına uğramış gibidir’ sözünü naklederken geçmişte yaşananların tekerrür etmemesi için gayret göstermek ne zamandan beri tahrik muamelesi görür oldu? Çıkarılan şu hercümercin önlenmesi için dışarıya sipariş mi vereceğiz? Nerede gönül dünyamızın insanları, nerede itibarlı olan, sözü dinlenir akil adamlar, nerede Peygamber Efendimizin izinin sürüldüğü, sünnete bağlılığının hep dile getirildiği, hep ‘fırkayı naciye’ deyip duran bütün teşkilatlar; Hepiniz bugün için varsınız, tarihi hizmetler sizi bekliyor. Misyonunuzun, vizyonunuzun gereklerini yerine getirmek asıl bu günler için değil mi? Bugün önleyemediğiniz kargaşalıkları ne zaman önleyecek, ‘mü’minler muhakkak kardeştir’ emri ilahisini ‘niçin gerçekleştirmediniz’ sualine amelî cevabınızı ne zaman vereceksiniz? Egoizmden kurtulup, ‘Ümmetin derdiyle dertli olup’ cevabımızın icaplarını yerine getirdiğimiz zaman İnşallah…