Allah Zalimler Topluluğunu Hidayete Eriştirmez!

Suriye hadisesi her açıdan ayrıştırırken, öğretmeye ve tanıtmaya da devam ediyor.

HAKSÖZ-HABER

Allah’ın kitabı ve resulünün sünneti yerine mezhebini, devletini, örgütünü merkeze alanların nasıl haktan uzaklaştıklarını ve zalimlere meylettiklerini açıkça gözler önüne seriyor.

Bu konuyla ilgili olarak İslami çevrelerde yoğun bir kafa karışıklığının mevcut olduğu bilinmekte. Suriye meselesi bilhassa İran’a yakınlık duyan çevreler için tam bir imtihan kaynağı olmuş durumda. Birilerinin İran’ın hatırı ile Allah’ın rızası arasında, İran’ın muhafazası ile Ümmetin birliğinin korunması arasında gelgit yaşadıklarına şahit oluyoruz. Tam bir ölçüsüzlükle görünür gerçekler yok sayılıyor ve zihinlerde inşa edilen kurgular esas alınıyor.  

HÜDA-PAR camiasına yakınlığıyla bilinen Hürseda sitesinde 5 Nisan tarihinde Muhammed Çermikli imzasıyla yayınlanan yazı da bu ölçüsüzlüğü had safhada yansıtmakta.

Aşağıda yazının tamamını okuyabilirsiniz. Bir vesika olması düşüncesiyle alıntılıyor ve bu yazıya ilişkin olarak fazla bir şey de söylemek istemiyoruz.

Gerek de yok zaten! Baas rejiminin muhafazası için masum insanları kitleler halinde katleden güçlerin savunusuna diyecek bir şeyimiz yok! Kendi içinde bir dizi çelişki barındıran yazının tutarsızlıklarını tek tek sıralamaya da ihtiyaç duymuyoruz.

Sadece şu soruyu soruyoruz: HÜDA-PAR camiası bu yazıyı benimsiyor mu? Yetkili şahıslar burada sıralanan tezleri doğru buluyorlar mı? Sadece bunu bilmek istiyoruz!

____________________

***

Erdoğan'ın Çöken Suriye Politikası ve Nasrallah
Muhammed Çermikli / Hürseda - 5 Nisan 2014

Seçim hengâmesi sona erince seçim tartışmaları dolayısıyla halı altına süpürülmüş olan kimi gerçeklerle baş başa kaldık. Her yeni güne çarpıcı ses kayıtları ile uyanmak toplumu gerçek bile olsalar ses kayıtları konusunda duyarsızlaştırdı. Özellikle Düz Devlet'e karşı Paralel Devlet'in pislikleri ortaya saçıldıkça doğru olan kayıtlar bile paralel tiksinti dolayısıyla muhalif medyanın manşetlerinden öte bir anlam ifade edemedi.

Seçim gündeminin hasıraltı ettiği konulardan biriyse, Dışişleri Bakanlığı'nın dinlenmesi sonucu elde edilen Suriye ile ilgili kayıtlar oldu. Bakanların hatta B.Bakan'ın bile burnunun dibine kadar sızan paralel kadrolar, her ne kadar son darbeyi vurmak adına bu kayıtları yayınladıysalar da kayıtlar yayınlayanların kirliliği dolayısıyla yeterince ses getiremedi.

Normal şartlarda Türkiye'deki birçok dengeyi değiştirebilecek bu kayıtların bu kadar etkisiz kalmasına rağmen çok önemli olduğunu da en baştan belirtelim. O kayıtların illegal dinlenip illegal olarak servis edilmiş kayıtlar olduğunu da teslim edelim. Şunu da belirtelim ki; Hükümet kaynakları o kayıtların gerçek olmadığına dair bir yalanlama açıklaması da yapmadılar…

O kayıtlarda Hakan Fidan olduğu söylenen kişinin “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesine’de saldırtırız” sözlerine Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler olduğu belirtilen kişi ise, “Direkt savaş sebebi yani yapacağımız iş direk savaş sebebi” şeklinde cevap veriyor. Tüm bunlarla beraber söze karışan Davutoğlu ise; ‘Başbakan, bu (Süleyman Şah Türbesi) bir imkân gibi değerlendirilmeli bu konjonktürde’ şeklinde devam ediyor.

Bu konuşmalara ve hemen ardından Başbakan'dan gelen "Suriye ile Savaş Halindeyiz" açıklamasına bakınca, akl-ı Selim sahibi insanların, Türkiye'nin Suriye Politikası bu mu? Suriye Politikasının hedefinde fiili bir savaş mı var?  Diye sorduğunu duyar gibi oluyoruz.

Bu ses kaydı korkunç ötesi bir durum. Balyoz ve Ergenekon sanıklarının da bu tür planları olduğunu düşününce aralarındaki hedefe ulaşma yolunda her yol mubahtır kardeşliğini görebiliriz.

Evet, Süleyman Şah Türbesi Türkiye için özel bir öneme sahip olmakla beraber orası tanınmış bir toprak parçası olarak korunmalıdır. Ama korumak yerine oraya saldırmak veya orayı bir imkân gibi kullanmak macera aramaktan başka bir şey değildir.

Başını Ahmet Davutoğlu'nun çektiği Neo Osmanlıcı akımın ütopik hayallerine bakınca yeni bir Enver Paşa portresiyle mi karşı karşıyayız, diye sormadan da edemiyor insan.

Bu minvalde bir açıklamaya yapan Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah da bu durumu açıkça beyan etmişti. Türkiye'nin Süleyman Şah Türbesini koruma hakkı olduğu gibi bizim de tüm dünya Müslümanları için saygın olan Kutsal mekânları koruma hakkımız vardır, diyen Nasrallah Suriye'de oluş sebeplerini ise şöyle açıklıyor.

“Bazılarının Suriye’deki gelişmelerle ilgili olarak bizimle sorunu, bizim siyasi tutumumuzla ilgilidir, bizim askeri müdahalemizle ilgili değildir. Suriye’ye en geç müdahil olan Hizbullah oldu, Hizbullah Suriye’ye herkesten sonra girdi. Çünkü bize karşı bir savaş başlatıldı. Biz, Suriye’ye tüm dünya Müslümanları için saygın olan kutsal bir mekânın korunması için girdik. Nihayet attığımız adımların doğruluğu anlaşılmaya başladı. Eğer tekfirci terörizm Suriye’de başarılı olsaydı, sadece Hizbullah değil herkes hedefte olacaktı. Suriye’de ve Irak’ta yaşananları görmüyor musunuz? Suriye’deki tekfirci terörizm yenildiğinde hepimiz güvende olacağız.”

Nasrallah'ın bahsettiği tekfirci anlayışın yani Selefi- Vahhabi düşüncesinin, Suriye sorunun ilk başlarında başta Türkiye olmak üzere birçok devlet tarafından da desteklendiğini silah ve lojistik olarak beslendiğini de unutmayalım.  Esed'le savaşmak adına Suriye'ye giren bu güçlerin Esed'den çok hâkimiyet alanı yaratma adına diğer gruplarla savaştığı gerçeğini de ıskalamamak lazım.

Daha Hizbullah Suriye'ye adımını bile atmamışken, Selefi Şeyhlerinden birinin her elinde bir Kalaşnikof ile çıkıp meydan okuyarak; Bekle Nasrallah sıra sana da gelecek, Suriye'den sonra sıra sizde, demesini ve Selefilerin İslam'ın kutsal değerlerine saldırmasını görmeyenlerin şimdi kalkıp Hizbullah'a saldırmaları da anlamsızdır.

Girdiği her yerdeki İslami Mücadeleyi anlamsız kılan bu selefi akımın bu güne kadar sadece Müslüman gruplarla savaştığını da unutmayalım. Dünyanın her yerinden kalkıp Suriye'ye gelen bu Selefiler neden Bangladeş veya bir başka ülke üzerinden Arakan'a, Rohingya'ya geçip o mazlum Müslümanlara yardıma gitmiyorlar.

Mısır'da İhvan'a karşı Sisi'ye payanda olan tekfirci anlayış neden burunlarının dibinde olan Hamas'a yardıma koşmadı hiçbir zaman. Refah Sınır Kapısı'nı kapatıp, Gazze'nin can damarları olan tünelleri bombalayan Sisi'nin iktidarı için başlarını secdeden kaldırmayan anlayışın kalkıp yıllarca İslam Ümmeti'nin izzet ve onuru için savaşan Hizbullah'a düşmanlık beslemesinin hiçbir izahı yoktur.

Kudüs için bu güne kadar bir tek adım atmayanların Suriye'de kafa kesme seansları yapmalarının İslami açıdan hiçbir izahı yoktur.

Her gün yeni bir isimle bölünerek çoğalan grupların Suriye Halkı'na ve bir birlerine olan saldırı ve katliamları Ümmetin gücünü zayıflatmaktan başka bir şey değildir.

Beytullah'ı işgal eden Suud ailesiyle, ABD uşağı Körfez ülkeleriyle can ciğer olan, onurlarını Sisi'nin çizmeleri altına seren bu tekfirci anlayışın İsrail'in Kudüs işgalini onaylarken İsrail'in korkulu rüyası olan Hizbullah'a saldırmasının hiçbir İslami ve mantıki izahatı olamaz.

Suriye'de var olan, Ümmet-i Muhammed arasına sokulmak istenen Şii-Sünni çatışmasının pratize edilmesinden başka bir şey değildir. İslam düşmanları tarafından yüzlerce yıldır uygulamaya sokulmak istenen ancak gerçekleşemeyen bu plan, gelinen aşamada tekfirci anlayışın bağnazlığı dolayısıyla her geçen gün daha da hedefe yaklaşmakta.  Bu planı okuyamayan tekfirci anlayış İslam düşmanlarını görmezden gelirken dünyanın her yerinde hedefine tekfir ettiği Müslümanları koyuyor.

Batı destekli körfez sermayesi, Suud Krallığı ve Türkiye desteğiyle büyüyen bu anlayışın yaptıklarından bu kesimlerin tamamı sorumludur.

Gelinen aşamada başta Türkiye olmak üzere birçok kesimin Suriye Politikası iflas etmiş durumdadır. Suriye konusunda çuvallayan Neo-Osmanlıcıların kendi ülkelerine füze atmayı, Süleyman Şah Türbesi'ne saldırı planları yapmaları Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşı'na girişi aşamasındaki bombalama olaylarını hatırlatıyor.  

Malum Suriye'deki savaş devam ederken bir anda İŞİD denilen bir grupla tanıştı kamuoyu. Nerden çıktığı belli olmayan ve içindeki toplama güçler dolayısıyla her türlü manipülasyon ve yönlendirmeye açık olan bu tekfirci grup, bir anda savaşın kilit ismi haline getirildi. Bu grup bir müddet önce bir açıklama yaparak Süleyman Şah Türbesi'nin boşaltılmasını isteyerek Türkiye'ye üç günlük bir mühlet vermişti.

Yayınlanan ses kaydından sonra, acaba bu açıklamayı tansiyonu yükseltmek ve Suriye'ye fiili bir saldırıda bulunabilmek adına Türkiye mi yaptırttı, diye sormadan da edemiyor insan.

Son tahlilde şunu diyebiliriz ki; Suriye Şii-Sünni savaşı yaratmak adına seçilmiş bir pilot bölgedir. Bu yüzdendir ki; başta ABD olmak üzere çağdaş Haçlılar buraya fiili olarak girmiyorlar. Bunun yerine özellikle Körfez ülkeleri ve Suud hanedanı eliyle bölgeye fitne pompalayıp duruyorlar. Tekfirci anlayış ise bu ateşe ha bire yakıt taşıyor. Türkiye ise Suriye konusunda kapıldığı ütopik hayaller dolayısıyla kaybedenler kulübüne dahil olmuştur.

Zaman, Hizbullah'ın haklılığını ispatlayacaktır…

Selam ve Dua ile

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye