"Allah-u Ekber" sadâsı Resul-i Ekrem(s)’e inzal olunmaya başlanan ilk kelamdan beri Müslümanlığın yeryüzündeki nişanı oldu. O tarihten itibaren kendisine “ben Müslümanım” diyen herkes bunu izhar etmek için "Allah-u Ekber" dedi.
Müslümanların verdiği var oluş mücadelesinde de yine "Allah-u Ekber" lafzı kendisini bu anlam dünyasına ait hissedenlerin en çok kullandıkları nida cümlesi oldu. Patani’den Mağrib’e, Kafkaslardan, Afrika’ya kadar silahlı veya silahsız direniş grupları "Allah-u Ekber" cümlesinin altında bir araya geldiler. Bu yönüyle bu kullanım yalnızca bir slogan ya da harekete geçirici bir komut değil aynı zamanda bir yaşam biçimini ifade etmektedir.
Kendisini "Allah-u Ekber"in de içerisinde bulunduğu anlam dünyasına ait hissedenler taziyeleri, düğünleri, savaşları, sevinçleri veya üzüntüleri söz konusu olduğunda hissiyatlarını tekbir getirerek ifade ederler. Özünde bundan daha doğal bir şey olamaz. Zira manifesto niteliğinde olan iki kelimeden oluşan bu cümle tevhid dininin temelini oluşturmaktadır. Kendisini muvahhid gören cümle insan da bu ifadeyi dudaklarından hiç bir zaman eksik etmemektedir.
Gerçekliği şüpheli, geçici her türlü ziyan düşünce kalıplarını reddeden tekbir aynı zamanda fıtri ve hakikat olanı kabul edişi de içinde barındırır. "Allah-u Ekber" zalimlerden, tuğyan ehlinden, müfsitlerden değil Müslümanlardan olmanın onurunu ilan etmektir. "Allah-u Ekber" bir haykırış olduğu kadar insanın kimlerden tarafa olduğunu ve kimlerin karşısında olduğunu ifade eden bir sözdür. Bu sebeple tekbir getirmek yeryüzündeki en şerefli işlerden birisidir.
Bu sözün sahipleri Kitab-ı Kerim'de şöyle nitelenmektedir:
Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.
Güzel olan sağlam sözün karşısında ise çirkin söz sahipleri vardır. Onların özellikleri de şöyle:
Çirkin bir söz de, yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaca benzer.
Kimlerin doğru yol üzerine olduğu ise açıktır. Zalimlerin sonu güzel söze dünyada karşı çıkmaları sebebiyle bellidir:
Allah inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır. (İbrahim Suresi 24, 25, 26)
Tabi ki bunun kıymetini anlamayan Müslümanların varlığı da yadsınamaz. Karşıtlarımız ontolojik düzlemde durduğumuz yerlerin son derece farkındalar ve bu sebeple hedef alıyorlar. Öte yandan bazı Müslümanlar ise hoş görünmek veya herhangi bir aşırı(!) grupla anılmamak adına bu lafzı kullanmaktan geri durabiliyorlar. İslam düşmanlarını cesaretlendiren bu tarz tavır alışlara anlam verebilmek mümkün değil gerçekten. İnsanın sadece tekbire karşı tepki gösterenlere bakarak bile tekbir getiresi geliyor...
Türkiye'nin militarist modernleşme süreci İslam düşmanı bir kesim var etti. Bun insanlar İslam ile ilişkili her şeye düşmanken Müslümanların yapması gereken ise onları var eden ve görünür kılan "işaretleri" ön plana çıkarmak olmalı. Müslümanların geleneği tekbirlerle, dualarla, ezanlarla inşa edildi asırlara tekabül eden bir birikimden besleniyor. İçerisinde tekbir atmanın olmadığı gelenek son derece süfli, biçare ve kimliksiz bir mefhum olarak kalıyor.
Müslümanların niçin her olay karşısında "Allah-u Ekber" dediğini anlamayanların olaya böyle bir çerçeveden yaklaşması gerek. Tabii gerçekten anlamak istiyorlarsa... Yoksa sadece düşmanlık etmek için tekbir karşıtı söylemler dile getirenlere elimizden “Allah-u Ekber!” demekten başka bir şey gelmiyor. İslam karşıtlarının Müslümanları ilgilendiren her meselede içerisinde bulunduğumuz popülist söylemden de faydalanarak tekbiri hedef alması da ibretlik bir durum olarak önümüzde duruyor.
"Allah-u Ekber" insanın ekber olan karşısında acziyeti, ekber olana sığınışı, ekber olan dışındakilerden yardım dilememesinin beyanıdır. Suriye’deki bir mücahit mücadelesini tekbirle anlamlandırıyor, darbeci Sisi’nin zindanlarındaki mazlumlar da, İzmir'de Kahramanmaraş'ta Hatay'da minicik bir yavrucağı depremden kurtaran Müslümanlar da… Bir eylemde kaşlar çatılmış, yumruklar sıkılmıştır. Gergin ruh hali o esnada hakkı haykırmak için toplanan Müslümanları aynı sözde birleştirir. Her şey O’nun adına yapılacak olan çağrıyı beklemektedir… O dakikadan sonra gerginlik yerini sevince bırakır.
Yaşamayanın bilemeyeceği bu coşku bizi Suriye’de, Mısır’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, İzmir’de*, Kahramanmaraş'ta bir araya getiren şeydir. Aramızdaki ortak dildir. Müslümanlığımızın izharı olan tekbir sadâsını dillendirmekten bu yüzden onur duyuyoruz. Daha yüksek sesle ve büyük bir sevinçle: ALLAH-U EKBER!
*30 Ekim 2020 tarihli İzmir depreminde de bazı meşum çevreler arama-kurtarma faaliyetlerinde "tekbir" getirilmesinden rahatsız olmuş ve Müslümanları hedef almıştı. O dönem yazılan bu yazı bazı güncellemelerle revize edilerek tekrar okurlara sunuldu.