Ekonomik krize sevinmek mi, üzülmek mi gerektiğini hâlâ kestirebilmiş değilim…
Çünkü bu çöküş, 18. yüzyıl “Aydınlanmacı”larının yaptıkları “Yeni Hayat Projesi”ne Allah’ı dâhil etmeyen, “Evreni yaratıp yönetimini akıllı insanlara bıraktı” şeklinde özetleyebileceğimiz “yeni tanrı” anlayışını Evrim Teorileri kalıbında dayatan anlayışın çökmesidir.
Bu anlamda hayırlı bile olabilir.
Hikâyeye özetle bakacak olursak, diyebiliriz ki, 17. yüzyılın ikinci yarısıyla, 19. yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan dönemde, Avrupalı bazı filozoflar, aklı insan yaşamındaki mutlak yönetici ve yol gösterici, mutlak belirleyici saydılar…
Bir anlamda “Allah” kavramını değiştirdiler.
Aydınlanma hareketi Leibniz tarafından başlatılmış ve burada “doğal hukuk”u savunan Grotius ve Thomasius gibi düşünürlerle, “doğal din” düşüncesine katkı yapmış olan Wolff, Lessing ve Herder gibi filozoflar, Peztalozzi ve Francke gibi eğitimciler ve nihayet aklı her alanda ön plana çıkartan Kant gibi düşünürler tarafından geliştirilmiştir.
Din kitaplarında önerilen “Allah sevgisi” yerine Allah sevgisinden soyutlanmış belirsiz ve sınırsız bir insan sevgisi (hümanizm) getirdiler. Arkasından da “deizm”i (Akıl dini: Bir anlamda paranın ve insanın putlaştırılması) dayattılar.
Buna göre “Hayatı yaratan Allah hayata karışmayacak, tüm sorunlar insan aklıyla çözülecek”ti. Hayat, insanın değerleri, tutkuları, umut ve korkularıyla şekillenecekti.
Deistler, Allah’ın varlığını kabul ediyorlardı. Ancak bu kabule “Allah” demek pek caiz değildi.
Geliştirilen “yeni bir tanrı” kavramıydı. Yeni bir put dikmişlerdi.
Sonsuz kudret, irade ve kuvvet sahibi Allah’ı reddedip kudretini sınırlamış, onu hâşâ sanki bir kenara koymuşlardı.
Yarattığı varlıklara karışmayan, geleceği belirlemeyen, onları sınamayan bir Allah…
Böylece vahyi ve hikmeti akılla, aklı ise bilimle sınırlamışlardı.
Tüm hesaplarını da bu mantığın (mantıksızlığın) üzerine yapmışlardı.
Bu hesaba göre; Çok üretecekler, çok tüketecekler, başarıya ulaşacaklar, ekonomik refaha kavuşacaklar, güçlenecekler ve mutlu olacaklardı.
Halbuki Allah’ı hesaba katmayan her hesap çözülüp çökmeye mahkûmdur!
“Allahsız hayat projesi”nin, kaçınılmaz olarak, yıllar içinde bireysel ve kitlesel yansımaları oldu. Bireysel yansımaları;
1. Bencilleşme (Lüks, ısraf, ihtişam, gösteri, gösteriş);
2. Dinsizleşme; (İhtiraslarda sınırsızlık olarak tezahür etti)
3. Densizleşme; (Yüzsüzlük, görgüsüzlük, kabalık, düşüncesizlik);
4. Merhametsizleşme (Yardımlaşma duygusunun yok oluşu);
5. Yalnızlaşma; (Aileyi de kapsayan, sadece başarıya endeksli bir yalnızlık)
6. Ve depresyon şeklinde gelişirken, kitlesel yansımaları toplumlara çok daha büyük acılar getirdi…
1. Savaşlar (İki dünya savaşı ve diğerleri);
2. Terör;
3. Adaletsizlik eşitsizlik;
4. Açlık, yokluk, yoksulluk;
5. Ve tabii olarak da ekonomik krizler.
Yani Amerika Birleşik Devletleri’nden başlayan global çöküş, Allah’ı hesaba katmayan hesabın çöküşüdür.
İnsan aklına sonsuz güvenenlere sormak lazım: “Hadi bakalım, akıl sizin para da, çözün krizlerinizi!”
Kadim Batı dünyası “teslis” dediğimiz “İsa, Meryem ve Ruh’ul Kudüs” üzerine müessesti. Bunlar Batı’nın maneviyatını oluşturuyordu.
Aydınlanmacılarla birlikte bunları bırakıp, yerine “başarı+para+güç=Mutluluk” formülünü geliştirdiler, ama yeni formül uzun süreli olamadı.
Biz, ABD Doları'nın üzerinde yazılı bulunan “Allah’a güveniyoruz” cümlesini gerçek anlamda Allah’a güven şeklinde algıladık ama aslında O'nun yerine doları koymuş, dolara duydukları güveni de üzerine yazmışlardı.
Şimdi de dolar imparatorlukları çöküyor!
Papa bile durumu kavrayıp bu çöküşü Batı dünyasının “bedel ödeme”si, hesaplarına Allah’ı katmayan Batı dünyasına “İlahi ceza” şeklinde algıladığını ifade etti.
Deprem sonrasında bu yaklaşımı sergileyen bazı dostlarımızın içeri alındığını hatırlayınca, Papa’nın rahatlığına gıpta etmek geliyor insanın içinden.
VAKİT