“Bu yavrular için bir seferberlik başlatalım. Herkes bir aile alsın evine, bir tane altın küpesini, bileziğini bozdursun, bir paket az sigara içsin, bir gece az eğlensin ama bu çocuklar üşümesin!”
Bu sözler, İstanbul sokaklarında kara kışa ve yoksulluğa karşı yaşam mücadelesi veren Suriyeli ailelerin durumuna tanıklık eden ve kendi bireysel çabalarıyla inisiyatif kuşanan duyarlı bir Müslümanın konuyla ilgili Islahhaber.com’a yayınlanması talebiyle attığı mektuptan.
Kayseri kökenli olup Avrupa'da gurbetçi olduğunu belirten kardeşimiz İstanbul’a yaptığı ziyaret esnasında İstiklal Caddesinde tanık olduğu Suriyeli ailelerin dramına karşı kayıtsız kalmamış. Vicdanı ayaklanan –adı mahfuz- kahramanımızın hem yaraya parmak basan hem de tedavide güzel bir örneklik sunan mektubunu ilginize sunuyoruz.
***
Sevgili editör kardeşim, bu mektubumu haber sekline getirip lütfen yayınlayın. Rica ediyorum! Allah için yayınlayın.
İstanbul asığı, yurtdışında yasayan, Kayserili gurbetçi bir işadamıyım. İstanbul’da 3 gece kaldım ve son gecemde İstiklal Caddesini bir yukarı bir aşağı giderek geçirmek istedim. Yolun sonunda bir yerde oturup bir şeyler yedim ve meydana doğru ilerlemeye başladım.
Meydanın sonunda, bir dilenci kadın ve yanında yürüyen küçük bir çocuk dikkatimi çekti ama Allah var, yine bir dilenci daha diye düşünerek hızlı adımlarla yanlarından kaçtım. Ama arkama bakmadan da edemedim. Küçük çocuk annesinin arkasından yorgun adımlarla bir o yana bir bu yana koşuyordu. Geri döndüm, yanlarına gittim ve cebimden birkaç lira bozuk para verdim. Kadın benimle Arapça konuşmaya başladı ve Suriye pasaportunu gösterdi. Kucağındaki çocuk uyuyordu, yanındaki çocuk ise ayağında çorabı yok, ince bir kazak giyinmiş ve ayakkabısı en az 3 numara büyük, soğuktan titriyordu.
Kadını anlamadığım için “Allah yardımcınız olsun“ dedim, küçük çocuğun saçlarını ve sırtını okşarken, nasıl da zayıf diye düşündüm ve alnından öptüm. Kaldıkları yeri sordum, Tarlabaşı’nı işaret etti; kocası şehit düşmüş, ev kiram 400 TL dedi kötü Türkçesiyle. Biraz sohbet ettikten sonra, onlara dua ederek yanlarından ayrıldım. Yine arkama baktığımda, Suriyeli Anne hızlı adımlarla yardım toplamak için ilerliyordu küçük çocuk da arkasından koşuyordu.
Bir taksiye bindim, ama yediğim yemek midemde ağrı yapmaya başladı. Yazıklar olsun bana dedim, o titreyen çocuk gözümün önünden gitmiyordu. Acaba gerçekten yardıma ihtiyaçları var mıydı? Birden kendi kendime sordum: “Hangi Anne bu soğukta çocukları ile birlikte gece yarısında Taksim’de para toplar?” Bunu dünyada hiç bir Anne yapmazdı. Hangi Anne istemezdi ki, sıcak bir odada çocuklarının karınlarını doyursun, bir bardak süt içirip yatağa yatırsın ve üstlerini iyice örtsün? Bindiğim taksi de bu arada bayağı hızlı bir şekilde trafikte yol alıyordu. Yolun sonunda taksiden indim, hemen bir ATM’ye koştum para çektim ve tekrar İstiklal Caddesine gitmek için yeni bir taksiye bindim.
Meydanda Suriyeli aileyi aramaya başladım. Orda duran bir seyyar köfteciye sordum, o da oradaki diğer Suriyeli insanlara sormaya başladı. Bir anne, kucağında bir bebek, yanında kıvırcık saçlı bir çocuk neredelerdi acaba? Çocuklar ve Suriyeli anneler, babalar teker teker yanıma gelmeye başladılar. Keşke hepsine yetecek kadar para çekmiş olsaydım. Birine bir köfte, öbürüne biraz harçlık verdim ama benim aradığım aile görünürlerde yoktu. Yarım saat sonra onları Atatürk heykelinin yakınlarında fark ettim ve yanlarına koştum. Suriyeli kadına “Bak hemen çocuğunu al ve eve git, bu çocukları üşütme ben sana yeterince para vereceğim” dedim. O da tamam dedi ve çocuklarını çağırdı. Toplam 3 çocuğu varmış, kıvırcık saçlı adeta yalın ayak, üstünde sadece bir pijama ve ince bir kazakla dolaşan çocuğu kucağıma aldım ve evlerine doğru ilerlemeye başladık.
Tarlabaşı’na yaklaştıkça arkamızda 10-15 tane irili ufaklı çocuğun bizi takip ettiğini fark ettim, biri koluma vuruyor, biri sırtıma vuruyor “Bize de yardım et, biz de Suriyeliyiz” diyorlardı. Kadının kocası şehit olduğu için, içime bir şüphe düştü. Belki vereceğim parayı kadından zorla alacaklardı. İster istemez çocuklara kızmaya başladım ve geri gitmelerini istedim, ama beni anlamıyorlardı.
Ayrıca Tarlabaşı’na da girmeyi fazla istemiyordum. Kucağımdaki çocukla orda duran bir taksiye bindik. Taksiciye “Acele bizi buradan götür, birkaç tur atalım“ dedim. Amacım tekrar döndüğümüzde orda biriken çocukların oradan gitmeleri idi. Taksici Kürt arkadaş, bu ailenin Suriyeli Kürt olduklarını söyledi. Ne önemi var? Şu küçük çocuğun ellerine bak dedim. Kucağımdaki çocuğun elleri, kolları adeta buz tutmuştu. Ellerini taksinin kaloriferine yaklaştırdım, çocuk adeta ellerini yapıştırdı kalorifere. Çocuğu okşadım, sımsıkı sarıldım, kokladım, öptüm. Yarım saat dolaştık, ama çocuğun kolları, elleri, ayakları halen ısınmamıştı. Elbise ve ayakkabı almak için bir dükkân aradık, ama saat sabahın biri olduğu için her yer kapalıydı. Geri döndük ve çocuklar da artık orda yoklardı. Kadına üstümdeki paranın hepsini verdim ve taksiden inerek evinin yolunu tuttuk. Ara sokaklarda, gençler ateş yakmışlar etrafında ısınıyorlardı. Ürpererek ilerledim, kucağımda küçük kız çocuğu, önümde Suriyeli anne, onun kucağında bir bebek ve soğuktan burnu akan 4 yaslarında bir oğlan çocuğu karanlıkta ilerliyorduk.
Kucağımdaki çocuğun ayağından ayakkabı durmadan düşüyordu, boğazına atkımı sardım ve evlerinin önünde durduk. “Eğer bu çocuğa bir kışlık ayakkabı, pantolon ve bir kışlık ceket almazsan hakkımı sana helal etmiyorum” dedim. Suriyeli Anne bana söz verdi ve yemin etti.
Onlar eve girdiler ama ben Tarlabaşı’ndan nasıl çıkacağım diye düşünürken Allah bana anında boş bir taksi gönderdi ve ben hemen o taksiye binerek oradan ayrıldım.
Takside ısındıkça bana sarılan o 2-3 yaslarındaki kıvırcık saçlı, dünyalar güzeli kız çocuğu aklımdan çıkmıyor. Belki babasını özlediği için bana sarılmıştı. Gözyaşlarımı tutamadım. Yazıklar olsun İstanbul’a ki kış ortasında yalın ayak devletimize sığınmış bu mültecileri Tarlabaşı’nda barındırıyor, sokaklarında dilendiriyor! Yazıklar olsun zenginlerimize, müslümanım diye namaz kılıp, oruç tutup sıcak yataklarına yatan Türke, Kürde, Çerkeze… Hepimize!
Yazıklar olsun Esad’a, Rusya’ya, Amerika’ya ve bütün İslam Âlemine!
Ama herkesten önce “Yazıklar olsun bana ki, daha fazla yardım edemediğim için!”
Haydi Anadolum! Haydi, Analar, Babalar, Kardaşlar, Bacılar! İstanbul’da veya yurdumun neresindelerse yardıma ihtiyacı olan bu yavrular için bir seferberlik başlatalım. Herkes bir aile alsın evine, bir tane altın küpesini, bileziğini bozdursun, bir paket az sigara içsin, bir gece az eğlensin ama bu çocuklar üşümesin!
El insaf kardeşlerim, El insaf! Allah bunun hesabını yemin billâh soracak bir gün!
Saygı ve selamlarımla
(islahhbaer.com)