Aliya İzzetbegoviç; tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesini onurlu bir şekilde sürdürmüş ve gelecek nesillere miras olarak bırakmış öncü şahsiyetlerimizdendir. O, siyaset ve devlet adamı olması yanında “Zamanının tanıklığını” da yapmış en önemli düşünürlerimizden birisidir.
İçine doğmuş olduğu zaman ve coğrafya ile ait olduğu kimlik onun vasıflarındandır. O, hem Avrupalı hem de Osmanlı ve Müslümandır. Batı medeniyetini doğru anlayıp, değerlendirme yetisi bundandır. Hikmetli ve vakur duruşunun başlıca kaynağı ise İslam’dır. Onun ideali; Müslümanların Kur’an’a olan bağlılıkları üzerinden, ümmet bilinciyle “İslamlaşma projesi” ni hayata geçirme arzusudur. “İslam Deklarasyonu” bu arzunun somut bir yansımasıdır. Kitap “Ey iman edenler iman ediniz” ayetinden ilham alarak, Müslüman halkların yeninden İslamlaşmasına dair yazılmış bir bildiri niteliğindedir ve mesaj doğrudan Müslümanlaradır.
“Hedefimiz Müslümanların İslamlaştırılmasıdır; sloganımız inanmak ve mücadele etmektir” diyen Aliya için İslam, daha iyi bir gelecek vaadi ve umududur. Onurlu ve özgür bir hayatının, yani uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.
İslamcılık düşüncesini pratiğe aktaran bir lider oluşunun yanında Aliya, salt Müslümanların değil tüm insanlığın kurtuluşu için çözüm önerileri sunar. Yaşadığı coğrafyada, modernlikle birlikte ortaya çıkan sorunlara; seküler çağın ürettiği ideolojilerden kaynaklı inançsızlık gibi akımlara karşı, insanlığı iki kutuplu sıkışmışlıktan, “üçüncü yol İslam”a çağırarak, alternatifsiz olmadıklarını gösterir.
Aliya, tek tipleştirmeci bir kültür anlayışı yerine çok kültürlü, özgürlükçü bir dünya savunusu ortaya koyar. Çünkü İslam’ın yeryüzünde bir “Tanrı Krallığı” kurma amacı yoktur ve İslam, homojen bir toplum oluşturmak amacında da değildir. Hayatın bütün boyutlarıyla İslamlaşması çağrısıyla, hem etnik ulusçuluğa hem de insan ruhuna aykırı, Komünizm ve Sosyalizm gibi ideolojilere karşı kurtuluşun İslam'da olduğunu anlatır. Bununla birlikte Aliya için İslam, soyut ve kurgusal bir olgu da değildir.
Çünkü İslam Deklarasyonu’nda somut tespit ve öneriler sunar. Müslümanların kaderlerini değiştirip, dünyayı İslam’a göre yeniden inşa edeceklerini, dosta-düşmana ilan eder. Deklarasyon, ümmetin ayağa kalkma çağrısı yanında büyük insanlık idealinin de bir sentezidir. Büyük sorunlar karşısında başarı, ancak hep birlikte harekete geçmekle gelecektir. Bu şuurla yazdığı bildiriyi şehitlere itiraf eder.
Aliya “Ne yapmak istediğimizi” sorar. Aynı yerde devirdaim yapmaktan, bağımlılıktan, fakirlikten ve geri kalmışlıktan kurtulmak istiyor muyuz? Şerefle ve aydınlık yolda; yeniden kendi kaderlerimizin sahibi olmak arzusunda mıyız? Ahlaklılığın, dâhiliğin ve cesaretin yeniden fışkırmasını istiyor muyuz? Uyanışa dair bu sorular, cevaplarını içinde barındırmakla beraber, Aliya’nın entelektüel kişiliğine ve dava düşüncesine ışık tutar. O, 20. Yy’da İslam'ın yeniden teşekkülü için ortaya çıkan, İslamcı geleneği teoriden pratiğe doğru dönüştürmek isteyen, bir bilge aynı zamanda liderdir.
Aliya, anlamlı hayatlar kurabilmeyi ancak İslamlaşma ile mümkün görür. Bunun için, “İman edenleri yeniden iman etmeye” çağırır. O, hayatın tüm alanlarında İslam düşüncesini yenilemek ve yeniden İslam birliğini gerçekleştirmek ister. İslam, Müslüman halkları heyecanlandıracak ve motivâsyonunu sağlayacak yegâne kaynaktır. Çünkü İslam’ı kabul eden bir halk, İslam’dan başka herhangi bir ideal için yani hiçbir kral, hükümdar, millet, parti vb. için yaşayamaz, mücadele edemez ve ölemez!
Aliya, İslam dünyasındaki yenilenmenin, İslamsız ve İslama karşı olamayacağını bilir. Bunu bilmek, ilk şarttır. İslam, sahih bir gerçeklik vasfıyla varlığını sürdürmekte ve insana, insanın dünyadaki yerine, insan hayatının hedefine dair tüm ahlaki, felsefi, fikri ve siyasi iyileştirmeleri içinde barındırmaktadır. Bu yüzden İslam dünyasının geleceği için hakikat bellidir: “…Alternatif apaçıktır ya İslami yenilenmeye doğru hareket veya pasiflik ve gerileme. Bizim için başka bir ihtimal yoktur.”
Aliya’ya Müslümanların yeni bir dirilişe ihtiyaçları olduğunu görmektedir. Müslümanların kendilerine musallat olan uyuşukluk, pasiflik ve edilgenliğin; İslam ile uzaktan yakından alakası olmadığı gerçeğini, bu diriliş heyecanı ile fark etmelerini bekler.
Bu atıl durumun temel nedeni, İslam ile kurulan yanlış ilişki biçimidir. Büyük bir devrim şeklinde doğan ve bir süreklilik içinde tamamlanan İslam, Müslümanların içerisinde düşmüş oldukları yanlış anlayışlar nedeniyle zamanla devrimci karakterini ve gücünü kaybetmiş, donuklaşmıştır. Bu sürecin önemli nedenlerinden birisi, fıkıhta meydana gelen kriz ve içtihat kapısının kapanması olgusudur. Bu durum katılığa ve benimsenen hukuk kaidelerinin günümüze kadar değişmez bir niteliğe sahip olduğu yanılgısına yol açmıştır.
Aliya bu sorunu günümüze taşır ve sorun etrafında oluşan, sapma olarak gördüğü iki anlayışı analiz eder. Muhafazakârlar ve Modernistler… İnşallah bir sonraki çalışmamızda... Allah’a emanet olunuz.