Aliya İzzetbegoviç’in Fikri Yönelimleri

Hece dergisi, 2016'nın ilk özel sayısını “Bilgemiz Aliya İzzetbegoviç” başlığıyla hazırladı. Dergide Aliya İzzetbeoviç’in eserleri üzerine müstakil incelemeler, söyleşiler, portre yazıları, şiirler, mektuplar, çizgiler ve fotoğraflar yer alıyor.

Asım Öz / Dünya Bülteni

Aramızda olmayan yazarları, sanatçıları ve düşünürleri genelde hürmet ve takdir yazılarıyla anarız. Bazılarının cenaze söylevleri olarak yerdiği bu tür pek neşeli olmasa da göçüp gidenlere dair hatırlama biçimlerinin en yaygın olanıdır. Hece dergisi, 2016 yılının ilk sayısını (229. sayı) “Bilgemiz Aliya İzzetbegoviç” başlığıyla hazırladı.

Dergide Aliya İzzetbeoviç’in eserleri üzerine müstakil incelemeler, söyleşiler, portre yazıları, şiirler, mektuplar, çizgiler ve fotoğraflar yer alıyor. Biçim bakımından farklı olan metinler niyet yönüyle birbirinden çok farklı değil. Birkaçı çekinik biri doğrudan olan eleştirel yaklaşımlar dışarda tutulursa hürmetkâr yazılardan oluşan bir toplamla karşı karşıyayız. Tekrarın yavanlaştırdığı yazılarla özel isimlerin tercümesindeki münferit tercihlerin oluşturduğu çapaklar(SDA, el-Hidaye vb.) üzerinde şimdilik durmamak gerekir. Yalnız şunu söylemeden geçmek olmaz; belki bunlar rasyonel bir tercihten değil, özel sayının tamamen şartlara bağlı ve hatta tam manasıyla olumsallığa tabi oluşundan kaynaklanan pürüzlerdir.

Bunun yanında kendine mahsus bir bütünlüğü bulunan bu sayıyı anlamlı kılan iki husus var; ilki Bosna’da farklı kişilerle yapılan röportajlar ikincisi ise İslâm dünyasının Arap ve Fars coğrafyasından bazı isimlerin, İzzetbeoviç’in eserleri ve fikirleri üzerine serdettikleri. Aliya’ya hiçbir kısıtlama veya ön şart ileri sürmeden hürmet sunan röportajlar, okuyuculara onun hayatına ve düşüncelerine dair farklı perspektifleri sunarken, Farsça ve Arapçadan yapılan tercümeler Müslüman ülkelerde Aliya’nın nasıl anlaşıldığını, varsa sınırlı etkilerinin hangi noktalarda olduğunu fark etmeyi sağlıyor. Özellikle Abdulvahab El-Mesiri, Ebuzeyd el-Mukrî el-İdrisî ile Fatih Ali Hasaneyn’in dile getirdikleri kaydedilmeye değer.

Röportaj yapılan kişiler, Aliya İzzetbegoviç’le nasıl tanıştıklarından başlamak üzere pek çok konuda hatırladıklarını hafızalarına yaslanarak serbestçe aktarıyorlar. Eserleri bahsinde ise iki dönüm noktası teşkil eden ve komünizmin güçlü olduğu yıllarda kaleme alınan İslâm Deklarasyonu ile Doğu ve Batı Arasında İslâm kitaplarına ayrıca dikkat çekiliyor. Ayrıca zamanla yazarın bizzat kendisinin Deklarasyonu idealist bir yaklaşımla kaleme aldığını, kitapta değinildiği gibi birleşik bir İslâm dünyasının var olmadığı dahası hepsinin kendine özgü somut sorunlarının bulunduğunu fark ettiğine dönük aktarımlar da yapılmaktadır. Dahası İslâmî kurallara göre bir devleti yönetmenin o kadar kolay olmadığını fark ederek, kendisini devleti Batı demokrasilerinin prensiplerine göre laik bir şekilde yönetmeye adadığına dair çıkarımlara da yer verilmiştir. Keza aynı şekilde Doğu ve Batı Arasında İslâm’ın değişik nüshaları üzerinden yapılan değerlendirmeler eserin oluşum sürecine dair serdedilen bazı kanaatlerin (gençlik yıllarında kaleme alındığı gibi) gözden geçirilmesini zaruri kılıyor.

Aliya İzzetbegoviç’in fikrî bakımdan Genç Müslümanlar hareketinin yorum ve düşüncelerini şu ya da bu ölçüde yansıtmasından dolayı da bu hareketin adı ve yaklaşımları metinlerde sıkça zikrediliyor. Zira Genç Müslümanlar 1940’lardan itibaren İslâm dünyasının sorunları bağlamında siyasi olanla yakından ilgilenen bir hareket olarak öne çıkar. Bu hareket, İslâm âleminin sefalet içerisinde yaşamasını kabul edilemez buluyor, ama aynı zamanda İslâm’ın özüne sahip çıkılarak askeri ve kapitalist yöntemlerle hâkimiyet altında tutulan Müslüman halkların inkişafının nasıl sağlanabileceği üzerine teklifler sunuyordu. Haliyle yeni tekliflerin belirgin kılındığı zorlu süreçte ulema ve imamlar aleyhinde pek çok eser kaleme alınmış ve bunlar Genç Müslümanlar tarafından sahiplenilerek okunmuştur. O vakitler sadece Bosna’da değil hemen bütün İslâm dünyasında Müslümanların dini ve sosyal açıdan yeniden doğuşu (rönesansı) gündemde olduğu için eski, muhafazakâr ve geleneğin pençesinde olan ulemadan ümit kesilmişti. Ulemanın mevcut konumunun sorgulanması İslâm’ı gündeme getiren aktörlerin farklılaşmasını da beraberinde getirmiştir. İşte bu süreç, Aliya’nın fikri serüveninin kavranması açısından hayati derecede önemlidir.

Dergideki ilk söyleşi halen Bosna-Hersek Diyanet İşleri Meclis Başkanı görevini sürdüren Hasan Çengiç’le yapılmış. Çengiç, hem 1983’te Saraybosna Davası olarak bilinen davada Aliya İzzetbegoviç ve on arkadaşıyla birlikte hapse mahkûm edilmesinden hem de Demokratik Eylem Partisi (SDA)’nin kurucularından olmasından dolayı Aliya’nın, fikri ve siyasi serüvenini yakından tanıyan kişilerden biri. O, Genç Müslümanlar Hareketi ile Mısır’daki Müslüman Kardeşler arasında örgütsel açıdan bir bağ kurmanın mümkün olmadığı kanaatindedir. Söyleşi boyunca bir tarihçi olmadığını ısrarla belirten Çengiç, Genç Müslümanların örgütlenme tarzı açısından komünist hareketlere daha yakın olduğunu bir gözlem olarak aktarır. Her iki hareketin de küçük gruplar halinde çalışmaları, etkilerinin okullar, kulüpler gibi kültürel oluşumlarda tezahür edişi ve devrin şartları gereği kendi kimliklerini saklayarak hareket etmeleri onun bu kanaatini desteklemek maksadıyla ileri sürdüğü argümanlardan birkaçı. Elbette Çengiç, Genç Müslümanların komünist hareketlerin yapılanmasını birebir taklit ettiklerini söylemiyor ama örnek aldıkları konusunda emin. Keza onların o yıllarda İslâm üzerine kaleme aldıkları yazılarda meydan okuyucu yönün ön planda oluşu da ideolojiler savaşından bağımsız ele alınamaz. Bundan dolayı İslâmî anlayışları da geleneksel medreselilerden farklılık arz eder mahiyettedir.

İslâmcı Hareket ve Düşünürlerin Etkisi

Hasan Çengiç, Genç Müslümanların komünizme karşı mücadele yürütmek için materyalizm, hümanizm ve ahlaki ölçüler başta olmak üzere çeşitli konuları gündemlerine aldıklarını aktarır. Hatta Genç Müslümanların, Katolik kilisesinde bulunan tüm kaynakları, kitapları inkârcı olmayan pozitivist eserleri kendi ideolojik mücadelelerinde kullandıklarına dikkat çeker. Bu gençlerin orta yolu; ruh ve madde, dünyevi ve dini, maddi ve uhrevi olan arasındaki denge yolunu bulmaya çabalamaları dönemin baskın ideolojisi materyalizme itirazı beraberinde getirecektir. Ayrıca Genç Müslümanlar hareketine onların sahip olmadıkları ağırlığı yüklemenin yanlış olduğunu belirterek sözü tekrar Müslüman Kardeşler hareketine getirir ve şöyle devam eder:

“[Temel sorular açısından] Mısır’daki Müslüman Kardeşler oluşumunu dikkate aldığınız zaman, özellikle onların ideolojik öğretilerine baktığımızda aynısı olduğunu görürüz. Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh, Hasan el-Bennâ ve diğerleri, kilit olan şey tartışma. Bugün bütün olanlara baktığımızda komik dahi bulunabilir. Siz yeni jenerasyona onun nasıl büyük bir problem olduğunu anlatamazsınız bile.(…) Bugün herkes kendi fikrini açıkça beyan edebiliyor ve bu problem teşkil etmiyor. Ama o dönemde siz kendi düşüncenizin arkasında olduğunuzda siz doğrudan siyasi tercihinizi yapmış olurdunuz, safınız keskin çizgilerle belirlenmiş olurdu ki bu da size pahalıya mal olabilirdi. Bu oluşumlar arasındaki doğrudan bağlantılarla ideolojik bağlantılar arasındaki farkı iyi anlamak gerekir.(…)

Klasik argümanlar çoğu zaman onların gençliğini tatmin etmiyordu. Onlar çekici olanı istiyorlardı. Onlar günlük tartışmalar içinde kendi argümanlarını oluşturacak kapasitede değillerdi. O sebeple, Mısırlı Müslüman Kardeşlerle özdeşleşen bazı tutumlar, fikirler, Genç Müslümanlarda bulunan tutum ve fikirlerle benzeşmektedir. Bugün İslâm kardeşliği olarak adlandırdığımız şey, örgütlerin yapısı, öğretileri, modern olanlardan bahsetmiyorum Genç Müslümanlar döneminden bahsediyorum, onlar 30-40 yıl önce yapılanmaya başladılar. Yani Genç Müslümanlar ortaya çıktığında Müslüman Kardeşler varlıklarını çoktan sürdürüyorlardı. Genç Müslümanların Müslüman Kardeşlerden haberdar olmadıklarını söyleyemem, belki onlar hakkında bilgi sahibi idiler, oralara giden Boşnakların anlattıkları bazı şeyler olmuş olabilir. Ama aralarında doğrudan bir bağlantı yoktu. Tekrar söylüyorum derin araştırmaya girilse o dönem, ideolojik olarak değil, ama yapılanma olarak örnek aldıkları yapılanma komünist yapılanmadır.”

O halde şunu aktarmadan geçmeyelim: Aliya İzzetbegoviç’in Arap dünyasında tanıtılmasında etkili olan ve 1965’ten itibaren kendisiyle münasebeti bulunan Sudanlı Fatih Ali Hasaneyn’in anlattığı bir husus bu çerçevede önem arz etmektedir. Aliya, Fatih Ali Hasaneyn’i Müslüman Kardeşler hareketinin önemli isimlerinden ve Tarık Ramazan’ın babası Said Ramazan’a benzetir. Ki bu durum hareketin Bosna’da yakinen bilindiğinin göstergelerinden biri olarak görülebilir.

Enes Kariç, Doğu ve Batı Arasında İslâm kitabını irdelerken, Aliya İzzetbegoviç’in bu kitabında on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda, özellikle Avrupa, Hindistan, Türkiye, Pakistan, Cezayir gibi ülkelerden ama aynı zamanda Balkan devrimcilerinden etkilenerek devrimci ve modern yöndeki İslâmî birikimle ilgili bilgisini gösterdiğini tespit eder. Aslına bakılırsa bu yaklaşım doğru kabul edildiği takdirde, entelektüel demokrasinin tercüme karşıtı temsillerinin egemenliğini ciddi ölçüde sorgulamak mümkün olabilecektir. Zira Aliya’nın İhvan başta olmak üzere diğer İslâmî oluşumlardan etkilenip etkilenmediği, etkilendiyse bunun boyutlarının ne olduğu Aliya üzerine yapılan incelemelerde karşımıza çıkan merkezî bir muammadır.

Genel olarak Aliya’nın Doğu ve Batı Arasında İslâm kitabındaki yorumlarına eleştirel yaklaşan Enes Kariç makalesinin ilerleyen satırlarında Arapça bilmeyen Aliya İzzetbegoviç’in, Mısır ve diğer Arap ülkelerindeki düşünce ekollerini İngilizce ve Fransızca kaynaklardan tanıdığını belirtir. İslâm dünyasındaki çağdaş İslâmî akımların düşüncelerini de Türkçe, Almanca ve Arapçadan yapılmış tercümeler aracılığıyla takip ettiğinin altını çizer. Tek ortak noktaları “çağdaş” olmaları denebilecek olan bu düşünürlerin kim olduğu noktasında ise öncelikle şu isimleri zikreder Kariç: Ahmed Han Bahadur, Seyyid Emir Ali, Muhammed İkbal, Mevdudi, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Hasan el-Bennâ, Seyyid Kutup. Aslında adı anılan isimler birbirlerinden farklı olmalarına karşın, kendilerine has bir üslup bulmaya, yeni bir yazı icat etmeye çalışmışlardır. Burada çağdaş derken, bu düşünürlerin İslâm dünyasının buhranlı zamanlarında eserlerini yayımlamış olduklarına dikkat çekildiği göz ardı edilmemelidir. O halde diyebiliriz ki Aliya bu düşünürlerin metinlerinde bir şeyler arayıp bulmaya çalışmış, Abduh’tan   Fazlur Rahman’a uzanan bütünden hayata dair bazı pasajlar çekip çıkarmak için gayret sarf etmiştir. Peki, Aliya’nın bu isimlerde arayıp bulmaya çalıştığı şey neydi? Bunu birkaç soru üzerinden aktarabiliriz. Kariç, sözü edilen Müslüman düşünürlerin “Biz Müslümanlara ne oldu? Batılı güçler bizi niye köleleştirdi? İslâm’ın bugünkü dünyada yeri nedir? Ne yapmalı?” soruları üzerinde durduğunu hatırlatır. Bu isimleri kat eden ortak sorulardır bunlar ve İslâm dünyasının içinde bulunduğu hali değiştirmeye dönük bir araştırma söz konusudur. İslâm’ın çağdaş zamanlardaki rolüne özel önem atfeden bu müelliflerin Müslümanları hem ataletten hem de diğer ideolojilerin baskılarından kurtarmayı amaçladıkları açıktır. Bilimden siyasal olarak angaje olmaya değin uzanan araştırma alanları bir yanıyla da İslâm dünyasını modernleştirme arzusunu içerir. Dini hükümlere farklı bir noktadan yaklaşmalarının, sanatsal, kültürel, toplumsal dönüşümleri ve âdetlerin dönüşümünü yakından izlemeye koyulmalarının bir sebebi de budur. Enes Kariç ardından İslâm’ın ideolojik formunu ifade eden bu yaklaşıma dair eleştirel de bulunabilecek birtakım genellemeler yapar. Fakat bu değinide, yazarın ileri sürdüğü görüşlerin mahiyeti değil, etkileşimlerin izinin sürülmesi amaçlandığından bahsedilen konulara dair herhangi bir kanat belirtilmeyecektir.

İranlı yazar ve mütercim Tahereh Mirzai, Aliya İzzetbegoviç’in İslâmî dünya görüşünü Muhammed Abduh, Cemallettin Afgani, Mevdudi, Seyyid Kutup, Hasan el-Benna ve Fazlur Rahman’ın kitaplarını okuyarak oluşturduğuna işaret eder. Hatta o, Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşlarının Müslüman Kardeşler benzeri bir örgütlenme ile tüm Balkanlar’daki Müslümanları tek bir çatı altında birleştiren bir yapılanmayı hedeflediklerini iddia eder. Ömer Behmen’le yapılan bir söyleşiden hareketle hem Müslüman Kardeşler hem de İran Devrimi’ne dair bazı çıkarımlarda bulunur:

“Osmanlılar döneminde Bosna Hersek’e yönetici olarak gönderilen ve daha geçmişe gidildiğinde İran asıllı olduğu anlaşılan bir aileden gelen Ömer Behmen kendisiyle yapılan bir röportajda ‘o dönem kendilerinin Ezher mezunu olan bir arkadaşları vasıtasıyla Hasan el-Bennâ’dan etkilendiklerini ve İslâm’ın sadece bilinen anlamda bir din olmadığını ve hayatın tümünü kapsayan bir din olduğunu savunmaya başladıklarını söyler. 2007 yılında vefat eden Ömer Behmen’nin söz konusu röportajda verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre bu hareketin önde gelen temsilciler ile 1972 yılında İmam Humeyni tarafından bir bildiri ile kurulan Darü’t-takrib (İslâm Mezheplerini Yakınlaştırma Müessesesi)nin toplantısına katılmak üzere Bosna Müslümanlarını temsilen Tahran’a gitmiştir.’ Behmen bu bildiriyi inceledikten sonra farklı mezheplere mensup olan Müslümanların bir araya gelip birleşmelerinin farz olduğuna inanmaya başladıklarını söyler. Bu sırada Aliya İzzetbegoviç’in de diğer Müslüman ülkelerden temsilciler bulup Birleşik Arap Emirliklerine getirmesi, Behmen ve yanındakilerin katılımıyla Sünni-Şii birlikteliği konusunu tartışmaları bekleniyordu. Ne var ki, toplantı Arap ülkelerindeki istihbarat teşkilatları tarafından duyulduğu için gerçekleşmedi.

Buradan hareketle Aliya İzzetbegoviç’in İran İslâm Devriminin önderi Humeyni’nin düşüncelerini ve hareketini çok önceden bildiğini ve takip ettiğini söyleyebiliriz. Ancak bu, onun İmam Humeyni hareketinin evrensel İslâm anlayışının oluşumuna yaptığı katkı ile ilgili olup, Humeyni’nin tüm düşüncelerini desteklediği anlamına gelmez.”

İslâmcı Düşünürün Makaleleri

Klasik İslâmcılığın, İslâm tarihine ve Müslümanların tarihi tecrübesine eleştirel yaklaşımı barındıran argümanları Aliya İzzetbegoviç’te sıkça karşımıza çıkar. İslâmî dirilişin sorunlarını ele alırken “Yeniden diriliş ancak İslâm’ın temellerine kararlı bir geri dönüşle mümkün olabilir” deyişi bu çerçevede anlamlıdır. Aliya’nın, İslâm’ın mükemmel ama biz Müslümanların türlü sorunlarının olduğunu belirtmesi yanında İslâm dünyasının yeniden canlandırılması ve çağdaş İslâm düşüncesinin objektif bir analizinin yapılması gerektiğine dair dikkati göz ardı edilemez. Tasavvuf eleştirisi hatta “tasavvufun bir sapma” olarak ele alınması, Emevi ve Türk sultanlarının seküler bir siyaset izlediklerini ileri sürmesi, Gazzâlî ve Hallaç değerlendirmeleri de dikkate alındığında eleştirilerinin boyutu daha iyi kavranacaktır. Aliya İzzetbegoviç’in ulemaya dair mesafeli yaklaşımı, o yıllardaki İslâmî uyanışın genel özellikleriyle de ilişkilidir. Enes Kariç, 1940’larda Genç Müslümanlar hareketi çevresinin Mehmedaliya Metiljevic’in Gerçekler Işığında İslâm kitabını çok okuduğunu hatırlatır. Bu kitap Aliya başta olmak üzere gençlerin çoğunu ulemaya karşı “kışkırtan” ilk Boşnakça metindir. Aliya sonraki yıllarda da gençliğinde edindiği bu eleştirelliği korumuş, bu yöndeki kanaatlerine daha entelektüel bir boyut kazandırmıştır. Nitekim Ercan Yıldırım dergide yer alan yazısında onun, İslâm dünyasının ataleti, Müslümanların hurafelerle içli dışlı oluşunu eleştirmesi, kaynaklara dönüşü savunması ve batı konusundaki düşünceleri bakımından İslâmcılığın karakteristik yaklaşımlarını dile getirdiğini örneklerle fakat “çekinik” bir şekilde ortaya koyar.

İslâm Deklarasyonu’nda Müslümanların İslâmîleşmesini hedef olarak gösteren Aliya İzzetbegoviç’in düşünceleri en net haliyle makalelerinde görülür. Aliya’nın makalelerindeki manifestoyu andıran üslubunu fark etmek gerekir. Bunlar analitik olmaktan ziyade İslâmî diriliş çerçevesinde bir hesaplaşmayı ve daveti öne çıkarır. İzzetbegoviç’in makalelerinde ele alıp işlediği konuların hâlâ güncel olduğu noktasında Hilmo Neymarliya’nın değerlendirmeleri de önemli. Şöyle diyor Neymarliya:

“Bu sene, kendisinin makalelerini yeniden okuma durumundaydım ve hemen hemen hepsini tekrar okudum. Yeniden, öncelikle İslâm’ın değerleri ve kurumları ile ilgili olan görüşleri ile bir taraftan ve genel olarak Müslüman âleminin bulunduğu durum üzerinden geçiyordum. Ve 60’lı, 70’li yıllarda yazdığı ve İslâmî değerler ve kurumlar arasındaki boşlukları ve aynı zamanda Müslüman âleminin bulunduğu durum ile ilgili yazdığı ilk makalelerin, güvenirliğini kaybetmediklerini keşfettim. Aksine, maalesef çoğu Müslümanların, Müslüman toplumundaki durumlarından başlayarak, İslâmî değerlerle kurumlarını ayıran boşluk, bugün de eşit derecede derindir. Müslümanların ve Müslüman âleminin durumu bugün belki de daha kötüdür. Aliya İzzetbegoviç’in otuz, kırk sene önce ilgilendiği durumdan daha talihsiz olduğu kesindir. Makalelerin verdiği mesajın değerinden ve güvenirliliğinden hiçbir şey kaybetmediklerini anladım.”

Şüphesiz Aliya İzzetbegoviç, İslâmî düşüncesini şekillendirirken sadece İslâmcı olarak anılan düşünürlerden ve hareketlerden etkilenmedi. Aynı zamanda Avrupalı düşünürlerden, filozoflardan ve edebi eserlerden de yararlandı. Dolayısıyla Aliya İzzetbegoviç’in endişelerini ve öngördüğü ideallerini içeren düşüncelerini kavrama çabası sadece belli isimlere yapılan yahut yapılmayan atıflar üzerinden kavranamaz. Bu açıdan Hece dergisinin özel sayısı dikkatli bir şekilde okunduğunda, tekil bir fikrî an olarak anılması uygun düşecek olan dönemsel etkileşimler çerçevesinde Aliya İzzetbegoviç’in yönelimleri bir miktar da olsa kavranabilecektir.

 

Kültür Sanat Haberleri

Genç Birikim dergisinin Aralık 2024 sayısı çıktı
Vatanına dönerken yaşadıkları kadar ağır değildi yükü
“Made in Gaza: From Ground Zero” Savaş bölgesinde mahsur kalan film yapımcılarının sesi oluyor
Taksim Camii Filistin Kitap ve Kültür Günlerine ev sahipliği yapacak
Ümraniye Kitap Fuarı cumartesi günü başlıyor