Aliya İzzetbegoviç ne kadar doğru anlaşılıyor?

Mahmut Hakkı Akın, vefatının 20’nci yılında Aliya İzzetbegoviç'in Türkiye'de anlaşılma biçimine dair kapsamlı bir analiz kaleme aldı.

Mahmut Hakkı Akın / Perspektif

Vefatının 20’nci yılında Aliya İzzetbegoviç’i anlama meselesi

Aliya İzzetbegoviç’i anlamak için onun geçmişte hangi kesimler tarafından nasıl anlaşıldığı üzerinde durmak gerekiyor. Öncelikle o, 20’nci yüzyılın önemli Müslüman düşünürlerinden ve devlet adamlarından biridir. Onu, düşüncelerini ve eylemlerini değerlendirirken bazı hususlara dikkat etmek gerekir. Kitapları ve konuşmaları, dönemsel sınırlar dahilinde bir gerçekliğe dayanır. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse düşünce dünyasının şekillenişi, 20’nci yüzyıl Balkan coğrafyasının şartlarını ve özellikle Soğuk Savaş dönemi etkilerini yansıtır. Eserlerinin ve konuşmalarının bu sınırlar göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi hakkaniyete uygun olacaktır. 

Bir yandan da Aliya İzzetbegoviç’in düşüncesiyle coğrafi, tarihsel sınırların ötesine uzanma ve İslam düşüncesi dahilinde klasik olma yönü de bulunmaktadır. Burada bu iddianın doğrudan onun bir çabası ya da hedefi olduğu söylenemese de ortaya koyduğu düşüncelerin evrensel bir İslam yorumuna dayanması ve genel geçer ilke arayışı bariz bir şekilde hissedilir. Bu nedenle İslam Deklarasyonu ve Doğu ve Batı Arasında İslam gibi eserleri, dönemsel etkiler taşımalarına rağmen evrensel ilkelere ulaşma ve hatta bu ilkeleri Müslümanlara hatırlatma çabasını açıkça ortaya koyar. Kendisi de eserlerinde böyle bir anlayışın ve çağrının var olduğunu belirtmiştir.

Okuyucunun anlam dünyası

Bir kitap, bir makale ya da bir konuşma metni, sadece metin odaklı sınırlara sahip değildir. Metni okuyan insanın sınırları da anlamanın kaynaklarından biridir. Dolayısıyla sadece yazar ve eseri değil, okuyan da kendi sınırlarında bir anlama imkânına sahiptir. Bu nedenle kutsal kitaplar, felsefe kitapları ya da edebiyat eserleri fark etmeksizin bir metin, farklı dönemlerde farklı şekillerde anlaşılabilir. Yeniden yorumlanabilir ve farklı etkilerle yeniden okuyucular tarafından üretilebilir. Böylece eser, yeni dönem ve şartlar sınırında yeniden okunduğu kadar yeniden üretilmiş olur. Bu durum Aliya İzzetbegoviç’in metinleri için de geçerlidir. Bir yazar olarak kastettikleri ile onu okuyanların anlama biçimleri arasında farklar da olabilir. Hatta onu kendi istediği gibi anlama yönünde kasıtlı okumalar da mümkündür. Böylece anlama ile ilgili genel hermenötik problemin her yazar ve metin için karşılığı olduğu tespit edilebilir. 

2000’li yıllarda Türkiye’de Aliya İzzetbegoviç’in eserleri oldukça ilgi çekmiştir. Bu ilginin oluşmasında Türkiye’nin 2000’li yıllarda yaşadığı değişimin etkileri tespit edilebilir. Öncelikle Aliya İzzetbegoviç, çağdaş Müslüman düşünceye katkılarda bulunmuş İslamcı harekete bağlı bir düşünürdür. Onun İslamcılığı, kendine özgü bazı yönlere sahiptir ve temelde ahlaki bir hareket olarak kabul edilmiştir. Hatta özgürlük ve demokrasi konularında Aliya İzzetbegoviç’in liberal bir yoruma sahip olduğunu ve bu görüşlerinin Türkiye’dekiler de dahil olmak üzere farklı toplumlardaki çoğu İslamcıdan farklılaştığını belirtmek gerekir. Her şeye rağmen görüşleri Müslüman toplumlarda dindar ya da seküler pek çok grubun hoşuna gitmese de ahlaklı bir insan ve mücadele adamıdır; sloganların, reaksiyonların ve hamasetin adamı olmamıştır. Onun İslamcılık yorumunun bazı farkları olduğu açıktır. Bu farkların bir kısmı dönemseldir. Bir kısmı da yaşadığı coğrafya ve aldığı eğitim, okuduğu ve etkilendiği düşünürler gibi başka etkenlere bağlanarak açıklanabilir.

Bosna Savaşı

Doğu ve Batı arasında İslam, 1987 yılında Türkçeye tercüme edilmesine rağmen uzun yıllar özellikle İslamcı camiada Seyyid Kutub, Mevdudi, Ali Şeriati gibi entelektüellerin eserleri kadar dikkat çekmemiş ve ilgi görmemiştir. Bu görece ilgisizlikte yukarıda değinilen okuyucunun anlam dünyasıyla ilgili sınırlar ve bağlam merkezi bir yerdedir. Bosna Savaşı hem Aliya İzzetbegoviç’in hem de eserlerinin daha fazla dikkat çekmesine sebep olmuştur. Bu yıllarda bazı dergilerde ve gazetelerde onunla yapılmış röportajlara rast gelmek mümkündür. Ancak onun diğer eserlerinin Türkçeye tercüme edilmesi nispeten daha geç bir dönemde olmuştur. Savaş sırasında yaptığı konuşmaların derlenmesi ile oluşan ve farklı başlıklarla farklı yayınevleri tarafından yayınlanan eseri ilk kez 2002 yılında Türkçeye tercüme edilmiştir. Otobiyografik eseri Tarihe Tanıklığım, vefatından sonra yayınlanmıştır. 1960’lı ve 1970’li yıllarda yazdığı makalelerinin ve denemelerinin derlendiği İslami Yeniden Doğuşun Sorunları ve 1983’te hapis cezası almasına sebep olan İslam Deklarasyonu başlıklı kitabı, 2007 yılında yayınlanmıştır. Bazı metinler Boşnakçadan tercüme edilse bile bazıları İngilizceden Türkçeye tercüme edilmiştir. Geçtiğimiz yıllarda bütün eserleri tekrar Boşnakça asıllarından Türkçeye tercüme edilmiştir.

Kurgulanmış Aliya İzzetbegoviç’ler

AK Parti iktidarı döneminde Aliya İzzetbegoviç’e ilginin yükselişi, Bosna Hersek ile kurulan tarihi, kültürel ve dini bağ üzerinden anlaşılabilir. Bir yandan da Bosna Hersek’in Osmanlı bakiyesi Müslüman bir ülke olması, yeniden sahiplenilen Osmanlı geçmişi ve kimliğiyle ilgili siyasete dayanmaktadır. Burada Aliya İzzetbegoviç’in de Osmanlı bakiyesine atıfla Osmanlı-İslam kimliği üzerinden yorumlanması, özellikle sosyal medyanın yaygınlaşması ile karşılaşılan bir durumdur. Yakın dönemde birbirinden farklılaşan ve hatta birbirleriyle çelişen Aliya İzzetbegoviç’ler bile üretilebilmiştir. 

Bugün sosyal medyada en çok alıcı bulan ve beğenilen Aliya İzzetbegoviç paylaşımlarından biri, ona ait olmayan, kurgulanmış bir mektuptur. Bu kurgulanmış mektup, içeriğinde Türkiye’de yaşayan ortalama muhafazakâr ve mukaddesatçı bir tipin duygu dünyasına hitap etmek amacıyla hazırlanmıştır. Ne var ki sosyal medyada yayılma hızı ve sorgulanmadan çokça paylaşılması, mektubun ona ait olduğu kabulünü güçlendirmektedir. Sosyal medya gibi platformlar, bu tür kurgulanmış ve çokça beğenilerek paylaşılabilecek metinler için uygun bir ortam sağlamaktadır. Gerçekten neyin ne olduğu, sözlerin doğruluğu ve yanlışlığı daha önemsiz hale gelebilmektedir. Kurgulanmış Aliya İzzetbegoviç’ler, bazıları kurgu bazıları ona ait sözler, mektuplar ya da metinler karmakarışık bir durum ortaya çıkarmıştır. Bu karmaşa da Aliya İzzetbegoviç’i anlamakla ilgili bir meseledir. Türkiye’de bazı insanlar, iyi niyetli olsalar da hakikatte Aliya İzzetbegoviç’in ve fikirlerinin ne olduğundan ziyade ne olması gerektiği ve bunun kendi kurgularına uyup uymaması ile daha ilgili olmuşlardır. Elbette çokça alıcı da bulmuşlardır. 

Anlamak isteyenler ve istemeyenler

Aliya İzzetbegoviç’in düşüncesini ve mücadelesini anlamak konusunda birkaç grubun zamanla oluştuğu tespit edilebilir. Öncelikle onu anlamak istemeyenler vardır. Bu gruplar, birbirine zıt iki grup olarak gözükseler de yöntemleri açısından birbirlerine benzeyen tiplerden oluşur. Aliya İzzetbegoviç’in kendi eserlerinde değindiği ve kendi dünya görüşüne oldukça uzak bulduğu bu iki kesim, Müslüman toplumlarda birbirleriyle uzlaşması mümkün olmayan iki kutbu temsil eder. Bu gruplardan birincisi, geçmişi ve geleneği reddeden pozitivist dünya görüşüne sahip ve bu arada İslami dünya görüşünden ve hayat tarzından uzaklaşmış Batıcı ve modernist taklitçi tiplerden oluşmaktadır. İkinci grup ise geleneğin içerisinde sadece kendisini tekrar eden skolastik düşünceye bağlı, yeni olana doğrudan karşı, tutucu ve taklitçi gelenekçilerden oluşan tiptir. Bu iki tipin birbirine çok benzer özellikleri bulunmaktadır. Eleştirel düşünceye sahip olmama, kendisi gibi olmayana tahammül edememe, hakikati bulduğunu iddia etme, taassup sahibi olma ve taklitçilik, bu grupların ortak özellikleri olarak kabul edilebilir. 

Aliya İzzetbegoviç, Müslüman toplumların içinde bulundukları kriz halini tespit ederken bu grupları detaylı bir şekilde açıklamıştır. Pek çok örneği de Türkiye’den vermiştir. Bu iki karşıt kutbun temsilcileri, Aliya İzzetbegoviç’ten hoşlanmamışlar ve onu anlama gibi bir çaba içine girmemişlerdir. Batıcı-modernist taklitçilere göre o, dindarlığı ve İslamcılığı dolayısıyla muhatap alınmaya gerek olmayan “gerici ve yobaz” biridir. Tutucu kesim için ise o, İslam’da reform talep eden zararlı görüşlere sahip bir modernist İslamcıdır. Türkiye’de Kemalist bir akademisyen, Aliya izzetbegoviç’in Atatürk’e ve inkılaplarına karşı bir gerici olduğunu iddia ederek onunla ilgili olumsuz şeyler yazmıştır. Dindar kimliği ve dini grup aidiyetiyle bilinen bir gazetenin bir köşe yazarı, Aliya İzzetbegoviç’in vefatından hemen sonra onun İslam’da reform taraftarı ve Müslümanlara faydadan çok zarar verecek görüşlere sahip tehlikeli biri olduğunu yazmıştır. Bu iki zıt kutup, onu anlamayla ilgili doğrudan ret tavrına sahiptir.

Aliya İzzetbegoviç’i anlama konusunda ona saygı duyan muhafazakâr ve İslamcı tiplerin bir kısmında, yukarıda değinilen kendi kurgularındaki Aliya’yı keşfetme ya da inşa etme yolu tercih edilmiştir. Burada toplumda öteden beri var olan, oluşmuş, hazır kültürel ve ideolojik kalıplar içinde onu anlamak gibi bir durum söz konusudur. İlk iki gruptaki ret hali, burada kabule dönüşmüşse de tam ve bütünüyle bir kabulden ziyade şartlı bir kabul söz konusudur. Bu nedenle bu grup, çoğunlukla yazılarından ve konuşmalarından seçmeler yapmakta ve bazen de olmayan şeyleri kurgulayabilmektedir.

Onu anlama çabasındaki son grup ise gerçekten ne dediğini, dönem ve şahsi sınırlarını gözeterek ve bir yandan da bu sınırların ötesine geçmeyle ilgili yönlerini anlamaya çalışanlardan oluşmaktadır. Elbette bu grubun anlama çabası çok daha zahmetlidir. Çünkü hakkını vererek anlamaya çalışmak, bir yandan Batı felsefesindeki bazı tartışmalardan haberdar olmayı, bir yandan da İslami yorumunun kaynaklarını ve vurgularını araştırmayı gerektirir. Bu zahmet ve çaba, onu kültürel ve ideolojik kalıpların konforlu yargılarıyla anlamanın mümkün olmayacağıyla yüzleşmek zorundadır. O zaman Aliya İzzetbegoviç düşüncesinin ve mücadelesinin insani sınırları ve ilkesel yönleri bir arada değerlendirilebilir. Onun en önemli özelliklerinden biri, bir düşünce sistematiğine sahip olmasıdır. 

İnsan ve ahlak felsefesi

Aliya İzzetbegoviç düşüncesi, temelde insan ve ahlak felsefesi üzerine inşa edilmiştir. Doğu ve Batı Arasında İslam ve diğer eserlerinde insanın ne ya da kim olduğu ve bu dünyadaki varlığı önemli bir tartışma konusudur. Ona göre İslam, insan hakikatinin çok yönlülüğüne uygun en önemli manevi ve maddi öğretinin adıdır. Öyle ki İslami olan ile insani ve ahlaki olan bir arada ve birbirini tamamlayan unsurlardır. Bu nedenle İslam ve insanla ilgili bütüncül bir bakış açısına sahiptir. Bu bütüncül bakış açısına göre insani alanın dışına çıkmış bir anlayış ve pratik doğrudan İslam’ın da dışına çıkar. İnsan ile Allah arasındaki sözleşme, insan özgürlüğünü ve ahlaki sorumluluğu zorunlu kılmaktadır. Bütün bu düşünce sistematiğinin kötülük problemine temas etmesi ve kötülüğün yerine iyiliği ikame etme ve iyiliği sürdürme iddiası, derin bir inanca ve felsefi temele sahiptir. Bosna Savaşı sırasında bu inanç ve felsefenin hayata geçirilmeye çalışıldığını da takip edebiliriz. 

Aliya İzzetbegoviç, felsefi derinliğinin yanında çağını takip eden, çok yönlü okuma kültürüne sahip, inanmış bir insan ve Müslüman olarak yaşamıştır. Bu nedenle tartıştığı konuların çoğu modası geçmiş ya da geçecek şeyler değildir. Hareket noktası, insanın varoluşu ve trajedisidir. Böylece onun klasik bir yönü olduğu ve bu yönün çok güçlü olduğu da kabul edilebilir. 

Aliya İzzetbegoviç’ler üretilmeye ve farklı dönemlerde farklı vurgularla anlaşılmaya devam edecektir. Bu durum, anlamanın tekil ve mutlak bir insani faaliyet olmamasıyla da ilgilidir. Bu konuda önemli olan, esaslara sadakat ve anlamanın ahlakiliğidir. Belirli bir dönemde belli bir kurgu işlevsel olduğu için o kurguya uydurulan Aliya İzzetbegoviç yerine hakikat ve bilgelik yolundaki Aliya İzzetbegoviç’e yönelmek daha doğru olacaktır. Aksi takdirde kendisi ve düşünceleri, belli bir dönemde işe yarayan ve sonrasında terk edilen, modası geçmiş bir araç gibi algılanabilir. Son birkaç yıldır Türkiye’de onunla ilgili nispeten bir ilgi azalmasının yaşandığı takip edilebilir. Aliya İzzetbegoviç bazı görüşlere uydurulmak zorunda olmadığı gibi kendisi de eleştiriden muaf değildir. Çünkü o, “Ben olsam Müslüman Doğu’daki bütün okullara eleştirel düşünme dersi koyardım, pek çok zaafın kaynağı budur” ve “Kur’an-ı Kerim kahraman karşıtı bir kitaptır” diyebilmiş birisidir. Eleştirel düşünceyi kenara bırakıp aşırı sahiplenme ve kahramanlaştırma, onu hakkıyla anlamanın önündeki risklerdir.

Biyografiler Haberleri

Muslih bildiklerimizden Şeyho Duman ve mirası
"Afiye Sıddıki'ye yönelik Amerikan zulmü sürüyor"
İşgal rejimi Gazze kuzeyinde 20 günde 770 kişiyi katletti
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Mehmet Doğan vefat etti
İşgalci İsrail’in kabusu Yahya Sinvar kimdir?