Aliya İzzetbegoviç Nasıl Ele Alınmalı?

Aydın Üniversitesi uygulama dergisi Aydın’ın 13. sayısında yer verdiği Aliya İzzetbegoviç hakkındaki yazıyı Asım Öz değerlendirdi.

Asım Öz / Dünya Bülteni

Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki taksimata göre Sırp-Hırvat Sloven Krallığı’nın bir parçası haline gelen Bosna-Hersek’te dünyaya gelen Aliya İzzetbegoviç hakkında Türkçede  pek çok yazı kaleme alındı.  İslâm’ın yeni bir felsefesini sunmaya yönelik bir teşebbüsün tezahürü olan Doğu ve Batı Arasında İslâmkitabının Nehir Yayınlarından çıkan basımına Ali Bulaç’ın yazmış olduğu “Batı İslâm’ının Bilge Düşünürü”  başlıklı sunuş yazısını Türkçede onun hakkında çıkan “ilk” yazı olarak kabul edebiliriz herhâlde. Ardından bu kitap özelinde 1988 yılında Kitap Dergisinin 13. sayısında çıkan “buçuk” yazıyı ve söyleşiyi anmak doğru olur bildiğim ve hatırladığım kadarıyla.

Doksanlı ve iki binli yıllar boyunca hakkında pek çok olumlu olumsuz yazı çıkan İzzetbegoviç konulu çoğu yazının ona yeni bir bakış getirmek, yani onu yeni bir çerçeveye yerleştirmekten uzak olduğu tespitini yapmak yanlış olmaz. Bu hüküm biraz ağır gelebilir ama bana kalırsa manzara vasat perspektiflerden ibarettir. Kabul etmek gerekir ki, pek kolay değil onunla, düşüncesiyle ve siyasal önderliğiyle ilgili kısa ve tanıtım mahiyetinde bir şeyler yazmak. Çünkü onun içe dönük  kişiliğinden kaynaklı olan ve insanı kimi zaman belirsizlikte bırakan ama aynı zamanda  sürekli teyakkuzda tutan bir boyutu var. Bununla birlikte onun düşünce dünyasının en genel karakteristiği, modern zamanlarda İslami olanın imkanı üzerinde düşünmektir. Bu bakımdan Müslüman dünyanın yaşadığı krizden kurtuluş çaresi olarak, başlangıca yani kaynaklara dönülünce sorun olarak görülen çoğu şeyin giderileceğini düşünmesiyle İslâmcılığın ana damarı ile ortaklaşır. Şunu söyleyerek devam edelim: Onun belli yönleriyle çerçevelenebilmesi, yapılandırılabilmesinin yolu sadece belli konulardaki yaklaşımlarını bilmekle sağlanamaz. Hele entelektüel biyografisine dair bir şeyler yazmak için çok çaba harcamak gerekir.

Dikkatli ve Özenli Haşir Neşir Olma

Yazdıklarıyla sağın ve solun anlatılarının dışında bir isim olduğunu bildiğimiz Aliya İzzetbegoviç’in  biyografisini  yazabilmenin yollarından biri, onun kişisel geçmişinden, özellikle de Boşnak kimliğinden ve iki dünya savaşı arasındaki ve sonrasındaki dönemde yaşanan bazı gelişmelerden hareket etmektir. Hareketli ve hararetli yılları  içine alan hayatı sadece siyasi tarih bilgisiyle anlaşılabilir ve de anlatılabilir değildir. Sözgelimi bu bağlamda İvo Andriç’in romanlarını dikkatle okumak gerekir. Yahu ne alakası var, denilmemelidir. Çünkü İzzetbegoviç, Andriç’in eserlerinde karşımıza çıkan Müslüman karakterlerin olumsuz tasvirinin  Balkanlardaki önyargıları güçlendirdiğini düşünmektedir. Yine üzerine uzun uzun düşünüp  notlar alacağı İslâm müellifi Fazlurraman’dan Milan Kundera’ya uzanan okuma serüvenin de izinin sürülmesi gerekmektedir. Kuranın anlaşılması, Müslüman düşüncenin duraklaması, şerh, haşiyeye haşiye yazma adeti gibi  önemli meseleler etrafında serdettiği yaklaşımlar da onun entelektüel biyografisinin yazımı sürecinde, çağdaşı veya öncülü çağdaş Müslüman düşünürlerle ortaklıklar ve farklılıklar açısından mutlaka ele alınması gereken konular arasında yer alacaktır. Edebiyattan felsefe, İslami ilimlerden siyasete pek çok şeyi bir arada dokuyarak  kaşifliğini sunduğu Özgürlüğe Kaçışım son derece önemli ipuçları sunar.

Ve ben kendi payıma buna şunu da eklemek istiyorum: Aliya İzzetbegoviç hakkındaki yazılarda karşımıza çıkan sol bakışın büyük ölçüde Sırpların İzzetbegoviç eleştirileriyle hemen hemen aynı  “yaftalarla” dolu olması da şaşırtıcıdır.  Söyledikleri, yazıp çizdikleri genelde onur kırıcı bir bönlükte. Yugoslavya’da  yaşananlarda Sırp milliyetçiliğini göz ardı ederek, Müslümanların ayrılma talebini hemen Amerikancılıkla suçlama taktiği bunun en adaletsiz ama aynı zamanda popüler versiyonudur.  Bilindiği gibi İzzetbegoviç arkadaşlarıyla birlikte 1983 yılında Müslüman milliyetçiliği faaliyetlerinde bulundukları gerekçesiyle tutuklanırlar. Yöneltilen suçlamalar arasında “Devletin anayasal düzenini yıkmak amacıyla düşman bir örgüt oluşturmak” ve “Müslüman milliyetçiliğinden kaynaklanan düşmanca ve karşı devrimci eylemler” gerçekleştirmek de bulunmaktadır. Ona dönük yapılan ithamlardan birkaçını anmak yeter bu konuda: “Müslüman teröristlerin lideri” “Radikal İslamcı” “ABD’nin çıkarlarına hizmet”  gibi  çoğu zaman birbirlerinin  yerine geçebilen genellemeler ilk aklıma gelenler. Doksanlı yılların hemen başında İslâm Deklarasyonunun uzun süredir beklenen tam metninin yayımlanması, ona yöneltilen radikal İslamcılık suçlamalarının daha da artmasına neden olur. Benzer bakış açılarına Türkçedeki yazılarda da  rastlanır.

Aydın Üniversitesi uygulama dergisi Aydın’ın 13. sayısı Aliya İzzetbegoviç kapağıyla çıktı. Derginin kapağını görünce kapsamlı bir dosya hazırlandığını zannettim. Gelgelelim işin aslı öyle değilmiş. Dergide sadece bir yazı  yer alıyor İzzetbegoviç’le ilgili olarak. Ateş Uslu’nun kaleme aldığı yazı  İzzetbegoviç’in hayatından kesitler sunan politik bir biyografi olmanın yanında tartışmalı yorumlarıyla da dikkat çekmekte.  Buna karşın yazının son kısmı yirminci yüzyılda yaşayan siyaset ve düşünce insanlarının biyografisinin  kaleme alınmasının getirdiği çeşitli zorluklara değinmesinden ötürü, belli konuları ele alıp soruşturmak için  yön tayin edici. Tarihin zor  bir dönemine tanıklık eden kişilikleri anlatmanın zorluğu konusuna şöyle devam ediyor Uslu: “Bu zorlukların başında biyografisi incelenen kişinin düşüncesinin ve siyasi hamlelerinin karmaşıklığının siyasi bir bağlama yerleştirilmesinin zorluğu gelmektedir. Tarihsel kişiliklerin mutlak anlamda yerilmesi kadar mutlak  bir şekilde yüceltilmesi de söz konusu kişiliklerin tarihsel gerçeklikten uzak bir şekilde anlaşılması sonucunu doğurmaktadır.”

Tekrarlanarak Sürdürülen Hikâye

 Ben yüceltici yazılardan ziyade mutlak anlamda yerici yazılarda karşımıza çıkan bir  hususa dikkat çekmek istiyorum: Aliya İzetbegoviç’i günah keçisi yaparak bas bas bağıran ve kulakları tırmalayan bir uğultu olarak anılmasında sakınca olmayan bir  yericiliktir bu. Onu, Nazilikle suçlayan/itham eden yaklaşımlarda sözünü ettiğim bu yaklaşımın yansımaları bulunmaktadır. Gerçi onu Amerikan pragmatizmiyle ananlar da yok değil. Fakat şimdilik bunun üzerinde durmayacağım. Yaptıkları ve yol açtıkları şamatanın hayra alamet olmadığını bildiğimiz bu yaklaşımlar doksanlı yıllarda Bosna Savaşı sonrasında özellikle yeni dünya düzeni çerçevesinde kaleme alınan pek çok yazı ve kitapta işlendi. Hâlen de işlenmeye devam ediyor. Benzer bir yaklaşım tarzı, Ortadoğu’daki İngiltere ve Fransa sömürgeciliğini ve  bununla bağlantılı olarak Siyonist mülksüzleştirme siyasetini sürekli bir biçimde göz ardı ederek Kudüs müftüsü Muhammed Emin el-Hüseyni’nin konjonktürel olarak Nazi Almanya’sıyla paralel hareket edişini eleştirenlerde de karşımıza çıkmaktadır. Hiç kuşkusuz, bunların rastlantısallığını, cephelerin devamlı olmadığını ihmal ederek bahsedilen isimleri Nazilikle anmak sakat bir strateji olur. Aliya İzzetbegoviç’in komünizmi benimsememesinden dolayı İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Hırvat lider Josip Broz Tito önderliğindeki Partizan hareketine karşı olduğu gayet iyi bilinmektedir. Ama aynı zamanda II. Dünya Savaşı yıllarında ülkede egemen olan Nazi yanlısı Ustaşa rejiminin askeri olmamak olarak yorumlanabilecek bir tavır içindedir İzzetbegoviç. Almanlara karşı ayaklanma başlatan Yugoslav Komünist Partisinin Bosnalı Müslümanların statüsünün ne olması gerektiği konusunda net bir fikrinin olmaması Genç Müslümanların Partizanlara karşı olmasının en önemli sebebidir. Nitekim 1980’li yıllarda tutuklanan İzzetbegoviç’e yöneltilen suçlamalar arasında, kendisinin Partizan hareketi üyelerinin İkinci Dünya Savaşı sırasında Müslümanlara kötü muamelelerde bulunduğuna yönelik açıklamalar yapmak da vardır. Dikkat edin sadece açıklama yapmaktan dolayı yargılanıyorlar! Tekrar hatırlamalı ki, İzzetbegoviç, hem Tarihe Tanıklığım’da hem de Özgürlüğe Kaçışım’da faşizmin formülasyonlarını tasdik etmediğini izah etmişti.

 Aliya İzzetbegoviç’in, Partizanlara karşı savaşan ve bahsettiğimiz çerçevede Nazi Almanya’sı ile ittifak yapmış olan Kudüs müftüsünün desteklemiş olduğu Hançer( Handschar) adıyla bilinen tümene destek vermesi eleştirilmekte,  hatta buradan yola çıkılarak İzzetbegoviç’in doğrudan doğruya Nazilerin yaptıklarının suç ortağı olduğu şeklinde bir imaj oluşturulmaya çalışılmaktadır. Ne var ki bu mahkûm edici dili süreklileştirenler İzzetbegoviç’in, korkunç gaddarlıklarıyla toplama kamplarını yani Nazizm (ve Stalinizm) eleştirilerini ısrarla görmezden gelmektedirler. Bu yüzden öncelikle bu kötüleme korosuna siyasal bağlamın önemi hatırlatılmalıdır.

Aliya İzzetbegoviç’in, ilk gençlik yıllarından itibaren faaliyetlerinin ilham kaynağının İslâm düşüncesi ve İslâmi eylemlilik olduğu bir gerçektir. İlk siyasi faaliyetleri İkinci Dünya Savaşı yıllarında gerçekleşen İzzetbegoviç, 1939 yılında kurulmuş olan Mladi Muslimani(Genç Müslümanlar) hareketinin üyeleriyle bağlantıya geçer. Bunun sebepleri Boşnak kimliğinin oluşumunu da düşünmeyi gerektirir.

İzzetbegoviç’in Siyasi Düşüncesi

 Ateş Uslu, Boşnaklarda ulusal düşüncenin diğer Balkan haklarına nazaran oldukça geç oluştuğuna dikkat çekiyor ve bunu Aliya İzzetbegoviç’in kişiliği üzerinden şöyle değerlendiriyor: “Aliya İzzetbegoviç, her şeyden önce Boşnak ulusal kimliğinin  bu görece geç dönemde eser vere teorisyenidir. Osmanlı millet sisteminden  modern Balkanlara devredilen bir anlayışla Boşnak ulusal kimliğinin oluşumunda da dini aidiyet belirleyici  bir önem taşımıştır. İzzetbegoviç’in eserleri ve eylemlerinde dinsel vurgunun merkezi önemi dar anlamda bir İslâmcılığın ötesinde, dini ve ulusal söylemlerin iç içe geçmişliğiyle açıklanabilir. Dolayısıyla gerek İzzetbegoviç’in siyasi düşüncesi, gerekse genel anlamda Boşnak ulusal söylemi incelenirken Balkanlar bağlamında dini kimliğin rolü ve tarihsel gelişimi göz önünde bulundurulmalıdır.”

İslam Deklarasyonu kitabından itibaren İslamcılığın temel tezlerini dillendiren Aliya İzzetbegoviç’in Bosna-Hersek’in  bütünlüğünü korumak için verdiği mücadele de kırılmalar dikkat çeker. 1990 yılında Bosna-Hersek’te yapılan seçimlere Demokratik Eylem Partisi adayı olarak katılır ve Bosna-Hersek başkanı seçilir. Aynı dönemde Yugoslavya’nın diğer kurucu cumhuriyetlerinde yapılan seçimlerde seçilen tüm başkanlar komünist kökenlidir. Yugoslavya’nın parçalanma sürecine girmesinin ardından Bosnalı Sırplar,Bosna-Hersek’in bütünlüğünden ziyade  etnik bakımdan daha homojen bir devlet kurma düşüncesini benimsedikleri için İzzetbegoviç’i gayrimeşru bir yönetici ilan ederler ve silahlanmaya başlarlar. Bosna-Hersek’in 3 Mart 1992’de bağımsızlık ilanı akabinde 1995’e kadar devam edecek olan  Bosnalı Sırplarla süren savaş bu sancılı sürecin neticesidir.

Ateş Uslu yaşananları özetledikten sonra İzzetbegoviç’in siyasal düşüncesinin evrimine  dair üzerinde düşünülmesi gereken bir yoruma ulaşıyor: “Gerek Sırp, gerekse Hırvat örgütleri İzzetbegoviç yönetimine karşı giriştikleri mücadelenin nedeni olarak devlet başkanının söylemindeki İslami vurguları göstermişlerdir. Buna karşılık Bosna savaşı süresince bazı Fikret Abdiç gibi Müslüman kökenli Boşnak liderlerin de İzzetbegoviç yönetimine karşı savaşmış olduğunu bilmek gerekir. Dolayısıyla siyasi gerçeklik basitlikten uzaktır. İzzetbegoviç özellikle savaşın sonuna doğru yapmış olduğu açıklamalarda çeşitli inançları ve milliyetleri kucaklayan bir söylem benimser, öyle ki ‘çokkültürlü, çokuluslu, çokinançlı’ gibi sıfatları sürekli tekrarlaması bu dönemde Boşnaklar arasında şaka konusu  bile olur. Sonbahar 1995’te barış görüşmeleri sürerken yaptığı konuşmalarda ise bir yandan siyasi ve etnik çoğulculuk  konusundaki görüşlerini tekrarlar, diğer yandan insan haklarına ve özel teşebbüse verdiği önemin altını çizer. Başka bir deyişle, İzzetbegoviç’in üstünlüğünü önemle savunduğu toplum modeli Avrupa liberal modeliyle örtüşen bir modeldir.” İzzetbegoviç’in siyasi   mücadelesinin değişik dönemlerde söylem farklılaşmasına uğradığı aşikâr.  Bu bakımdan Demokratik Eylem Partisinin kurucusu 40 kişi tarafından imzalanmış olan ve daha sonra “Kırklar Açıklaması” olarak bilinen metnin ilgili bölümleri de fikir verecektir.

1982’de kaleme aldığı Doğu ve Batı Arasında İslâm kitabında ortaya koyduğu düşünceleri Özgürlüğe Kaçışım kitabında yer alan “Doğu ve Batı Arasında İslâm’a Haşiye” bölümünde gözden geçirdiğini de bu çerçevede hatırlatmak gerekir. Nitekim Akif Emre, bir yazısında, İzzetbegoviç’le vefatından birkaç yıl önce yapmış olduğu bir görüşmede, bu bölümün, “Doğu ve Batı Arasında İslâm kitabını şimdi yazacak olsaydım nasıl yazardım” sorusuna verilmiş bir cevap olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla onun söylemindeki farklı ton ve vurgular üzerinde ayrıca düşünülmesi gerekir.

Büyük bir sınırda, dünyaların kesişme noktasında yaşayan Aliya İzzetbegoviç’in entelektüel biyografisinin yazılabilmesi için son derece önemli bu cümleler. Belki buradan yola çıkılarak Türkçede yazılan sözde  fakat tek Aliya İzzetbegoviç biyografisini  alışılmış  nakaratları bir yana bırakarak eleştirel bir dikkatle yeniden okumak yararlı olabilir.

 Sizi daha güncel ve acil bir konuya yöneltmeme izin verin: Söz konusu biyografi yazarının birkaç yıllık düşünsel yönelimlerinin çağrı yaptığı politik ufuk dikkate alınırsa,  hevesle yöneldiği İzzetbegoviç’i anlayıp anlamadığı, anlasa da benimseyip benimsemediği gibi konuları ancak ikili bir okumanın mayalayacağı ayırım neticesinde değerlendirme imkânı bulabiliriz.

 

Kültür Sanat Haberleri

Genç Birikim dergisinin Aralık 2024 sayısı çıktı
Vatanına dönerken yaşadıkları kadar ağır değildi yükü
“Made in Gaza: From Ground Zero” Savaş bölgesinde mahsur kalan film yapımcılarının sesi oluyor
Taksim Camii Filistin Kitap ve Kültür Günlerine ev sahipliği yapacak
Ümraniye Kitap Fuarı cumartesi günü başlıyor