Kimi isimler sahibini örtbas eder, kimisi de açığa vurur. Sönük sayılsalar da sahiplerinden ileri gelen sebeplerle bir ışıltı kazanarak kitlelerin gönlünde taht kuran isimler vardır bir de. Çok nadir de olsa bazen bir isim öncelikle bildiğimiz o kişiden başkasını anlatmaz. “Sinan” dendiğinde Mimar Sinan’dan söz edildiğini düşünürüz. “Yunus”, evvela Yunus Emre’dir. Furuğ deyince biliriz ki genç yaşta trafik kazasına kurban giden “Yeniden Doğuş”un şairidir kastedilen. Bu listenin genişlerken güncel bir içerik kazanması mümkün tabii. Popüler kültür kimi isimleri dilimize yerleştiriyor ya, sel gidiyor kum kalıyor.
Aliya İzzetbegoviç, hayatıyla, eserleriyle, kişiliğiyle Müslümanların sevgisini kazanan, hikmet arayışı içinde olan zihinlerde de fikirleriyle karşılık bulan bir dava adamı, bir düşünür. Medeniyet-kültür ikilemi, sanat, Batı-Doğu karşıtlığı gibi konularda getirdiği yorumlarda Aliya’nın cümleleri, Müslümanların modernizm karşısında bir açık alan korkusuna duçar olmasına değil, dinî kavrayışlarını yenilemeye dönük bir özgüvenin güçlenmesine sebep olacak şekilde akar.
Türkiye’de Aliya’nın düşüncesini tanıtmada ilk akla gelecek isimlerden biri olan Akif Emre, vefatının yedinci yıldönümünde Saraybosna Üniversitesi’nde Aliya üzerine bir konferans verdi. Konferansta Emre, Aliya’nın bir taraftan özgürlük savaşçısı ve eylem adamı, bir taraftan da düşünür olarak iki boyutuyla öne çıkan kişiliğine dikkat çekti, öğrendiğim kadarıyla. Tarihe tanıklık eden bir aydın değil, tarih yapan bir lider Aliya ve bu yönüyle yeni bir lider profili çiziyor. Emre, onun son yüzyılda evrensel ölçekte fikir üretebilmiş sayısı pek fazla olmayan Müslüman düşünürlerden biri olduğunu da her zaman hatırlatıyor.
Aliya, Doğu İle Batı Arasında İslam isimli eseriyle 80’li yıllarda okunmaya başladı ülkemizde. Hapiste bulunduğu yıllarda aldığı notlardan oluşan eseri, Özgürlüğe Kaçışım/ Zindandan Notlar, başucu kitaplarımdan biri. (Klasik; 2005)
İslam Deklarasyonu’nda yer alan, “Müslüman mı, yoksa tebaa mı yetiştiriyoruz?” başlıklı yazısında Aliya, Müslümanların çocuklarını sorgulama ve eleştirme, buna bağlı olarak da özgün üretimlerde bulunma gücünden yoksunlaştıran bir itaat felsefesiyle yetiştirmelerinin yol açtığı problemlere değiniyor. (Fide; 2007)
Düşünürümüz “itaatin mutsuz felsefesi”ni şöyle açımlıyor: “Bir taraftan o, canlı olanları ölü hale getirmekte, diğer taraftan ise din adına yanlış ülküleri ön plana çıkararak, daha yaşamadan evvel ölen kimseleri İslam’ın etrafında toplamaktadır. O, normal insanlardan suç ve günah duygularının takibatında, aynı zamanda hakikatten kaçan ve pasiflik ve tesellide sığınak arayan hayatı ıskalamış şahsiyetler için çok cazip olan, kendinden emin olmayan insanlar yaratmaktadır.”
Yazı böyle sürüyor. İtaat felsefesini böyle keskin bir dille sorgulayan düşünürün ülkemizde “Bilge Kral” olarak isimlendirilmesi ironik değil mi...
Hülya Bostan’la bu konu üzerine yazıştık geçtiğimiz günlerde. “Bilge Kral lafı beni de rahatsız ediyordu, ama o kadar benimsenmişti ki itiraz etsek sanki hain olacaktık. Belki de benim İzzetbegoviç’e ısınamamama bile sebep olmuştur krallık lafı. ‘Bilgelik’ de sanki krallığı hafifletmek için eklenmiş”, diye anlattı Hülya bana düşüncelerini.
Metin Önal Mengüşoğlu “Bilge Üstad” diye sesleniyor, Ümit Aktaş “Bilge Öncü”.
Suavi Kemal Yazgıç da, www.etkinkulis.com’da yayınlanan “Bilge Kral Değil, Babo” başlığı altında, “Ona ‘Bilge Kral’ diyerek adını efsaneleştirmeye çalışmak, yaşadığımız imaj çağının insanlara hazırladığı en büyük kapana yaşarken düşmeyen İzzetbegoviç’i hatırasıyla beraber metalaşmaya teslim etmek anlamına gelir”, diye yazıyor; “Platonik” göndermeler taşıyan “Bilge Kral” sıfatının “Aydınlanma” Avrupa’sında Voltaire gibi aydınların hasretini çektiği “ideal yönetici” tiplemesinde yer alan “aydınlamış despot” çağrışımını da hatırlatarak. Onun önerisi, Emira Albayrak’ın bir yazısından mülhem, Aliya için Bosna’da yaygın olarak kullanılan “Babo” deyişi.
Ali Şeriati Fatıma Fatıma’dır, isimli kitabında farklı yönleriyle incelediği Fatıma’yı hangi özelliğini öne çıkartarak çağırmanın uygun düşeceğini tartışır. “Babasının Annesi” midir o, yoksa “Hüseyin’in Annesi” mi... “Tahire” midir, “Betül” mü... Fatıma’ya özgü isimleri, sıfatları hatırlatır Şeriati ve nihayet, “Hiçbiri değil, O Fatıma’dır” diyerek, nokta koyar açtığı tartışmaya.
Aliya İzzetbegoviç de “Aliya” diye sesleneceğimiz kadar yakın bize, ona hangi üstün isimleri, sıfatları yakıştırırsak yakıştıralım.
TARAF