Yasin Aktay / Yeni Şafak
Alimin alemine girmek için destur lazım
Alimlerin alemi dışarıdan herkesin ilgisini çeker elbet. Bazısına parlak gelir, bazısına ürkütücü ve zorlu gelir. Bu aleme girmek isteyenler, girmeyi bir şekilde başarabilenler kendi kaplarına göre nasipleniyor, kaplarının alabileceğini alıyorlar.
O aleme destursuz dalıp dağıtmak isteyenler de olabiliyor, uzaktan kaplarının alabildiğini bile murdar edip dökmek için alanlar olabiliyor. Dostane değildir yaklaşımları, o yüzden nasipleri de ona göredir. Azıcık akıllarıyla, zahmetsiz duyduklarından oluşturdukları malumat yığınıyla, daracık zindan gibi hücrelerinden koskoca bir alemi değerlendirmeye, yargılamaya da kalkarlar.
Yusuf el-Karadavi’nin vefatı üzerine hakkında yazılanlara, söylenenlere bakıldığında bu tür yargılayıcı değerlendirmelere de şahit olduk. Başka herkes bir yana da onun Ehl-i Sünnet’e bağlılığını eleştirenler en tuhaflarıydı. Ehl-i Sünnet’in belki yaşayan en büyük referansı olan bir alimi Ehl-i Sünnet adına yargılamaya kalkışmaya atfedilecek sözü bulamıyorum. Cahillik, Ehl-i Sünnet bezirganlığı, tereciye tere satmak, haricilik, ukalalık, zavallılık veya hepsi. Hani Ehl-i Sünnet Karadavi değilse kim olabilir? Veya bunların kafasında hiçbir kitapta yeri olmayan bu Ehl-i Sünnet vehmi ne?
Bunların Ehl-i Sünnet kavramından anladıkları şeye bakıyorum, ne İslam tarihinde ne de bugünün İslam dünyasının başka hiçbir yerinde bir karşılığı yok. Bidat ve hurafeler yığını dinlerinin üzerine uyanıkça “Ehl-i Sünnet” markası koymuş, böylece patent hakkını satın almış gibi davranıyorlar. Başka hiç kimseye bu markayı asla kullandırtmıyorlar. Bu uğurda karalamadıkları, neredeyse dinden çıkarmadıkları kimse kalmamış.
Geçtiğimiz günlerde arkadaşımız İsmail Kılıçarslan bu anlayışı “Sizin cemaatinizde kimseye yer yok” başlığı altında çok isabetli bir biçimde teşhir etti. O kadar yargılayıcı, o kadar dışlayıcı, o kadar mükemmeliyetçiler ki, altını kazıdığınızda sadece kendi evhamları, bidatleri, hurafeleri ve tabii ki hiçbir hakkedişi olmayan kibirleri ve kendilerini-şeyhlerini beğenmişlikleri. Bu kafanın bütün Müslümanları kardeş bilmesi, ümmeti dert etmesi ve ona çareler bulmaya çalışması mümkün mü?
Her zaman olduğu gibi böyle bir şahsiyeti aslında tam da Ehl-i Sünnet’e fazla metin-merkezci yaklaşımıyla bağlı olmaktan dolayı eleştirenler de var. Oysa çağ değişmiş, modern dünyanın sorunlarına ve diline yeni bir İslami anlayışla, geleneksel İslami ilimlerin çerçevesine yeni bir paradigmayla, modernist, tarihselci yeni bir yaklaşımla karşılık vermek gerekiyor diyenler için Yusuf el-Karadavi gereğinden fazla gelenekselci, haddinden fazla Ehl-i Sünnet kalıyor.
Oysa Karadavi’nin bu tür insanlarla uğraşacak ne zamanı oldu ne de umuru. Allah nispeten uzun ömrüne bereket de verdi, o ise bu ömrün her dakikasını ilimle, tefekkürle, Müslümanların dertlerini dert ederek, sorunlarını çözmeye çalışarak geçirdi. 200’ün üzerinde kitap yazdı. Binlerce konferans, ders, televizyon programı ile sürekli konuştu, aydınlatmaya çalıştı, fetvalar verdi. Zaman zaman verdiği fetvalardan geri döndüğü de oldu. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Şartların ve zamanın değişmesiyle ahkamın değişmesi ilkesi fıkhının temel prensiplerindendi. Onun fıkıh anlayışı modernistlere bile hiçbir eleştiri hakkı bırakmayacak kadar yoruma açıktı. Ancak bu yorumlarında “sabit” ile “değişebilen” ayırımını çok iyi yapıyordu ve değişebilecekler hususunda her zaman kolaylaştırıcı, uyumcu, sorun çözücü tarafta yer alırken Şeriat’ın sabitlerinden bir milim taviz vermiyordu.
Yaşadığı süre dolayısıyla çok farklı zamanlar gördü ve bu zamanların hepsinde ilmiyle, mücadelesiyle önplanda oldu, hep yazdı ve hep konuştu. Hapis, sürgün, mihne ve koğuşturmayı da gördü, kıymetini bilenler nezdinde itibar ve iltifatı da. Bu sayede çok geniş bir yazı ve söz külliyatı oluştu. 200’ün üzerinde kitap, yüzbin sayfadan fazla konuşma metni. Bu külliyatın tamamının tek bir bağlam içinde tekrarlanmış sözlerden olması onları asla değerli kılmazdı. Tabii ki farklı zamanların farklı sorunlarıyla diyalojik bir tutum içinde ifade edilen bir anlayış sözkonusu.
Üstelik kendisi sadece bir ülkede ve bir ülkenin sorunlarıyla sınırlamadı kendisini. İslam dünyasının hemen her yanından sorunlar kendisine geldikçe farklı kültür, siyasal ve sosyal şartları da gözönünde bulundurarak ifade ediyordu düşüncelerini. Mısır Ezher’de başlayan ilmi kariyerinin üzerine bütün İslam dünyasının farklı coğrafyalarını ziyaret ederek, oranın alimleriyle ve insanlarıyla diyalog içinde bulunarak oluştu düşünceleri. Sadece bu durum bile başlıbaşına üzerinde düşünmeye değer bir meziyet. İhvan ile başlasa da İhvan ile sınırlı kalmadı, herhangi bir cemaatin adamı olmadı, bütün İslam cemaatlerini seven, önemseyen, hepsinin de dikkate aldığı, dinlediği biri oldu.
Müslümanlar dünyanın farklı yerlerinde farklı durumlardadır. Ya Müslüman ülkelerinde zulüm altında çoğunluk veya görece rahat çoğunluk veya Müslüman olmayan ülkelerde yine zulüm altında azınlık veya inançlarını özgürce yaşayabilen azınlık. Fakir veya zengin, iktidarda veya muhalefette. Her bir durumun Müslümanlar için ürettiği farklı fıkhi durumlar vardır.
Karadavi bütün bunlar için “Öncelikler Fıkhı” geliştirerek, fıkıh etkinliğinin dinamizmine çok anlamlı bir kavramsal katkıda bulunmuş oldu. Öncelikler fıkhı, her zaman her yerde aynı şeyleri yapmanın marifet olmadığını, fıkhın her yerde aynı şekilde uygulanabilen kapalı bir kurallar paketi olmadığını anlatmış oldu.
Ülkelerinde çoğunluk oldukları halde laikçi zulümler altında yaşayan Müslümanların durumları için ayrı düşündü, konuştu. Ama mesela Avrupa’da yaşamakta olan ve göreli özgürlükler altında yaşayanlar için “vatandaşlık” kavramı üzerinden geniş bir fıkıh üretimi için önemli kapılar açtı. Bizzat kurup başkanlığını yaptığı “Avrupa Fetva Konseyi” altı aylık düzenli toplantılarla Avrupa’da azınlık olarak yaşamakta olan Müslümanların karşısına gündelik hayatta çıkabilecek bütün sorunları konuşup fetvasını ortaya koyuyorlardı. Bu fetvalar zaman zaman spekülasyonlara yol açsa da bir Müslümanın her zaman ve her yerde İslam üzere nasıl bir bakış, görüş, tavır ve davranış üzere olması gerektiğine dair bir yol olduğu fikrini canlı tutuyor. O yol her zaman açıktır ve bu tür faaliyetlerle bu açık yolun işaretlerini ortaya koymaya çalıştı Kardavi.
Eşzamanlı olarak Türkiye’den de üyeleri olan “Dünya İslam Alimler Birliği”ni kurdu. Böylece dünya ölçeğinde ümmet için eksik olan akıl ve birlik için bir mihenk noktası temin etmeye çalıştı.