Âlim kul’un çocuk katli fiili ve Hz. İbrahim’in oğlunu zebih teşebbüsüne tepkisel yaklaşımlar üzerine düşünceler.
Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak kıssalarının kesiştiği ve anlaşılmasında ortak bir problemin ortaya çıktığı, Hz. İbrahim’in oğlunu zebhetmesi rüyası ve icrası ile ilgili zebih kıssasını incelerken bu konunun benzeri bir vakıanın Âlim kul ve Musa kıssasında geçtiğini fehmettik. Bundan daha ilginç bir olgu her iki kıssada geçen benzeşen vakıalara verilen tepkilerin de benzeşmesiydi.
Öncelikle Âlim kul ve Musa kıssasındaki vakıayı inceleyerek daha sonra zebih kıssasına yer verecek sonrasında her iki olgunun benzeşen noktasının ve tepkilerin değerlendirmesini yapacağız.
Âlim kul’un çocuğu öldürmesi:
Kur’an-ı Kerim’de, Alim kul’un çocuğu öldürme anı şöyle anlatılmaktadır: “Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefs, lekad ci’te şey’en nukrâ.” "Tekrar yola koyuldular. Bir çocukla karşılaştıklarında (Alim kul) çocuğu öldürüverdi. Musa: “Bir cana karşılık olmadan masum bir cana mı kıydın! Andolsun çok kötü bir şey yaptın.” dedi.” (18/Kehf/74) Daha önce Âlim kul’un gemiyi delmesi ile Hz. Musa’nın itiraz etmesindeki gibi çocuğun öldürülmesi hadisesinde de Musa’nın(a) itirazı gündeme gelir.
Bu aşamada Kısas’ın tüm İslam resullerinin şeriatlarında mevcut olduğu gibi, Hz. Musa’nın şeriatında da mevcut olduğu anlaşılmaktadır. “bir kimse bir adam öldürürse mutlaka öldürülecektir.” (Tevrat; Levililer, 24/17) Bundan dolayı Hz. Musa, sebepsiz yere bir insanın öldürülmesine karşı çıkmaktadır. Ancak olayın içyüzünün, Âlim kul tarafından izhar edilmesinden sonra Musa’nın (a) buna tepkisi söz konusu olmamaktadır. Âlim kul’un çocuğu öldürmesine dair beyan ettiği sebep Alim kul tarafından şöyle açıklanmaktadır: "Çocuğa gelince; onun ana babası mümin kimselerdi. Çocuğun azarak ve küfrederek onlara zulmetmesin korktuk.” (18/Kehf/80)
Olayın zahirinde bir insanın diğer bir insanı suçsuz yere öldürmesi söz konusudur. Ancak olayı gerçekleştiren Âlim kul bağımsız olarak bu fiili yapmamaktadır. O Allah’ın emri ile bu fiili işlemektedir. (Âlim kul) “Ben bunları kendiliğimden yapmadım.” (18/Kehf/82)
Âlim kul’un, Hz. Musa’ya olayların içyüzünü açıkladığı bu sözler; Âlim kul’un gerçekleştirdiği tüm olayların ve çocuğun öldürülmesi hadisesinin Allah’ın takdiri olduğunu bildirmektedir. Bundan dolayı Âlim kul’a kısas uygulanması söz konusu olamaz/olmamıştır. Allah’ın emrini uygulayan birine nasıl kısas uygulanabilir?
Bu aşamada bir takım itirazları kaydetmemiz gereklidir. Onlar, yeryüzünde bir Sünnetullah olan, bir cana karşılık olmaksızın bir cana kıyılması mümkün olmadığı halde; Âlim kul, nasıl bu fiili yapmış ve Hz. Musa(a) ona kısas uygulamamıştır demişlerdir. Müfessirlerin bu görüşleri sonucu, Sünnetullah’ın bir insan tarafından değiştirilemeyeceği gerekçesiyle, Âlim kul’un, insan değil, melek veya başka bir varlık olduğu iddiasında bulunmuşlardır. Âlim kul ve Musa kıssası incelememizde bu konunun üzerinde genişçe duracağımız için bu konuyu kısa geçiyoruz. Âlim kul hakkında her ne iddia olursa olsun bunlar mesnetsizdir. “Âlim kul” bir insandır ve yaptıklarının gerçek olduğu ve bunları Allah’ın takdiriyle gerçekleştirdiği barizdir.
Şimdi Âlim kul tarafından çocuğun öldürülmesinin Hz. Musa ve beşer tarafından ilk anda kavranamayan ancak Âlim kul tarafından öldürülme sebebi açıklanınca anlaşılabilen sonuçlarını analiz edelim: Çocuğun öldürülmesi öyle bir takdir olmuştur ki, ölenin de yaşayanların da hayrınadır.
a- Çocuk öldürülmüştür, ancak öldürülmeyip yaşasaydı, dünya hayatındaki imtihanı kaybedecekti. Çünkü o bir kâfir olacak ve Cehennem’i boylayacaktı. Hâlbuki öldürülmekle bundan kurtulmuş oldu.
b- Anne ve babasının yaşam çizgilerindeki İslamî boyut değişmedi. Eğer çocukları yaşasaydı, onun küfre sapmasından dolayı anne ve baba da zulüm çekecek veya küfre sapabileceklerdi.
c- Çocuğun öldürülmesi, Çocuğu öldürülen anne babaya; Allah tarafından Salih olan bir evlat ihsan edilmesine sebep olmuştur.
d- Yeni evlat, Salih bir kul olacak, anne ve babaya güzelce bakacaktır. Böylece bu üç kişi mümin bir kimse olarak Allah’a kulluk edeceklerdir. Oysa çocuk öldürülmemiş olsaydı belki de hiçbiri mümin olarak kalamayacaklardı.
e- Böylece Allah, mü’min bir anne ve babanın dualarını kabul etmiş, onları ve çocuklarını İslam üzere kılmıştır. Allah’ın dualara icabeti söz konusudur. Bu konuda İbrahim’in (a) evlatlarına olan duaları hatıra getirilmelidir. “Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.” (14/İbrahim/40) “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (14/İbrahim/35)
f- Öldürülen çocuk eğer yaşasaydı; etrafına zarar verecek, çeşitli zulümlerle toplumdaki insanları huzursuz edecekti. Böylece cemiyetin zararına olacak bu durum önlenmiş oldu.
Analiz ettiğimiz bu sonuçlar bize gösteriyor ki, eğer Âlim kul sebepleri açıklamamış olsa bu neticeler beşer tarafından idrak edilemez, işte bu yüzden Âlim kul, Musa’yı(a) “sen benim yaptıklarıma sabredemezsin” diye ikaz etmektedir. Sebep ve sonuçlarını takdir edemeyen bir beşer nasıl olaylara sabredebilirdi?
Bütün bunlara rağmen şu soru sorulabilir? Allah o çocuğu, ölmeden Salih bir kul olmasını takdir edemez miydi? Buna cevabımız Allah daha iyi bilir olacaktır. Yine de bu sorunun cevabını öğrenmek isteyenlere Âlim kul ve Musa kıssasını yeniden okumalarını, aynı konumda oldukları Musa peygamberi ve onun Âlim kul’a itirazlarını göz önüne getirmelerini öneririz. Allah’ın verdiği ilim olmadan bu olayların kavranılması mümkün olamayacaktır. Âlim kul ve Musa kıssasında geçen olayların içyüzünü kavramak için Asr-ı Saadeti takip eden süreçte, Kelam ve Felsefe ekollerinin beyhude uğraştıklarını da belirtmekte yarar görüyoruz.
Bu noktada şunu tespit etmek lazım; çocuğu öldüren “Âlim kul”dur. Ancak bunu takdir eden Allah’tır. Çocuğun öldürülmesi Allah’ın tasarrufundadır. Bu tasarrufun öncesi ve arkasından gelen/gelecek takdirler de yine Allah’ın isteğince olmaktadır. “Âlim kul’un gerçekleştirdiği olayların benzerleri, Evrenin kurulmasından bu yana ve kıyamete kadar yine gerçekleşmiş/gerçekleşmektedir.
Burada üzerinde durulması gereken nokta, bu gibi durumlarda insanların, olayların takdirinin Allah’ın elinde olduğu bu olayların bir arka planı olduğunu ve bunları da insanların kavramalarının mümkün olmadığını fehmetmeleri mesajıdır.
Âlim kul ve Musa kıssasının günümüz değerlendirmeleri:
Âlim kul tarafından çocuğun öldürülme olayı, günümüzde bile Müslümanlar tarafından, Hz. Musa türü tepkilerle karşılanarak, olay sorgulanmakta ve kıssadaki bir cana karşılık olmadan insan öldürme fiili örnekliğinin, Kelamî, felsefî ve fıkhî yorumlarla algılanılmasına çalışılmaktadır. Bu konuda bir İlahiyat profesörünün bakışını alıntılayalım: “Fakülte birinci sınıfta iken, bir Cuma namazında hutbede imam bu olayı anlattı. Daha ben birinci sınıftaydım. İşte gemiyi deliyor, çocuğu boğazlıyor, evi yıkıyor. “Yahu” dedim; “bu mübarek gün ne kadar saçma şeyler anlatıyor şu imam, yahu daha ciddi konular yok mu?” Yanımdaki arkadaş, “anlattığı ayettir” dedi. O zaman korktum. “Allah Allah” dedim; bak biz Kur’an’a karşı geliyor muşuz?”..Burada bu olayları çözemiyor, neticede onu aşan bir olay, yoksa hakikaten masum bir çocuğun boğazlanması söz konusu olsaydı…. Çünkü peygamber müdahale etmiyor. Bunu hakiki bir olay gibi sunmaya kalkmak bir kere İslamî açıdan esef verici bir durumdur. ..” (I. Kur’an sempozyumu oturumundan bir kesit)
Yani, Hz. Musa’nın, Allah’a tam teslim olmuş bir resulün bile söz vermesine rağmen olaylara yeterince sabır ve sonuçlarını gereğince takdir edemediği gibi; geçmişte de çağımızda da bazı Âlim ve diğer bazı Müslümanlarca da yeterince takdir edilememektedir.
Bunun neticesi olarak Âlim kul ve Musa kıssasının vakiliği sorgulanarak bu kıssanın sembolik bir kıssa olduğu iddiasına kadar iş uzamaktadır. “Bunu hakiki bir olay gibi sunmaya kalkmak bir kere İslamî açıdan esef verici bir durumdur...”
Alim kul ve Musa kıssasının sembolik bir kıssa olması bir kenara aslında bu kıssa günümüzde bile hala canlı ve vakiidir. Mesaj ve derslerini muhataplarına vermeye devam etmektedir. “Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İçyüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?” (187Kehf/67)
Zebih kıssası:
Hz. İbrahim’in oğlunu zebhetme rüyası ve bunun ikamesi Kur’an-ı Kerim’de Saffat suresinde yer almaktadır. Saffat suresinde zebh/kurban rüyası ve icrası ile ilgili ayetlerde şu ifadeler yer almaktadır. “kâle yâ buneyye innî erâ fîl menâmi ennî ezbehuke” “…ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum….” Bu ayeti kerimeye göre kesin olan ve te’vil ve tefsir getirilmeyecek ana konu zebh/kurban emri rüyada verilmiştir. Bu kıssadaki problem ise Hz. İbrahim’in rüyayı görüp görmediği değil, rüyasının mahiyeti ve bunun icra edilip edilmeyeceği üzerine oturmaktadır.
Rüyada görülen bir olayın ya da emrin yerine getirilip getirilmeyeceği yine bu ayetin devamında Zebih’in ağzından belirtilmektedir: “if'al ma tü'meru” “…Emrolunduğun şeyi yap….” Zebih’in bu sözü, boğazlanmasının rüya vasıtasıyla “emr” edildiğini göstermektedir. Zebih babasının rüyada gördüğü bir olaya istinaden nasıl böyle bir fiile kalkıştığını asla sorgulamamaktadır. Tıpkı babası İbrahim’in rüyasını sorgulamayıp yerine getirmek teşebbüsünde bulunması gibi..
Tabi bu aşamada şu, nazarı dikkate değer bir ayrıntı olmalıdır. Cenab-ı Hak rüyadaki emri yerine getirmeye çalışan ve bu emre teslimiyet gösterenlerin Allah’a olan tereddütsüz itaatine dikkat çekmektedir. Bu olayın bir benzeri asla yaşanmamış/yaşanmayacaktır ancak kıyamete kadar Allah’ın türlü emir ve yasaklarına sorgusuz sualsiz teslim olanlar, İbrahim(a) ve oğlu(a) gibi aynı tavrı göstermiş olacaklardır. Kıssanın vermek istediği mesajlardan bir tanesi de budur.
Bunun yanı sıra İbrahim Peygamber’in rüyasını gerçekleştirmek istemesi ve oğlunun bu emrin icrasına itaati “Fe lemmâ eslemâ” “İkisi de teslim olunca” bunun bir vahiy/emir olarak algılandığının göstergesidir. İbrahim emre uyan, Zebih ise itiraz eden olsaydı İbrahim oğlunu zorla zebhetmiş statüsünde olacaktı. Oysa ikisi de emre teslim olmaktadırlar. Bu önemli ve üzerinde durulması gereken ayrıntıdır.
Eğer peygamber rüyalarında, özellikle İbrahim’in@ rüyasının gerçekliğinde ve icrasında beşeri vasıflarına istinaden kabullenilemeyecek bir durum olsa idi bunu hem İbrahim hem de zebih’in ağzından duymamız mümkün olurdu. Tıpkı Hz. Nuh’un gözleri önünde oğlu azgın sularda boğulurken Cenab-ı Hakk’tan oğlu için "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir." (11/Hud/45) Diye yardım istemesi; Musa’nın Firavun’a tebliğle görevlendirilmesinde Cenab-ı Hakk’ın kendisini görevlendirmesine rağmen ısrarla yanına Harun’u(a) vezir olarak istemesi gibi…"Bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver" (20/Taha/29) Bütün bu örneklerde olduğu gibi; oğlu için yapacağı bir istek, Halilurrahman olan Hz. İbrahim için hiç de zor değildi. Belki de Cenab-ı Hakk tarafından mazur görülebilecekti. Tıpkı “İbrahim'den korku gidip kendisine müjde gelince, Lût kavmi hakkında (adeta) bizimle mücadeleye başladı. İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini Allah'a vermiş biri idi. (Melekler dediler ki): Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Çünkü Rabbinin (azap) emri gelmiştir. Ve onlara, geri çevrilmez bir azap mutlaka gelecektir!” 11/Hud/74-76) ayetinde olduğu gibi helak olacak Lut kavmi için nasıl meleklerle muhaverede bulunduysa. Ya da “(İbrahim:) Bana ihtiyarlık çökmesine rağmen beni müjdeliyor musunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz? dedi. Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma! Dediler. (İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?” (15/Hicr/54-56) ayetinde meleklerin müjdesini sorguladığı gibi. Kanaatimizce benzer sorgulamalar yapabilme hakkı Zebih içinde düşünülebilir.
Zebh teşebbüsünün neticelenmesini önleyen Cenab-ı Hakk’ın açıklaması ise bu durumu kesinleştirmektedir: “Kad saddakter ru’yâ” "Rüyayı gerçekleştirdin.” “İnne hâzâ le huvel belâul mubîn” “Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır.” Cenab-ı Hakk bu ayetlerle rüyayı doğrulamaktadır. Bunun gerçekleştirilmesini, zebh/kurban teşebbüsünü “imtihan” olarak vasıflandırmaktadır. Bu imtihanın olumlu ve ayrıca neticesini de mükâfatlandırdığını açıklamaktadır. “innâ kezâlike neczîl muhsinîn” “Biz böylece muhakkak Muhsinleri mükâfatlandırırız.”
Zebih kıssasının müfessirlerce algılanması:
Müfessirler, Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesini tam manasıyla algılayamadıkları anlaşılmaktadır. Bu yüzden bazı müfessirler öncelikle Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesi emrinin rüya yoluyla olamayacağını iddia ederek ayeti bu yönde yorumlamaya çalışmışlardır.
Bundan başka Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesi emrinin sebebini sorgulayarak cevaplar vermeye çalışmışlardır. Bu yüzden Hz. İbrahim’in çocuğu olmamasına istinaden, Allah’a dualarına mukabil bahşedilen çocuğun sevgisinin Allah sevgisinin önüne geçtiği bu yüzden oğlunu kurban etmesi istendiği gibi Hz. İbrahim’in kişiliği ve misyonuna aykırı hikâyeler uydurulmuştur.
Müfessirlerin bazılarının İbrahim’in oğlunu kurban etmek istemesini yumuşatmaya çalıştıkları görülmektedir. Sanki İbrahim’in rüyasının mahiyeti hakkında “yakîn” bilgileri varmış gibi yorumlarda bulunmaktadırlar. “Yani, "Biz sana rüyanda oğlunu kurban ettiğini değil, kurban etmek üzere iken göstermiştik. Ve sen onu kesmek için hazırlandığında, rüyan doğrulandı. Zaten asıl maksat da buydu. Sonuçta sen sadakatini ispatlamak suretiyle, imtihanı başarıyla geçtin." Gibi.. (Mevdudi, Tefhim’ul Kur’an, Saffat suresi, 106. ayet tefsiri)
Kur’an’ı Kerim’de Saffat suresinde yer alan Zebih kıssasındaki açık anlatıma rağmen, İbrahim peygamberin oğlunu zebhetmek istemesi ile ilgili rüyasının maksadının anlaşılamaması nedeniyle rüyadaki durumun vahiy/emir olup olmadığı hususunda müfessirler arasında ihtilaf bulunmaktadır. Buna göre müfessirler üç kategoride değerlendirilebilir. Birinci kategori İbrahim’in rüyasının vahiy olduğunu kabul edenler. İkinci kategori bu rüyanın direkt vahiy olmayıp mükerrer aynı rüya ile ilk rüyanın tasdiki sonucu vahiy ve emir olduğunu kabul edenler. Üçüncü kategoriyi ise Hz. İbrahim’in rüyasının vahiy ve emir olmadığını ileri sürenler olarak sıralamak mümkündür.
Bütün bunların altında yatan tek etmen, Allah’ın bir insana, insan kurban etme emrinin sebebinin izah edilmeye çalışılmasının yattığı görülmektedir. Bu çabalar, tıpkı Hz. İbrahim’in oğlunu kurban emrine ve bunu rüyada olan bir vesile ile yerine getirme teşebbüsündeki tam ve tereddütsüz teslimiyetinin zıddı bir davranış olarak algılanabilir.
Hz. İbrahim, Allah’a karşı neden insan kurban istediğini hele de kendi oğlunu istediğini sorgulamazken; onun rüyası ve icrasını kıssa olarak duyanların itirazları veya bu olayı yumuşatacak şekilde yorumlamaya çalışmaları ilginç bir durumdur ve asıl bu olgunun sorgulanması gerekmektedir.
Âlim kul ve Musa kıssası ile Zebih kıssasının kesiştiği alan ve sonuç:
Yazımızın nedeni olan konuya geldik. Her iki kıssada da konu apaçık anlatıldığı halde her nedense bu kıssaların anlaşılması problemli hale getirilmiştir. Âlim kul ve Musa kıssasında; Cenab-ı Hakk tarafından, Âlim kul eli ile bir çocuk sebepsiz öldürülerek buna itaat edilmesi istenirken; Hz. İbrahim kıssasının bir bölümünü oluşturan zebih kıssasında da İbrahim’e(a) sebepsiz olarak oğlunu kurban etmesi istenmekte ve muhatapların bu durumu kabullenmesi gerektiği ihsas edilmektedir.
Ancak Alim kul ve Musa ile Zebh kıssalarının, Allah’ın istediği biçimde algılanmamakta, aksine çeşitli sebepler ve yorumlar getirilerek veya endirekt yollarla kıssa muhtevalarının kabulü gerçekleşmektedir. Yani Allah’ın emirleri zahiri olarak algılanmaktansa yorumlara dayalı olarak yumuşatılarak! Kabul edilmektedir.
Âlim kul, Musa’ya, şahit olacağı olaylara dayanamayacağını yani onların mahiyetini kavrayamayacağını belirttiği ve Musa(a) olayları görüp dayanamadığı itirazlar ileri sürdüğü halde kıyamete kadar Musa(a) pozisyonunda olan tüm kıssa muhatapları yeryüzü üzerinde oluşan bu gibi olaylara Musa(a) gibi yapmadan teslim olmaları mesajını almaları gerekirken bazılarının bu olayı; Hz. Musa sebeplerini bilmeden itiraz ettiği halde onlar Alim kul’un açıkladıkladığı sebepleri de bildikleri halde Kelamî, Fıkhî, Felsefî araçlarla olayı açıklamaya giriştikleri veya sebebini sorgulamaya çalıştıkları müşahede edilmektedir.
Benzeri olumsuz bir tutum Zebih kıssası ile ilgili olarak gerçekleşmektedir. Allah İbrahim peygamber eliyle ve daha sonra peygamber olacak oğlunu zebh/kurban etmesi istendiği; buna mukabil yine Allah tarafından engellendiğinin anlatımlarını kabullenmekten ziyade çeşitli yorumlarla olayın mahiyetinin yönünü başka alanlara çekmeye çalışarak zoraki! Kabuller göstermektedirler. Bu yüzden rüyada Allah’ın zebh emrinin geçmediği, rüyaların vahiy olamayacağı, rüyanın emir değil işaret olduğu gibi türlü teviller geliştirmişlerdir. Benzer tepki Âlim kul ve Musa kıssasında da yer almaktadır. Sünnetullah’ın bir insan tarafından değiştirilemeyeceği gerekçesiyle Âlim kul, nasıl bu fiili yapmış ve Hz. Musa(a) ona kısas uygulamamıştır diye sorgulanmış fakat cevap bulunamadığı için, Âlim kul’un, insan değil, melek veya başka bir varlık olduğu iddiasında bulunmuşlardır.
Oysa cenabı-ı Hakk, bu zebh kıssası nazarında, kıyamete kadar tüm kıssa muhataplarından; insan kurban istemediğini, kurban olarak Allah’ın emirlerinde insanların sevdikleri şeylerde tereddütsüz fedakârlık ederek -Kurban- yerine getirmeleri mesajını verdiğinin üzerinde yeterince durmamaktadırlar.
Hz. İbrahim’in karısı Sare doksan yaşlarında bir “kocakarı” iken ve üstelik “kısır” olduğu halde Allah’ın takdiriyle İshak’a hamile kalıp doğurmuştur. Kur’an ve Tevrat’ta bu olağanüstü olgu şöyle kıssa edilir: “Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! Dedi.” (11/72) “Yüz yaşında olana (İbrahim) bir oğul doğar mı? Ve doksan yaşında olan Sara doğur mu?” (Tevrat/Tekvin17/17) “Saray Abrama dedi: İşte Rab beni doğurmaktan alıkoydu…” (Tevrat/Tekvin16/1) Bu olağan üstü vakıalara karşılık bu nasıl olur diğerleri kısır kalırken Sara’ya çocuk ihsan edilmesi Allah’ın adaletine, eşitliğine, ahlakına sığar mı? Neden diğer kısırlara yokken birine var diyerek evrensel tabiî denge bozulmakta diye itiraz etmeyenler veya bu düşünce akıllarına gelmeyenler; aynı Allah’ın, İbrahim’e@ çocuğunu kurban etmesi emrine çeşitli itirazlar ileri sürerek; “Allah haddi zatında kötü olan bir şeyi yani Kabih/Çirkin bir eylemi emreder mi? Sırf sınav olsun diye bir insanın bir insan tarafından hem de oğlun baba tarafından boğazı kesilerek öldürülmesini ister mi?” “Allah çirkin bir fiili niye emretsin? O her türlü kötülükten ve fenalıktan münezzeh değil midir?” “Allah'ın çirkin/şer bir durumu emredebileceği cevabı verirsek o halde evrensel ahlak anlayışının olmadığını ifade etmiş oluruz.“ şeklinde çok olumsuz ifadeler üretilebilmektedir.
Oysa Allah o çocuğun zebhedilmesine engel olmuş, onun vesilesi ile insan kurban edilmesini men etmiş ve onun soyunun devam etmesini sağlayarak bereketli hale getirmiştir. Hâlbuki İbrahim’in bir diğer oğlu (İsmail) benzer bir takdirden muaf tutulmuştur. Üstelik yaşadıkları bu sınav kıyamete kadar tüm insanlığa örneklik teşkil edecek bir olgu olarak takdir edilmiştir. Hem de İnsanların Allah için insan kurban etmemelerinin gerekmediğinin mesajı verilerek. Bu rüya ve icrasının kıyamete dek sürecek muhteşem neticelerini fehmedebiliyor musunuz?
Bakınız Allah’ın takdirleri nerelere varıyor, tıpkı Alim kul ve Musa kıssasındaki Musa’nın dayanamadığı ve sebeplerini öğrenmeye çalıştığı olaylardaki sonradan açıklanan gerçeklerdeki gibi.. Bir de siz bu mesajları, failler olmadan yeryüzünde gerçekleşen/gerçekleşecek nice olaylar için düşünün!... Allah yeryüzünde yaşanan olayların sebep ve sonuçlarını nasıl takdir ediyor!.. Biz bunları anlayabilir miyiz, algılayabilir miyiz? Hayır!... Neyi anlarız? Sebep ve sonuçları Anlayamayacağımızı!... Kıssalarda da bunların mesajı verilmektedir.
Allah’ın İbrahim peygamber ve İsmail’i sınamasındaki gerçekleri kavramamız mümkün değildir.. Bu gerçek Zebh kıssası geneli ve Âlim kul ve Musa kıssasının kavranması ile ortaya çıkmaktadır. Ancak Allah’ın neden bu sınavı yaptığını sorgulamamız da gereksizdir. Çünkü mahiyetini asla kavrayamayacağımız bir şeydir. “Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İçyüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?” (187Kehf/67)
Zebh rüyasının icrası ile ilgili benzeri bir tepki Âlim kul ve Musa kıssasıyla alakalı yorumlardan gelmektedir. “Burada bu olayları çözemiyor, neticede onu aşan bir olay, yoksa hakikaten masum bir çocuğun boğazlanması söz konusu olsaydı….Çünkü peygamber müdahale etmiyor. Bunu hakiki bir olay gibi sunmaya kalkmak bir kere İslamî açıdan esef verici bir durumdur. ..” gibi çok olumsuz değerlendirmelerle Alim kul ve Musa kıssasını sembolik ilan etmeye kadar işi ileri götürmektedirler.
Bu aşamada geçmişte yaptığımız gibi Kur’an kıssalarının tefsir ilminden bağımsız olarak incelenmesini sağlayacak “Kıssa” ana bilim dalı kurulması gerekmektedir. Kurulacak bu ilim dalının –Tarih, Coğrafya, Arkeoloji, dinler tarihi, tefsir, v.s- yan ilim ve disiplinlerle birlikte Kur’an kıssalarını yeniden inceleyerek Kur’an perspektifinde bütüncül sonuçlar ortaya konması sağlanmalıdır.