Ali Bulaç, Suriye ve Olmayacak Duaya Amin Demek!

RIDVAN KAYA

Ali Bulaç’ın Suriye meselesine çözüm önerisi son kertede, zalim ve katil bir çeteye teslimiyetten başka bir anlam taşıyor mu?

Ali Bulaç Suriye konusunda şaşırtmaya devam ediyor. Biz her defasında, Ali Abi bunca yaşananlardan sonra artık daha fazla gözlerini kapatamaz, gerçeği kabul edecektir. Muhalif Müslümanlara karşı önyargılarını terk edecek, haksızlık yaptığını farkına varacak, mesafeli duruşunu sorgulayacak diye beklerken, o anlaşılmaz tutumunu daha da derinleştirmeye doğru gidiyor.

Bunca yıldır yazıp çizdiği, söylediği hemen her şeyi Suriye bağlamında adeta havaya savurduğunu nasıl görmüyor anlamak imkansız. İslamcılık tartışmasında ısrarla altını çizdiği reel politik saplantılar yerine ilke merkezli hareket vurgusunu neden Suriye tartışmalarına taşımaktan imtina ettiğini de anlayamıyoruz.

Sorunlu bir bakış açısı üzerine oturtulmuş, tartışmalı tespitler ve varsayımlarla dolu bugünkü yazısını yorumlayarak aktarıyoruz. [Köşeli parantez içindeki bold yazılar bize aittir.]

***

Suriye’de sona doğru

Ali Bulaç / Zaman

Suriye’de 19 aydır süren iç savaş hepimizin içini kanatıyor. Şimdiye kadar 30 bin kişi hayatını kaybetti; 100 bin insan kayıp; 400 bin kişi hapishanelerde; 2,5 milyon insan kendi ülkesinde yer değiştirip mülteci durumuna düştü. Türkiye, Ürdün ve Lübnan’daki 250 bin mülteciyi zorlu kış şartları bekliyor. Su, elektrik, ulaşım vb. altyapı sistemi çökmüş durumda. Şam, Halep gibi İslam tarihinin, sanat ve medeniyet merkezleri belki de bir daha dirilmemek üzere harabeye döndü. [Dikkat edilirse Suriye’deki vahşet adeta doğal bir afetten söz ediliyormuş gibi tasvir edilmiş. Yukarıda sayılan zulümlerin bir müsebbibi yok mu, sorumlusu yok mu? Neden Esed diktatörlüğü işlediği suçlardan dolayı açıkça mahkum edilmiyor?]

Halkı Müslüman bir ülke, göz göre göre yangın yerine dönmüş. Elbette haklı ve haksız var, elbette her iki taraftan da orantısız güç kullananlar, meşru sınırları aşanlar var. Bunun kritiğinin yapılması lazım. Ama Suriye kan, gözyaşı ve ölüme terk edilmiş bulunuyor. Bunda herkesin, devlet ve hükümetlerin, bölgesel ve küresel güçlerin kendi müdahaleleri oranında sorumlulukları var. [Haklı var, haksız var dedikten sonra kimin haklı, kimin haksız olduğunu açıkça ortaya koymamak nasıl bir adalet anlayışıdır? Herkes sorumlu, herkes suçlu demek netice itibariyle Esed zaliminin suçunu, günahını paylaştırıp, örtmek anlamına gelmiyor mu? İki taraftan da orantısız güç kullananlar varmış! Ne gücü, ne orantısı? Kardeşlerimiz silah için neredeyse yalvarma pozisyonuna geldiler, bizse onlara orantısız güç kullanma eleştirisi mi yapıyoruz? Bu cümlede tek bir doğru var, tarafların varlığı. Evet iki taraf var ve sayın İslamcı yazarımız ise hala ortada, safını belli etmiyor!]

İlk gün söylediklerimiz bugün için de geçerli. Otokrat, zorba ve baskıcı bir rejimi devirmenin yolu bu değil. Tunus ve Mısır (Tahrir) yönteminde ısrar edilseydi; bölge ülkeleri işbirliği yapsaydı; küresel/harici güçlere safça güvenilmeseydi dram bu boyutlarda olmazdı. En tartışmalı liderlerden Burhan Galyun bile, “Amerika bizi aldattı!” diyor. Amerika ve Batı’nın hiçbir zaman sözlerine güvenilmeyeceğini baştan bilmek lazımdı. [Tunus ve Mısır yönteminin işlemeyişi de muhaliflerin suçu mu? Tunus ve Mısır’da Suriye’deki gibi kitlesel katliamlar yaşandı mı? Hem işbirliği yapmadıkları için bölge ülkeleri ne diye suçlanıyor ki, örneğin işte İran gayet sıkı bir işbirliği içinde! Amerika’ya güvenilemeyeceğini bilmek gerekiyormuş! Amerika’ya güvenerek mi bu insanlar kıyam etti, hala bunu mu düşünüyorsunuz? 19 aydır katliamlara uğramalarına rağmen direnişi bırakmamalarının arkasında sizce Amerika’dan beklentileri mi yatıyor?]

Maalesef olan oldu. Suriye meselesi yüzünden bölge ülkeleri de birbirine düştü. Sıfır ihtilaf komşuluk ilişkisinden hasmâne ilişkiye geçtik. Her ülkenin kendince savunulabilir gerekçeleri olabilir ama Suriye’nin iç sosyo-politik dengeleri, bölgesel güç ilişkileri ve küresel yeni kamplaşmalar doğru biçimde okunamadı, Esed’in üç hafta içinde gideceği söylendi, aradan 19 ay geçti, ‘hemen’ gidecek gibi görünmüyor. En yakın, en iyi bildiğimizi zannettiğimiz Suriye konusunda bunca feci yanılgıya düşebiliyorsak, bunun bir parça sorumluluğunu kendimizde aramamız gerekmez mi? [Sıfır sorundan hasmane ilişkiye geçilmişmiş! O zaman soralım, eğer bunca zulme rağmen ilişkiler 2011 Martı öncesinde olduğu gibi devam etmiş olsaydı sayın yazar memnun olacak mıydı? Demek ki katliamcı çeteyle köprüler atılmamış olsaydı hükümet takdir edilecekti, öyle mi?! Esed’in 3 hafta içinde gideceği söylenmiş! Ne bu şimdi? O şöyle demiş, bu böyle demiş, şu söylenmiş, bu söylenmiş! Bu tür dedikodular, varsayımlar üzerine muhaliflere fatura çıkartmak haksızlık değil mi?]

Bunların tabii ki bir muhasebesi yapılacak. Bir an önce ateşi söndürmek gerekirken, yazık ki hâlâ ateşe benzin dökmeye çalışanlar var. Yetmiyormuş gibi bir yandan Türkiye’yi askerî müdahaleye, diğer yandan dört İslam ülkesini birbiriyle savaşmaya sürüklemek istiyorlar. [Kim bu savaş kışkırtıcıları? Doğrusu baktığımızda içeride dışarıda hemen herkesin itidal tavsiyelerinde bulunduğunu, hükümeti “teenni” ile hareket etmeye çağırdıklarını görüyoruz. ABD’sinden AB’sine, NATO’sundan BM’sine, içeride solcusundan “İslamcı”sına kadar hemen herkes ardı ardına uyarılar sıralıyor. Bu durumda savaşa çağıranlar kimler? Bir sorsanız kendinize, bu algı sizin bilinçaltınıza işlemiş bir önyargı olmasın?]

İlk günden bizim önerimiz şuydu: Türkiye, İran ve Mısır bir araya gelip olaya el koymalı. Bölge ülkeleri birbirlerine rağmen bir arada olamazlar. Sonunda Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, beklediğimiz çıkışı yaptı, Suudi Arabistan’ın da içinde yer alacağı dörtlü girişim grubunu sorunu çözmeye davet etti. Suudiler istekli olmadı ama Türkiye, İran ve Mısır bir araya geldi. Hamdolsun, “iyi bir nokta”ya gelindi diyebiliriz. Evet, eğer Türkiye-Suriye sınırında başlatılan provokasyonlar, Sünni-Şii/Türkiye-İran çatışması tuzağına düşülmeyecek olursa üç büyük İslam ülkesinin prensipte üzerine vardığı mutabakat bu kanlı savaşı sona erdirebilir. [Hala ilk gün önerdiğiniz ve artık tamamen temelsiz, tutarsız olduğu ispatlanmış bir tezi ileri sürebilmeniz ilginç! Bahsettiğiniz ülkeler arası görüşmelerin herhangi bir şey değiştirebilme ihtimali olmadığı açık değil mi? İran doğrudan bu savaşın, daha doğrusu katliamın içinde yer almışken, ona söylenebilecek tek şey “Allah’tan kork! Mazlumların kanına elini daha fazla bulaştırma!” uyarısı olması gerekirken, hala İran’ın bu sorunun çözümünde olumlu bir rol oynayabileceğini varsaymak ne kadar safça bir yaklaşım!]

Buna göre:

1) Mümkün olan en kısa zamanda seçimlere gidilmesi. Bu 2-3 sene olarak düşünülüyor. [Bunu zaten Esed de söylüyordu. 2014 seçimlerine kadar görevini sürdüreceğini ifade ediyordu. Bu yeni bir öneri olmuyor.]

2) Seçimlere kadar Esed yerinde kalacak ama, muhalif grupların temsilcileri idari-bürokratik kademelerde yer alacak. [Yani, katil çete yerini koruyacak. Aylardır katledilenler de gelip masa başında yerlerini alacaklar ve kardeş kardeş geçinecekler! İnsanın kendisini Alis gibi Harikalar Diyarında hissetmemesi mümkün değil!]

3) Yeni bir anayasa yapılacak, seçimlere gidilecek. Esed yeni dönemde aday olmayacak. Kim sandıktan çıkarsa -gücü, aldığı destek oranında- yönetime katılacak. [Yerleşim yerlerinin uçaklarla, helikopterlerle bombalandığı bir ülkede, halkın üzerine tanklarla ölüm yağdıran bir rejim serbest seçimler yapılmasına rıza gösterecek! Sonucun ne olacağını Ali Abi söylesin, o bu konularda yeterli tecrübeye sahiptir!]

Bu aşamada akla en uygun gibi görünen planın yürümesi için Arap Birliği desteğinde Türkiye, İran ve Mısır’ın her aşamada birlikte gelişmelere fiilî olarak müdahil olmaları, hatta ortak askerî güç oluşturup planın yürüyüşünü denetlemeleri gerekir, aksi halde her şey altüst olur, kalınan yerden iç savaşa devam edilir. Planın zaaf noktaları 2-3 senenin uzunluğu; her üç ülkenin işbirliği yapma kabiliyetinin bugüne kadar test edilmemiş olması ve elbette gerek Suriye’nin içinden, gerekse bölge ülkelerinden ve küresel büyük aktörlerden gelecek provokasyonların her şeyi altüst etme potansiyeli. [İşte sihirli formül: Ortak askeri güç oluşturup, planın yürüyüşünü denetlemek! Gerçekten de bu kadar hayal uyanıkken görülebilir mi? Uygulanması imkansız bir faraziyeyi makul bir öneri olarak sunmak da neyin nesi?]

Bu aşamada başka görünür çözüm yok, bölgenin üç büyük ülkesine büyük sorumluluklar düşüyor. Son gelişmelere baktığımızda Türkiye’de hem hükümet çevrelerinde hem kamuoyunda bu yönde güçlü bir iradenin belirmiş olması en büyük umudumuzdur. R. Tayyip Erdoğan; Ayetullah Hamaney ve Muhammed Mursi’nin göstereceği dirayet ve kararlılık, sonucu tayin edecek kadar belirleyici. [Turbun büyüğü sepette! Fantezi bir öneri görünür tek çözüm olarak sunuluyor. Yani başa dönüyoruz. Suriye halkı akıllı uslu otursaydı yerinde, bütün bunlar başına gelmez, biz de sıkıntıya düşmezdik!]

Sözü daha fazla uzatmadan şöyle noktalayalım: Ali Abi Allah rızası için yeter!

Müslümanlara karşı bu kadar önyargılı, bu kadar mesafeli; katil Beşşar rejiminin işlediği suçlar hakkında ise bu kadar soğukkanlı ve çözüm sadedinde Baas çetesinin olumlu bir adım atabileceği konusunda bu kadar iyimser olmayı size yakıştıramıyorum.