"Alevilerden sana hayır yok, başka kapıya Başbakan." sözü, CHP'nin kapatılmasını gerektirecek kadar ağır ve suç niteliği taşıyan bir söz.
Baykal, bu söz ile laiklik prensibini alenen ve tahrik edici bir şekilde çiğniyor. Bu sözün ne kadar ağır bir laiklik karşıtı suç oluşturduğunu "Alevîlik" yerine "Sünnîlik" kelimesini yerleştirince daha kolay anlamak mümkün. "Sünnilerden sana hayır yok, başka kapıya Baykal" cümlesini, Başbakan'ın ağzından duysak ne olurdu? Kutsal din duygusu, bu kadar açık başka nasıl siyasete alet edilir? CHP, bir inanç grubunu arka bahçesi olarak görüyor. Din üzerinden siyaset yapıyor.
"Öfke bir hitabet sanatıdır." diyen Başbakan yanılıyor. Baykal'ın ağzından zaptedilemeyen bir öfkeyle dökülen "Alevilerden sana hayır yok, başka kapıya Başbakan." sözü, daha çok suç bastırma kabilinden bir üste çıkma çabası. Öfkeyle söylenmiş olsa bile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın harekete geçmesi ve bu söz üzerine "laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak" suçlamasıyla CHP aleyhine bir dava açması gerekmez mi?
Onur Öymen'in Dersim gafı, bir cerahati patlattığı için faydalı oldu. Bu gaf sayesinde CHP ile Alevîler (münhasıran Kürt-Alevîler) arasındaki tarihsel uzlaşmanın aslında cellat ile mazlum arasındaki zoraki bir mütareke olduğunu herkes bütün çıplaklığı ile kavradı. Deniz Baykal'ın zaptedemediği öfkesi, herkesin bildiği ama yine de özenle saklanan bu gerçeğin, basit bir gafla üstündeki örtünün çekilmesinden kaynaklanıyor. CHP'liler ayağa kalktı ve Onur Öymen'i destekledi. Hatta bazı Alevîler de bu desteği vermekten çekinmedi. Verilen destek 1937'de Dersim'de yaşananları, Dersimlilerin hak ettiği şeklindeydi. CHP liderinin önceki günkü grup konuşmasında, Onur Öymen'in gafını aşan ölçülerde 1937'de yapılanlara sahip çıkan cümleler var. Baykal, Dersim'i Yozgat ve Bolu (Düzce olmalı) isyanı ile mukayese ediyor. Devletin "yüzyıllık alışkanlıkları" değiştirmeye çalıştığı mazeretine sığınıyor. Dersimliler oturup düşünmeli, 1937'de olan-bitenlerle Kurtuluş Savaşı esnasında Aznavur ve Çapanoğlu isyanları arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? "Yüzyıllık alışkanlıklar" katliamla mı değiştirilir?
Baykal, dönüp bize açıkça, "Dersim'de biz bir katliam yaptık, sonra da oturup geride sağ kalanlarla uzlaştık, katil ile maktul uzlaşmışken size ne oluyor?" diye soruyor.
Bu soruya bir cevap vermemiz lâzım.
1935 yılında devlet, merkezî otoritenin dışında kalan Dersim'e bir plan uyguluyor. İki yıl içinde hazırlıklar tamamlanıyor ve 1937'de kuvvetle muhtemeldir ki; devletin kışkırttığı bir isyan başlatılıyor. İsyanın bastırılması, daha önce mevcut olmayan düzenin kurulması ve Dersim'in Türkiye'nin geri kalan kısmına bağlanması demek. Sonra Tek Parti Hükümeti yani CHP katliamdan geriye kalan Alevî-Kürtlere dönüp diyor ki; artık bir parçası haline geldiğiniz bu ülkenin çoğunluğu Sünni. Kendinizi korumak istiyorsanız, bizimle uzlaşmak zorundasınız.
Bu uzlaşmanın arkasında Alevî-Kürtler açısından bir Sünnî çoğunluk endişesi olmalı. Maktulü katiline yakınlaştıracak kadar derin bir endişe. Peki, Alevî-Kürtler bu endişelerinde haklı mı?
Bu soruya vereceğimiz dürüst cevap, yanlış giden birçok şeyi düzeltecek anahtar niteliğinde. Evet haklılar. Türkiye'nin yakın tarihinde yaşanan dramlara bakıldığında, yerden göğe kadar haklılar. Alevî oldukları için ayrı, Kürt oldukları için ayrı bir ötekileştirmeye uğrayan Dersimliler, o kadar güvensiz olmalılar ki; çareyi katilleri ile uzlaşmada bulmuşlar.
Türk ve Sünnî olan çoğunluğun bu trajik tablodan gerekli dersi çıkartması lâzım. Dersimlileri CHP'ye mahkûm eden, Baykal'ın cazibesi değil, Türkiye'nin çoğunluğuna karşı beslenen derin güvensizlik olmalı.
O zaman Dersim tartışmasını, CHP'nin bir iç çelişkisi olarak teşhir etmeden, yani çuvaldızı Baykal'a batırmadan önce iğneyi kendimize batırmalıyız. Bu çıkmaz sokakta katilinden medet uman bu insanlara çoğunluk olarak bir güven ortamı oluşturmak zorundayız. Yanlışlık sadece CHP'de değil, bizde yani çoğunlukta da mevcut.
ZAMAN