Aleviler Sünnileri ötekileştirmek suretiyle kendi kimliklerini inşa etmeye çalışırlarken, Diyanet'in Sünni bir kurum olduğunu, dolayısıyla Sünnilerin kendilerini dışladığını öne sürmektedirler. Bunun irdelenmesi lazım.
Alevileri dinin kamusal hizmetine, yani Diyanet'e dâhil etmeyen Sünniler değil, devletin kendisidir. Sünnilerin tamamı "Alevileri de sisteme dâhil edin", diyecek olsa bile bürokratik merkez, bin dereden su getirip bunu engellemeye çalışacaktır. Sebebi şu:
1) Tarihsel derin izdüşümleri Bizans'taki Patriklik, Osmanlı'daki Şeyhülislamlık'ta aramak mümkünse de yeni kurulan cumhuriyetin, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ihdas etmesinin iki sebebinden söz edilebilir: a) İslamiyet'in itikat-ahlak, ibadet, muamelat ve ukubat olan külli boyutlarını iki boyuta indirmek. Bunlar da itikad ve ibadettir. Diyanet, bu yüzden "Din işleri" değil, "Diyanet işleri" ismini almıştır. Bu sayede devlet, "İslam dini"ni özellikle muamelat ve ukubattan tecrit edip "diyanet" boyutuna indirgemek suretiyle halkın dinî algısını ve hayatını laikleştirmek istemektedir; b) "Diyanet'e indirgenmiş din" çerçevesinde ve DİB bünyesinde yürütülen faaliyetler üzerinden ulus kimliği inşa etmek.
Kurucu irade laikleştirme ve ulus kimliği inşa etme amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı'nı Sünni-Hanefi zeminde tasarlamıştır, bu yüzden kuruluş zamanında (1924) Alevilik hesaba katılmadığı için, bugün Aleviliği dinî sisteme dahil etmek o kadar kolay görünmemektedir.
2) Pek zahirde görünmese de, zamirde Diyanet İşleri Başkanlığı Hıristiyan dünyasına bakan yönüyle Protestanlığa, İslam tarihine bakan yönüyle Selefilik'e yakın bir din telakkisine sahip bulunmaktadır. Bu, kuruluş döneminde de böyleydi. Ta cumhuriyetten önce "kalkınma ve ilerleme"nin önünde engel olduğu düşünülen İslam dininin Protestanlığa yaklaştırılmasının uygun bir çözüm yolu olarak düşünüldüğü malumdur. "Din'de reform" çabalarını bugün de aynı gerekçelerle savunanlar vardır.
"İslamiyet'in Protestanlığa yakınlaştırılması" veya "dinde reform" projelerinin dayanağı, "dinin bid'at ve hurafelerden arındırılması" gerektiği çabasıdır. Tabii ki tarihte dine çok sayıda bid'at ve hurafe karışmıştır. Bunları sivil ulema eliyle ve sahih akaide bağlı kalarak ayıklamak başka, bir resmi proje olarak tasarlamak başka. Kurucu kadro kendi zamanının Selefi bilginlerinden bir miktar etkilenmişti. Dolayısıyla DİB'in de her zaman böyle bir tasarımı ve hedefi olmuştur. Alevilik ise eklektik bir mezheptir. İçinde baskın İslami öğeler bulunmakla beraber, eski Türk şaman inançları, İran din telakkisi, Batınilik, kadim Anadolu inançları ve tarih içinde kıra ait bir dizi kültürel unsur bulunmaktadır. Bu, DİB'in gizli Selefilik konseptiyle uyuşmamaktadır; bu açıdan da Aleviliğin DİB içinde temsili zor görünmektedir.
3) Devlet, dinin kamusal alandaki denetimini elinde tutuyor, sivil dinî hayatın gelişip serpilmesine iyi gözle bakmıyor. Bu hem Sünniler hem Aleviler açısından dinî hayatın ve pratiklerin yaşanması konularında büyük zorluklar doğuruyor. Sivil dinî hayatın gelişmesiyle DİB üzerinden dinin kamusal denetimi zorlaşacak; bu da laikleştirme ve ulus kimliği inşa etme süreçlerinin akamete uğramasına sebebiyet verecektir. Burada son derece paradoksal bir durum söz konusudur: Aleviler açısından bakıldığında devlet, ne onları DİB çerçevesinde kamusal sisteme dahil edebiliyor ne de sivil alanda özgür bir biçimde gelişmelerine izin vermeye yanaşıyor. Çünkü eğer Aleviler sivil hayatta gelişme gösterecek olsalar, bu Sünnilerin de benzer sivil taleplerde bulunmalarının yolunu açmış olacaktır. Hatta azınlık haklarının kısıtlanmasının, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasına izin verilmemesinin asıl telaffuz edilmeyen gizli sebeplerinden biri, Sünni çoğunluk için benzer taleplerde emsal teşkil edecek olmasıdır.
Muhtemelen bu kaygı ve düşüncelerle devlet, Alevilerin DİB içinde değil de Kültür Bakanlığı bünyesinde temsil edilmelerine sıcak bakacaktır. Sorun, Sünnilerin ve Alevilerin zihniyetlerini sivilleştirmemeleridir.
ZAMAN