Son zamanlarda bazı Alevi dernekleri on binlerce insanın katılımıyla gösteriler yaparak seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Kürt sorunuyla ilgili taleplerin resmî katların sağır duvarlarına çarptığı bu konjonktürde Alevilerin seslerini yükseltmeye başlaması bazılarınca 'masum' değil.
Bu doğru olabilir, ama bu, Alevilerin bu ülkede ciddi sorunlar yaşamadığı, taleplerinin haklı olmadığı anlamına gelmez. Her seferinde her nedense Kürtler ve Aleviler can yakıcı sorunlarını dile getirmeye çalıştıklarında, biz hakikat değeri olan ve olmayan birtakım komplo teorilerini öne sürüp bunu "istikrara yöneltilmiş bir tehdit" olarak algılıyoruz. Eğer sorunların dile getirilmesi ve talepler ile istikrar arasında zorunlu bir ilişki varsa bu, hiçbir zaman söz konusu sorunlara kulak verilmeyecek, talepler karşılanmayacak demektir. Çünkü mevcut istikrarın, söz konusu sorunların devamı üzerine kurulduğunu biliyoruz.
Elbette Kürt, Alevi veya başka toplumsal kesimlerin sorunlarını istismar etmek isteyenler olacaktır; bunlar içeriden de olabilir, dışarıdan da. Komploların önüne geçilmek ve istismara mani olunmak isteniyorsa, yapılması gereken ilk şey, haklı taleplerin bir an önce yerine getirilmesidir. İç toplumsal bünyeyi komplolara ve istismara elverişli olmaktan çıkarmak lazımdır. Hem insanın bir yerini acıtacaksınız hem bağırınca "Sus, huzur bozuyorsun" diye azarlayacaksınız, bu adil değil.
Alevi meselesi ciddidir. Bu sorunu çözmeden önce müzakereci siyaset çerçevesinde karşılıklı konuşmak, tartışmak, diyalog kurmak ve çözüm yolunu aramak lazım. Bunu Sünniler ve Aleviler birlikte yapmalıyız, ama bu, Sünnilerin Alevilere 'çözüm empoze etmeleri' anlamına gelmemeli. Bugün AK Parti hükümeti geç kalmış da olsa, hiç değilse umut verici bir açılım getirmek üzere harekete geçmiş görünmektedir, ancak kamuoyunda Diyanet'in hükümetle aynı fikirde olmadığına; asıl büyük zorluğun hükümetten değil, devletin din kurumundan ve din bürokratlarından kaynaklandığına ilişkin güçlü bir algı söz konusudur. İnşallah hükümet "başörtüsü düzenlemesi"nde olduğu gibi MHP'nin tuzağına düşmeden, başına yeni bir dert almadan uygun bir biçimde bu sorunu çözme yolunda önemli adımlar atar.
Çözüm yolunda şu adımların önemli olduğunu düşünüyorum:
1) Aleviliği şu veya bu kavramsal çerçevede tanımlamaktan vazgeçmeliyiz. Sivil olarak biz Sünniler, laik olarak devlet. Aleviler kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa (din, mezhep, inanç grubu, din dışı kültür vs.) biz onları kendi tanımlarıyla öylece kabul etmek zorundayız. Çünkü insanları kendi tanımları ve konumlarında kabul etmedikçe onlara müdahale etmiş oluruz, bu durumda onların da tanımlama yoluyla bize müdahale etmelerine karşı çıkmak tutarlılık olmaz.
2) Benim toplum tasavvurum açısından ideal olan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB)'nın lağvedilip bugün adına "diyanet" denen ibadet hizmetlerinin sivil cemaatlere, meskun yerlere bırakılmasıdır. Devlet sadece hizmetin teknik standartlarını tespit eder, denetler; bu arada bir dinî grubun başkaları üzerinde tahakküm kurmasının önüne geçer. Ancak mademki mevcut durumda DİB'in ilgası mümkün görünmüyor, bu durumda Alevilerin de Diyanet içinde temsil edilmeleri gerekir.
3) Cemevleri yasal statüye kavuşturulmalı, dedelere ve zakirlere müftü, vaiz, imam, müezzinler gibi kamu bütçesinden maaş bağlanmalıdır. Nasıl belediyeler camilere bazı yardımlarda bulunuyorsa, cemevlerine de benzer yardımlarda bulunmalıdır. Bu arada camiye giden cemevine gidebilmeli veya tersi, cemevine giden camiye gidebilmeli, buna engel olunmamalı.
4) Yine ideal olan "laik devlet"in din dersi öğretmekten vazgeçmesi olup, bu işi de sivil inisiyatiflere ve kuruluşlara bırakmasıdır. Yine mevcut durumda bir anayasa değişikliği söz konusu olmadığına göre -oluncaya kadar- Alevilik de din dersine eklenmeli, bu bölümü Alevilerin yetkin gördüğü kimseler yazmalıdır.
ZAMAN