Bizim bu âlem-i mülk içre bir devrânımız vardır
Açılmış râh-ı Sıddık’dan büyük meydanımız vardır
Ezelden âşıkız aşkın belâsın inkıyâd ettik
Ki biz ebdâl-ı aşkız derd gibi dermânımız vardır
Acâibandelibiz kim bizim hiç goncamız solmaz
Hümâ-yıkuds-i lâhutuz beka gülşanımız vardır
Bizi isyân ile meşhunsanar bu âlemin halkı
Ki biz ârif-i a’râfız bir özge şânımız vardır
Erzincanlı Tüfekçizâde Sâlih Baba
Gün Doğmadan Yola Koyulanların Hikâyesi
İnsanlar içerisinde insanlar vardır. Bunlar Allah’ın âlim ve salih kullarıdır. Zaman ve mekân onlar sayesinde, Allah’ın onlara izzet ve ikramı ile hâlâ yaşanılır kalır. Günler içerisinde günler vardır, insan o günlere erişince ne arkada bıraktığı zor günleri kolay kolay hatırlar ne de önünde uzanan geleceğin endişesine kapılır. Dostlar vardır, görünce cennete girdiniz sanırsınız. Emekler vardır; binlerce duanın, gözyaşının, gecelerin, yolların, yılların kokusunu taşıyarak var olmuştur.
Bir mektup yazıyoruz ve bir şişeye koyup salıyoruz deryaya! Kim bulur, kim okur? Bir gün soylu bir merak sahibinin eline düşer de makûs talihinden kurtulur mu o mektup, bilinmez. Dergi, bir bahçe! Renk renk, dal dal, çiçek çiçek, yaprak yaprak, desen desen! Binlerce koku, binlerce görüntü, binlerce imge, binlerce nefes!
Bir işe azmettin mi artık durma! Kılıcını çekince kınına sokma! Dilin kıpırdatınca lafını revan ve rahvan kıl. Kalemi kaldırınca mürekkebi vur satırlara. Kalemini kolonyaya batıran, bandıran züppelerden olmamak için bir virgül uğruna ölmeyi göze al, yazmak telaşıyla kelimeleri hizaya diz, cümleleri örgütle ve zülfüyâra dokunan bir söz söyle.
Zamanı duyarak yaşamak diyoruz adına! İnanmak ve yaşamak! Her günü yeniden yaşamak! Her şey gününü bekler; doğacak güneş, açacak gül, ötecek bülbül. Güneş doğunca, gül açınca, bülbül ötünce güzeldir. Ancak her şafağın bir zevali, her sabahın da bir akşamı vardır. Maharet, mürüvvet, ihsan odur ki insan faniliği içerisinde yola koyula, deryalara dala, ufuklara koşa. Her anı bir şan saya!
Ölümden doğarak geliyoruz. Ne garip ölüme gidiyoruz. İki ölüm arasından hayatı varetmek! Zamanı bu toprak üzerinde bir tarihe dönüştürmek için yaşıyoruz. Acılarla, sevinçlerle, hatıralarla, yoklukla, varlıkla yaşıyoruz. İhtiyar dünyamız her gün dolup dolup boşalıyor. Zaman akıyor. İnsan akıyor. Tarih akıyor.
Bizim yerimize kimse yaşayamaz, bizim yerimize kimse ölemez. Bizim yerimize kimse yazamaz. Bizim yerimize kimse okuyamaz. Kitap sözün coğrafyasıdır, dergi kıtası! Söz ırmağının sulamadığı toprak yoktur. Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılandır.
Kitabımızın ilk ayeti ‘oku’! Ben bunu ‘anlamlandır’ diye yorumluyorum. Hayatı, ayetleri, insanı ve varlığı oku. Hayatı, ayetleri, insanı ve varlığı anlamlandır! Kelimeler semboldür. Karşılığı olduğu nesneye tekabül eder. Ama asla nesnenin kendisi değildir. Bu bir anlam yükleme işidir. İlk emir bu işte: anlam yükle! Hangi anlamı? Anlamı anlamayı anlatan anlamı! Bir tasavvur inşa et, bir kelime diz, bir ışık yak, bir daha dene, bir daha… bütün eski anlamları unutarak bir daha dene ey insan! Bir daha oku, bir daha anlamlandır. Yeni bir anlam dünyası kur! Yeni bir atlas inşa et! Irmakları yeniden çağıldat, dağları yeniden yükselt, bulutları yeniden uçur, atları yeniden koştur, çocukların başını yeniden okşa, kılıcını yeniden bile, çeşmelere yeniden su ver, sabahı yeniden karşıla, kıbleni yeniden tanı, dostunu, düşmanını yeniden bil!
Hayatı anlamlandır! Kavgaya yeni bir menzil seç, gözüne yeni bir ufuk biç! Aradığın şey budur. Aramak, bulmak ve söylemektir söz. Bir kapının önündesin. Bir kapı buldun. Aradın ve buldun. O kapıda sözünü söyle. Bir dağın yamacında dur! Bir tepede okçu ol! Bir gecede bekçi! Bir kapıda kul! Hayali hakikate dönüştür! Söz dönüştürür çünkü! Söz nesneyi yeniden anlama boğar.
Söz, dil ile nesne arasında kurulan bağın kendisidir. O halde düğümü kavi kıl, sağlam vur! Bütün çözülmelere, gevşemelere karşı düğümünü sağlam vur! Söz aklımızdan ve imanımızdan süzülerek yayılıyor arza. Bu yalanın, üçkâğıdın, fesadın, kahpeliğin hükümferma olduğu çağda bir hakikat güneşine el uzatıyoruz. Söz göze söylenir, göz hizasında söylenir. Gözlerimizin içine bakmaktan utanan müsveddelere sözümüz yok. İnsanlık İslamlıktır. Sözün özü üzerimize sağanak gibi yağalı on dört asır oldu. Biz bugün yeni bir anlam arayışı peşindeyiz.
Taşköprülü Mustafa Efendi’nin oğlu olan ve Taşköprülüzade ismiyle meşhur olan Şakayık-ı Numaniye yazarı Taşköprülüzade Ahmet, Miftah’ında akılla eylem arasında muhteşem bir ilişki ağı kurar. Ona göre bu ilişki şöyledir: akıl ölüdür ancak bilgi ile hayat bulur; bilgi ölüdür ancak arzu ile dirilir; arzu cılızdır ancak okumakla güçlenir; okumak örtülüdür ancak münazara ile açıklığa kavuşur, münazara verimsizdir ancak eylemle üretilir, ortaya çıkar. Yani bilgi eylemle buluşunca hayat vücuda gelir. Can doğar, canan doğar. Bilgiyi eylemle buluşturacak olan ise bu ikisi arasındaki çabaya güç veren inançtır.
Söz göze söylenir dedik. Göz muhataptır. Muhataba düşen hisse almaktır. Onun için her Cuma namazında okunan ayetteki ‘Allah size hatırlatıyor, bir mevize sunuyor, nasihatte bulunuyor, ola ki tutasınız’ ifadeleri çok manidardır. Söz bir hatırlatma, bir tekliftir. Teklifle mükellef külfete katlanmaya azmeder. Bir işe azmedince de artık durma! Kılıcını kuşanınca artık arkana bakma! Gözünü ayak uçlarına dikme! En uzak ufka bak ki ayakların tökezlemesin! Düşmanın en arka safının da arkasına bak! Çünkü zafer oradadır.
Düşünce söze gelince yol açılır önünde insanın. Yol yürününce arz güzelleşir. Arz güzelleşince Âdem’in sürgün yurdu cennete dönüşür. Düşüş ayaklanma, tevbe merhamet, pişmanlık zafer adını alır. Sözümüz de kâğıtlara dökülünce bir mazeretname oluyor. Allah’a sunacağımız bir mazeretname! Bir şahitlik vesikası! Bir şehadetname!
Bir Şehadetname: Haksöz
Dilin menşei hayattır. Söz, dilin dile gelmesidir. Hayat velud bir anadır. Dili de, günü de, canı da o doğurur. Biz tarihin yolcularıyız. Ölümden geldik ölüme gidiyoruz. İki ölüm arasındaki hayatta varlığa şahit olmak için varız. Şahitliğimizin belgesini yazıyoruz. Haksöz bir şehadetname! Kendi tarihinin, insanların, zamanın ve zeminin şahidi! Gücü nispetinde, mütevazı, umutlu, öfkeli… yürümeye azmetmiş bir sancının çocuğu.
Bir geleneğin süreği, bir umudun filizi, bir kavganın neferi, bir göğün yağmuru, bir derdin ifadesi Haksöz! Bugün kavramlarıyla, metodolojisiyle, birikimiyle, insanlarıyla bir mektep. Dergi kendi yazarlarını yetiştirdikçe bir mektep olarak anılmaya değerdir. Bir camia kendisini ifade edecek, bilgi birikimini, usulünü, tarih, toplum ve siyaset değerlendirmesini özgür ve özgün olarak ortaya koyabilecek bir mecmuaya sahipse, düşünsel bütünlüklü bir camia olarak tanınabilir. Yazarlarını kendi içerisinden yaratabiliyorsa fikir ve aksiyonda tutarlılığa ulaşabilmiş demektir. Zer, zor ve tezvir karşısında bütünlüklü bir siyaseti, bütünlüklü bir hayata bakışı var kılabiliyorsa bir söylem ve dil kurabildiğinden bahsedebiliriz. Haksöz, en azından böyle bir çabaya yönelişi ifade eder bu topraklarda.
Yarım asra yaklaşan bilinçlenme ve kendimize dönme, tarihimizle buluşma, köklerimizi arama çabamızda müstesna bir yeri olan Haksöz dergisi, kendisine ilke olarak çıkarsadığı tevhit, adalet ve özgürlük aforizması, bir bilgi teorisinin, bir okuma biçiminin, köklerini Kur’an ve Nebevi sünnetten alan, vakıayla irtibatlı, tarihi birikimi tahkik eden bir anlayışı önemli bulmaktadır. Tevhit, bizim zorunlu dikey epistemolojimizi ifade eder. Adalet,zorunlu yatay ontolojimizin zeminine tekabül eder. Özgürlük bu iki eksen arasında insanın yapıp etmelerinin maddi ve manevi şartlarının toplamıdır.
Usuli yönelimi, Kur’ani kavramların belirleyiciliği, vakıa temelli hayat ve siyaset anlayışı, kişilere değil ilkelere bağlı birliktelik hukuku, davada yok olma şuuru, kuru bilgi teorisyenliğine karşı sorumlu aydın olma tercihi, akademik zangoçluğa karşı sorumlu mümin olma bilinci, akıl hocalığına karşı emekçi fertler olma zorunluluğu, bireyselliğe karşı birlikte cemaat olma fedakarlığı ile kendisini somutlaştıran Haksöz, Türkiye’de kendisini bu ilkeler çerçevesinde açıkça dosta ve düşmana karşı tanıtmış, bunun risalesini yazmış ve deklare etmiş yegane ve tek çalışmadır. Bu bir abartı sayılmamalıdır. Muhtevasını isteyen istediği şekilde tartışabilir, ancak vakıa budur.
İşte eylemle bütünleşen aklın bilgisi, hayatı bir pratik olarak teorize etmeye yönelmiş ve bu çabalar bedene bürününce de Haksöz olmuş. Klasik Müslüman bilgeler yirmili yaşları bedenin kemali sayarlar, otuzlu yaşları aklın kemali, kırklı yaşları da ruhun kemali. Bu bana çok anlamlı geliyor. Çeyrek asırlık bir zaman dilimi aklımızı kemale yöneltiyor. Zaman insan gibi değişiyor. Unutmayalım gelecek uzun sürer. Uzun geleceği inşa edecek erler için iş daha kolay değildir. Yeni bir dil üretmeye, değişen zamanın bir adım önünde olamasak bile en azından at başı yürümek için sürekli yenilenmeye muhtacız. Çünkü adetullah böyledir. Rahman Suresi’nde Rabbimiz her an yeni bir şa’n diyor. Biz bunun gerisinde kalamayız. Dost bivefa, düşman kavi, tali zebun olsa da insan yürümekle mükelleftir.
Müminler coşkun bir ırmağın damlalarıdır. Hareketler o ırmağa enerji katan dalgalar, şelaleler, kanyonlar ve vadilerdir. Âdem’in varisleriyiz hepimiz, Nuh’un, İbrahim’in, Musa’nın, Muhammed’in. Tarihin şahitleriyiz, tıpkı Hz. Hatice gibi, Ömer Bin Abdülaziz gibi, İmam-ı Azam gibi, Ukbe Bin Nafi gibi, Eyyub el-Ensari gibi, Dehlevi gibi, Şatıbi gibi, Seyyid Kutup gibi, Mehmet Akif gibi, Abdülkadir Salih, Esma Biltaci gibi. Biz bu ırmaktan sulanıyoruz, biz bu ırmağa katılıyoruz. Bütün ırmaklar unutmayalım ki deryalara akar. Irmağın kaderi denize dökülmektir. O halde bir damla olmaya bakmalı insan.
Bir Kelamu’l-Hak Davası:Haksöz
Böyle bir dergide yazmayı nasip ettiği için Allah’a hamdediyorum. Bugünkü galip zannım budur. En zor sözü en zor zamanlarda söylemeyi şiar edinmiş bir dergi benim için çok anlamlıdır. En zor sözü söyleyip aşkla o sözün peşinden gitmek büyük bir irade işidir. Önüne ateş ve barut tarlaları da çıksa, kandan irinden deryalar da dizilse, sen düşman saflarının en uzak noktasından gözlerini ayırma diyor Haksöz bize!
İnsan, üç çeşit karşıtıyla savaşımdadır. Açık düşmanlar, içerideki hainler ve dost bilinen gafiller! Bütün zamanların hikâyesi budur. Bizler Müslüman olarak bir hayat yaşıyoruz. Bu hayatın ezası da var cefası da var sefası da!Çaba kendini bulmak, kendinde olmak ve kendin olarak kalmak çabasıdır.
Coğrafyamız işgal altında, çocuklarımızı öldürüyorlar, düşmanların silahları çok, Müslüman kılıklı mollalar, ruhaniler kılıçlarının kanını kefenlerimizde siliyor, düşünce dünyamız kurumuş, siyaset ve toplum analizlerimiz yavan bir görünüm arzediyor. Ancak bir yandan direniş ve varolma bilincimiz de güçleniyor. Umutlarımızı saldırı tufanları altında boğdurmamak için sözümüzü kavl-i leyin kılmak, şehitlerimizin hatırasına sahip çıkmak, çıplaklarımızı giydirmek, açlarımızı doyurmak, savaşçılarımızı desteklemek için daha yüksek sesle konuşmalıyız.
Bütün bu süreçlerde direnişin, umudun, fıkıh üretmenin, uyanık kalmanın ve uyandırmanın, zalimlere karşı söz söylemenin bilinciyle, toplumsal ve siyasal ifsada karşı durmak, yerel ve küresel mekanizmalara karşı Müslümanların sesi olmak, bunu yaparken liberal utanmazlıklara pirim vermemek, demokrat iki yüzlülükleri ıskalamamak, kimlik ve kişiliği bir haysiyet davası olarak yüklenmek, ümmet bilincini, ezilenlerin, mustazafların, mahrumların dili olmak gibi bir misyonla bugünlere gelen bir Haksöz var karşımızda. Bütün bu samimi çırpınışlar ve adanmışlık çabaları elbette ki hatadan ve zaaftan ari değildir. Hatalar ve eksikler bizim, doğrular ve başarılar Rabbimizin inayeti iledir. O oldurmazsa biz olduramayız, O vardırmazsa biz varamayız, O bildirmezse biz bilemeyiz, O çoğaltmazsa biz yürüyemeyiz. Hakikat bizim tekelimizde değil ancak biz hakikat yolunun yılmaz yolcularıyız. Doğruluğunu bilgi ve imanla tasdik ettiklerimizden vazgeçemeyiz. Hakikatin peşinde olmaktan sorumluyuz zaten hakikate malik olmaktan değil!
Şimdi yeniden yola koyulma vakti. Kâfirlere, zalimlere, fasıklara, hainlere, münafıklara karşı bir sancak yükseltmenin vaktidir. Her Müslüman bir sancaktardır. Her Müslüman’ın yüzünde bir ay parıldar. Saatleri ahirete ayarlı adanmışlardır müminler. Yaşadığımız ülkede ve tüm dünyada yayılan fahşaya, münkere ve tuğyana karşı adaletin, ihsanın ve paylaşmanın örnekleridir müminler.
Nefsimizin arzuları, istekleri, tutkuları, toplumumuzun, kabilemizin, halkımızın zindanı, tarihin biriktirdikleri, geleceğin sorunları bizi kuşatıyor. Bu sorunları eylemlerimizin yatağı ve aydınlığı olan sözümüzle aşacağız. Sözü çığlık, kelamı ferman eylemek bizim elimizde. Daha çok okumak, daha çok düşünmek, yazgımızın yularını ele geçirmek, kendi varlık tarlamıza çapa vurmak, su vermek bizim elimizde. Sahip çıkamadığımız varlıklarımızı, kimliğimizi, geleceğimizi elimizden kaçırdıktan sonra oturup acuzeler gibi ağlamak istemiyorsak, çaresizler gibi yurtsuz ve sahipsiz kalmak istemiyorsak bugünden yola koyulmak, geçen zamanı, anı, şimdiyi ganimet bilmek, gelecekte önümüze çıkacak mucizeleri sahiplenmek üzere yolda olmalıyız.
Sözümüz kavi, kavgamız direngen, sabrımız derin, amelimiz sahih, çabamız bereketli, niyetlerimiz salih olsun. Sözümüz hak, vicdanımız ak, yüzümüz pak olsun. Muhakkak ki Allah her işinde galiptir. Bizim bildiğimiz budur, bilemediğimiz ise sonsuzdur. Bildiğimizle amel ettikçe bilmediklerimizi de öğreneceğiz.
Kırıldıkça sürgün veren dalların kardeşiyiz biz. Bilmeyenler bilsin bizi, bilenlere selam olsun.Bir dağın yamacında durmuş okçularız biz; azık verene, su taşıyana selam olsun. Bir geceyi şafaktan önce uyandırandır sözümüz, duyanlara selam olsun. Mahrumlara sevinç ve umut, zalimlere dünyayı dar edendir sözümüz. Ona yoldaş ve dildaş olanlara selam olsun.
Biz bu zamanın çocuklarıyız, devran içre devranımız vardır bizim. Hakkın kelamını duyar, Hakkın kelamını söyleriz. Yer, böyle görsün bizi; gök böyle dinlesin.