Âlem-i İslâm'ı daha yakından tanımak için...

Taha Kılınç, Müslüman coğrafyadaki gelişmelerle nasıl ilgilenmeye başladığını izah ederken yeni bir programın müjdesini de veriyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Âlem-i İslâm Seminerleri

Bana “İslâm dünyasıyla ilgilenmeye ne zaman başladın?” diye sorulduğunda, cevabım şöyle oluyor: “Bu meselelerin içine doğdum. Filistin’i, Suriye’yi, Mısır’ı, Afganistan’ı, Bosna’yı vs. ilk defa kaç yaşımda duyduğumu hatırlamıyorum bile, çünkü bebekliğimden beri etrafımdaki büyüklerimden hep bu beldeleri ve oralardaki Müslümanların ahvâlini işittim. Yetiştiğim atmosferde, her sohbetin bir ucu muhakkak Âlem-i İslâm’a bağlanırdı. Coğrafyada seyahatlere çıkmadan önce, daha çocukluğumdan itibaren birçok şehrin, siyasî liderin veya dinî yapının adını duymuştum. Zaman içinde dergilerle, gazetelerle ve kitaplarla, konu daha derinlikli biçimde gündemimi meşgul etmeye başladı. Nihayet Âlem-i İslâm’ı adımlamaya sıra geldiğinde, gördüğüm şeylerle ilgili birçok okumayı zaten yapmıştım, artık bundan sonrası eksikleri tamamlama ve bilgiyi sürekli artırma merhalesiydi…”

Bazen, “Gazete yazarlığı senin için ne anlama geliyor?” sorusuna da muhatap oluyorum. O zaman, cevabım çok daha kısa: “Yapmaya çalıştığım şey, sınırlarımızın dışında kalan Müslüman coğrafyayı, içeriye aktarma ve tercüme çabası.” Bunu ne kadar başarabildiğimin takdiri, elbette kıymetli okurlara ait. Ama 15 Ekim 2016’da bu köşede ilk yazımın yayınlandığı günden itibaren, haftada iki kez, “uzak” zannettiğimiz nice coğrafyanın aslında bize hiç de “uzak” olmadığını ve oralarda yaşanan her şeyin bizi çok yakından alakadar ettiğini anlatma gayreti içindeyim.

Belli bir süredir, okurlardan şöyle bir talep geliyordu: “Gazete yazıları okunup geçiliyor, zaman içinde unutulabiliyor. Yazılarından bir seçme yapsan ve yayınlasan… Hem yazılar kayıt altına alınmış olsa, hem de bugünlerle ilgili geleceğe bir arşiv bıraksan…” Doğrusu, önceleri biraz isteksiz durduğum bu talepler çoğalınca, nihayet yayınlanmış 600’den fazla yazıyı ince eleyip sık dokuyarak taradım ve ortaya “Âlem-i İslâm Yazıları” ismini verdiğim 7 kitaplık bir set çıktı (Ketebe Yayınları, Nisan 2023). Yazıları konularına göre tasnif ettiğimde, kitapların başlıkları şunlardı: Bilâdüşşâm, Filistin, Arabistan, Mağrib, Afrika, Balkanlar ve Asya.

“Âlem-i İslâm Yazıları”nın yayınından sonra, kıymetli okurlar bir başka taleple geldi bana: “İslâm coğrafyasını şöyle bir ufuk turu halinde senden dinlesek… Âlem-i İslâm Seminerleri yapsan, oraları bize anlatsan…” Bu defa ben de istekli durdum, çünkü yıllardır verdiğim sayısız konferans ve yaptığım konuşmalarda, muhteva çoğunlukla Âlem-i İslâm ve Müslümanların ahvâliydi zaten.

Detaylı bir hazırlık sürecinden sonra, ücretsiz Âlem-i İslâm Seminerleri’nin ilkini geçtiğimiz cumartesi günü, İstanbul’da Ensar Vakfı’nın genel merkez konferans salonunda icra ettik. Sabahleyin tam 09.00’da başlayan oturumlar, aralarla birlikte 17.40’a kadar sürdü. Karşımda her yaştan dikkatli, meraklı ve ilgili bir dinleyici kitlesi vardı.

Genel bir giriş dersinden sonra, kitap setindeki sıralamaya uygun olarak, bilinmesi gerektiğini düşündüğüm en önemli başlıkları hazirûna takdim ettim. Siyasî tarihten İslâmî hareketlere, önemli şahsiyetlerden tarihî şehirlere, hep birlikte coğrafyamızı kolaçan ettik, unuttuklarımızı hatırladık, bilgilerimizi tazeledik… Balkanlar’a sıra geldiğinde, dinleyicilere bir “Balkan rotası” çizdim. Hep birlikte Edirne’den çıkarak Bosna içlerine doğru adım adım ilerledik. Bütün salonun telefonlardan haritaları açıp rotayı takip etmesi, notlar alması ve ziyaret mekânlarını işaretlemesi, kürsüden bakınca çok keyifli bir sahneydi.

Âlem-i İslâm Seminerleri’ne talep beklediğimizden çok fazla olunca, aynı muhtevayı İstanbul’da 9 ve 23 Eylül günlerinde de tekrarlamaya karar verdik. Nasip olursa, sırada Sakarya’dan (10 Eylül) başlayarak Türkiye’nin çok farklı şehirlerine uzanacak bir programlar silsilesi var.

Hz. Peygamber, Müslümanları “bir vücudun azaları” ve “bir binanın tuğlaları” şeklinde tavsif buyuruyor. Aynı hassasiyetten hareket ederek, İslâm coğrafyasını böylesine merak eden, anlatılanları can kulağıyla dinleyen, uzak coğrafyalara ilgi duyan ve bu ilgiyi bilgiyle beslemeye can atan kitlelerin varlığı, beni hem heyecanlandırıyor hem de çok mutlu ediyor.

Şöyle bir ümidim var: Biz kendi zamanımızda “tanıma” vazifesini güzelce yerine getirirsek, olur ki bizden sonrakiler bunun üzerine başka şeyler ekleyerek, bugün istediğimiz ama kavuşamadığımız şeylere biraz daha yaklaşırlar.

Yorum Analiz Haberleri

Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?