Aldatıcı sessizlik

Etyen Mahçupyan

Yeni Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nın çeşitli vesilelerle yaptıkları konuşmalar demokrat kalemlerce eleştiri yağmuruna tutuldu. Gerçekten de “yaşam tarzının oluşumunda dinî düşüncelere ağırlık verilmesini” bir huzursuzluk vesilesi olarak gören, dindar insanların ekonomide etkisinin artmasını endişe verici bir gelişme olarak kaydeden yüksek rütbeli askerlerin varlığı, ordunun gerçek işlevi hakkında da haklı tereddütler uyandırmakta. Çünkü yeni Genelkurmay Başkanı’nın hayata bakışını yansıttığını anladığımız “ulus-devlet, üniter devlet, laik devlet” üçlemesindeki ‘ulus’ kelimesi kendilerini belirli bir kimlikle adlandıran tüm toplumu ima eder. Diğer bir deyişle en olumlu yorumuyla ‘ulus’, askerlerin tanımladığı bir şey değil, askerlerin parçası olduğu ve tarihsel süreç içerisinde sürekli yeniden tanımlanan bir alaşımdır.

Oysa söz konusu üçleme ‘ulusu’ daraltıp, askerî hayale uygun hale getirmeye çalışıyor. Üniterlik ve laiklik ölçütleri gerçekte ulusun sadece etnik Türkler’den ve dindar olmayanlardan oluştuğunu ima ediyor. Ne var ki askerler öyle istiyor diye Türkiye halkının değişecek hali yok. Toplumda zamanın ruhuna uygun olarak farklılıklarını öne çıkaran bir çeşitlenme yaşanıyor ama aynı zamanda da birlikteliğin yeni bir hamuru yaratılıyor. Anlaşılan askerler toplumun bu gidişatından memnun değiller ama ellerinden de bir şey gelmiyor... O nedenle de sürekli olarak, artık sadece bilgisiz bir laik azınlığın anlamlı bulduğu ‘teyakkuz’ mesajları veriyorlar.

Kara Kuvvetleri Komutanı’nın tehlikeyi bir ‘post modern yuvalanma’ olarak tanımlaması ve bunun “küresel güçler tarafından kurgulandığını” söylemesi, toplumsal değişimden ne denli uzak olduğunun ve basitçe söylenirse bu toplumu anlamadığının bir göstergesi. Dolayısıyla demokrat kalemlerin eleştirileri içerik açısından haklı olsa da, meselenin bir de psikolojik yanı olduğu gözden kaçmamalı.

Bu ülkede asker hep ‘en iyiyi bilen’ ve ‘en doğru bilen’ olarak vasıflandırıldı ve şaşırtıcı olmayan bir biçimde kendileri de buna inandı. Diğer taraftan son on yıl içindeki değişim ordunun gücünü ve prestijini büyük ölçüde yıprattı. Bugün demokrasi, özgürlükler ve insan hakları alanında askerî dili mahkûm eden ve giderek genişleyen bir toplumsal ufuk söz konusu. Hele son bir yıl içinde deşifre olan darbe girişimleri, askeri iyice zor durumda bıraktı. Siyaseten bakıldığında asker toplumsal irade karşısında geriledi ama gerilememiş gibi davranmak istiyor... Dolayısıyla aynı minvalde, değişmeyen ilkelerin tekrarlanmasına dayanan bir konuşmayı sürdürüyor. Bunun sarsılmaz bir konumu ifade ettiğini sanıyorlar belki de... Ne yazık ki bu tür her cümle, askerin niçin toplumsal değişim karşısında anakronik kaldığını da ortaya koyuyor.

Dahası, askerî yöneticilerin söyledikleri onları statü kaybetmekte olan, cemaatleşip marjinalleşen bir kesimle de özdeşleştirme tehlikesi taşıyor. Bunun anlamı sosyal grupların ‘üzerinde’ olması gereken bir bürokratik kurumun, ayırımcı gözüken, üstelik temsil yeteneği zayıflayan bir konuma sıkışmasıdır.

Dolayısıyla askeri eleştiren demokrat kalemlerin belki de onların şu anki sıkışmışlığını biraz daha anlamaya çalışmalarında yarar var. Kaçınılmaz değişim ordunun gündeminde... Ama askerin biraz daha zamana ihtiyacı var. Bu tespit ordudaki değişimin kaçınılmaz olarak olumlu olacağı anlamına gelmiyor. Siyaset, değişim ve direnç sarmalı içinde devam edecek. Ancak toplumu gözardı eden bir askerin de ‘ulusal ordu’ olmakta zorlanacağını herhalde herkes biliyor...

Öte yandan asker eleştirisinin sadece demokrat kalemlerce yapılıyor olması da umutsuzluk yaratmamalı. Gökhan Özgün askerin diline kulaklarını ve zihnini tıkayan, yapılanları görmezlikten ve duymazlıktan gelen laik kesimdeki ‘arkadaşlardan’ utanmakta haklı...

Ama bu ülkenin muhafazakâr hamurunda bir başka manevi ilişki yürüyor ve tepkileri tam tersi bir psikoloji içinde yoğuruyor. Muhafazakârlar askerin şu anki zihniyetinden muzdarip olsalar da, kendilerine ait hissettikleri bir ordu temsiliyetini arzuluyorlar. Onlar demokratlar gibi, kolayca askere mesafe alabilen bir siyasi kültürden gelmiyor. Ancak bu durum gözlerini, kulaklarını ve zihinlerini kapadıkları için değil... İtiraz etmiyorlar ama bunun nedeni yaşananlardan hüzünlü bir utanç duymalarıdır...

Asker bu sessizliğe aldanmamalı... Çünkü bir yanda sessiz kaldıkları için laik kesimi utandırarak bölen, diğer yanda ise utandıkları için sessizleşen kitleler var. Bu sessizlik fazlasıyla aldatıcı. Eğer aynı askerî dil devam edecek olursa, bir kurum olarak ordunun önümüzdeki dönemde çok daha ciddi sıkıntıların içine düşeceği açıktır.

TARAF