Fatih Demir / HAKSÖZ HABER
Fransa, Suudi Arabistan, ABD ve İngiltere attıkları adalet, insan hakları naralarının yanında neden cevabını bildikleri bu cinayetin failini açığa çıkarmıyor? Kaşıkçı’nın öldürülmesi emrini verene karşı neden yaptırım getirilmiyor?
Gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın üç yıl önce Suudi Arabistan'ın İstanbul konsolosluğunda öldürülmesiyle ilgili iki soru hala yanıt bekliyor. Kaşıkçı'nın öldürülmesi emrini kim verdi ve cesede ne oldu?
CIA, Türk istihbaratı ve İngiliz Gizli İstihbarat kaynaklarının tümü, suçlunun Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Salman (MBS) olduğuna düşünüyor. Ancak şimdiye kadar, “çekirdek koruma ekibi” tarafından işlendiği iddia edilen bu cinayete dair bir kanıt sunulmadı.
Kaşıkçı'nın öldürülmesinden birkaç hafta sonra Suudi içişleri bakanlığında eski bir yetkili olan Saad al-Jabri'yi öldürmek için yeni bir ekip Toronto’ya doğru yola çıkmıştı.
Kaplan Timi olarak adlandırılan ekibin eylemleri açığa tam olarak çıkarılmadığı gibi suiistimaller sonucu bilgiye erişim yolları da tıkandı.
Veliaht Prens’in ölüm emri verdiği kişilere dair yeterli kanıta ulaşmak için Fransız makamlarının Kaşıkçı'nın öldürülmesindeki rolü nedeniyle Interpol tarafından uluslararası tutuklama emriyle aranan ancak isim benzerliği denerek serbest bırakılan Halid Adeh el Otaibi’den birçok bilgi edinilebilirdi.
Dün serbest bırakılan Otaibi, hala yanıtlanmamış bu iki soruya cevap verebilirdi. Bazı yurtdışı gezilerinde Muhammed bin Selman ile birlikte seyahat eden eski bir kraliyet muhafızı olan Otaibi'nin, cinayet sırasında konsolosun özel konutunda olduğu ve Kaşıkçının cesedinin kalıntılarını yok eden kişi olduğu düşünülüyor.
Suudiler tutuklamanın başından itibaren Fransızların yanlış adamı yakaladığını ve bunun bir yanlış kimlik tanımlaması olduğunu iddia etti. Hatta Suudi bir yetkili, “Suudi vatandaşı Cemal Kaşıkşı cinayetine karışan bir kişinin Fransa'da tutuklandığını öne süren basında çıkan haberler yanlış.” diyerek, “Suçtan hüküm giyenler şu anda Suudi Arabistan'da cezalarını çekiyorlar." açıklamasında bulundu.
Batılı ülkeler bir kez daha, dünyanın dört bir yanındaki toplumları ezmek, cezalandırmak ve bombalamak için kullandıkları adalet ve insan hakları standartlarında başarısız oldu.
Bir kez daha, “sesini yükseltmenin bedelini canlarıyla ödeyen gazetecileri koruma davasına” sözde bir bağlılık gerçekleştirildi.
Yine bir kez daha görülüyor ki katiller, ülkeleri ve şirketleri yönetiyorsa onlara dokunmanın anlamı yok. Kimse çarklarını bozacak, çarkın dişlilerini kirletecek bir olayı dikkate almak, çözmek, açığa çıkarmak istemiyor. Herkes sorunu gömmek ve unutmak istiyor. Böylelikle ticaretleri, siyasal ilişkileri ve ceplerindeki paraları ile itibarları kendilerinde kalacak! En azından onlar öyle sanıyor…