Aksa Tufanı tekrar ve nasıl iman etmemiz gerektiğini de hatırlattı...

Sümeyye Sakarya, Aksa Tufanı ile Siyonist çetenin gizlemeye çalıştığı zulmünün bir daha gizlenemez şekilde açığa çıktığını ifade ediyor.

Sümeyye Sakarya / Tezkire

7 Ekim Aksa Tufanı ve Şeytan’ın en büyük hilesi

Olağan Şüpheliler’de Verbal’ın arabaya binip ayrılışını hatırlamayanlar bile muhtemelen karakoldaki şu sözlerini hatırlayacaktır: “Şeytanın en büyük hilesi, dünyayı var olmadığına inandırmaktır.” 7 Ekim Aksa Tufanının da dünyevi anlamda belki de en büyük başarısı, “Olağan Şüphelilerin,” hadi daha çok kullanılan şekliyle söyleyeyim “terörist Hamas’ın”, Şeytan’ın hilesini açığa çıkarması oldu. Akademik yazında epistemolojik kopuş, psikolojik kırılma, meşruiyet kaybı gibi tabirlerle dile getirdiğimiz bu durum, Şeytan’ı adlandırabilmenin verdiği güçle - ve kimisi için de şokla - geri dönülemez bir süreci de beraberinde getirdi. Zira Şeytan’ın var ve kim olduğuna, bu kadar açık ve reddedilemez bir biçimde şahit olan insanların, sanki o yokmuş gibi davranmaya devam etmesi artık eskisi kadar kolay değildi. Bombalanmış bir binanın enkazından sallanan yarısı kopmuş bir çocuk cesedini gören anne babaların, gece üşümesin diye üzerini örttükleri çocuklarına, o cesedi ve onu görmüş anne babayı hatırlarına getirmeden bakması bir noktadan sonra çok da mümkün olamazdı, hele de yedi gün yirmi dört saat parçalanmış çocuk bedenlerine şahitlik ederlerken. Kendi çocuğunu narkozsuz ameliyat eden doktorun çocuğunu kaybedişini ve feryadını izleyen doktorların, vücudundan kalanların tamamı bir ayakkabı kutusuna sığmış yirmi yaşındaki bir meslektaşlarını “o kutuda” gören gazetecilerin, yakınlarının cenazelerini kilo hesabı ayarlanmış parçalarla dolu poşetlerde teslim alan aileleri seyreden “insanların,” hâlâ Şeytan yokmuş gibi davranması olası değildi. Özetle, elini Hamas’ın sakatladığını iddia eden Şeytan’ın “savunma hakkı”, tüm bir dünya, o ellerle işlediği vahşete ve o vahşetin fırsat verildiğinde ulaşabileceği seviyeye canlı yayında şahitlik edince inandırıcılığını da kaybetmiş oldu. 7 Ekim Aksa Tufanı, dünyayı, 75 yıldır var olmadığına inandıran Şeytan’ın elinden bu imkânı büyük bir ferasetle ve cesaretle alarak yeni bir dünyanın da kapılarını aralamış oldu. 

Ancak 7 Ekim’in ortaya çıkarttığı tek şey, Şeytan’ın kimliği de olmadı. Zira, İsrail’in Filistin’deki işgali ve zalimliği, zaten çok da az sayılmayacak bir kısmımızın bildiği ve dile getirdiği bir gerçekti. Şeytan’ı da, Filistinlilere, Müslümanlara yaptığının Şeytanlık olduğunu da biliyorduk. Özellikle de müminler, yani “hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın,” “kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın,” “Müminler ancak kardeştirler” ayetlerine iman edenler olarak bunu bilmememiz ve buna tepki göstermememiz imkânsızdı. Nitekim, sadece müminler değil, insaflı herkesin elinden geldiğince önayak olduğu ve katıldığı, BDS gibi boykot oluşumlarından Nakba anmalarına, Mavi Marmara’dan Friends of al-Aqsa (FOA) gibi kuruluşların faaliyetlerine kadar, pek çok İsrail karşıtı ve Filistin destekçisi eylem de oldu. Ama maalesef, etkileri sınırlı kaldığı gibi, konfor alanından çıkmak istemeyerek zulme gönüllü körlük eden pek çoğumuz tarafından da “sözde” desteklerle bu etkiler azaltıldı. Azaltıldı diyorum zira, eylem sonrası oturduğumuz kafelerde Koka Kola içerken suçluluk duymamızı, yani daha çok etki yaratmak için çabalamamızı engelleyecek “desteklerdi” bunlar. Zaten Filistin için bir şeyler yapıyorduk, iman edenler olarak imanımızın gereğini yerine getiriyorduk, vicdanımız rahattı. Daha fazla bir şey yapmamıza, daha fazla boykota ya da İsrail’le ve İsrail destekçileriyle iş birliklerimizi kesmemize gerek yoktu. Fakat 7 Ekim, tekrar ve nasıl iman etmemiz gerektiğini de hatırlattı. Sahabe hikayelerinden dinlediğimiz imanın erişilemez insan üstü bir efsane olmadığını, o hikayelerin Filistin’de ete kemiğe bürünmüş haline şahitlik edince fark ettik. Bu açıdan da, Aksa Tufanı, büyük (harfli) Şeytana ek olarak küçük (harfli) şeytanları da, yani vicdanını küçük boykotlarla veya sloganlarla susturarak kendisini ve dünyayı aslında şeytan olmadığına inandıran gönüllü körleri de ifşa etti, başta kendilerine, kendimize. Bir diğer ifadeyle, Aksa Tufanı, “Ey iman edenler iman edin” ayetinin bir tecessümü oldu biz Müslümanlar için, unuttuklarımızı, yokmuş gibi davrandığımız sorumluluklarımızı hatırlatan bir tecessüm. 

Allah’ın planını bilmiyoruz, ama plan yapanların, tuzak kuranların en iyisi olduğunu biliyoruz. Dünyadaki serüvenimiz kendisinin bir hilesine inanmamızla başlayan şeytanın, kim olduğunu unuttuğumuz zamanlarda bile var olduğunu ve olacağını biliyoruz. Yine aynı şeytanın, şeytanların, kendisini şeytan kılan kibriyle hareket edeceğini, oyunlarıyla bizi aldatmaya çalışacağını, ve unutkanlığıyla tanımlanan varlıklar, “insanlar” olarak bu hilelere her zaman düşme ihtimalimiz olduğunu biliyoruz. Ancak öte yandan da, Allah’a verdiği sözü hep hatırlayan, ona sadık kalan, onu yerine getiren veya yerine getirmek için sırasını bekleyen ve onu hiç değiştirmeyen müminlerin var olduğunu da biliyoruz. Sözüne sadık kalan ve onu yerine getiren bir avuç müminin, belki de sayelerinde kapıları kapanmak üzere olan bir dünyanın “Olağan Şüphelilerinin” başlattığı Aksa Tufanı, hepimize unuttuklarımızı, kör kaldıklarımızı, en başta da bütün bu “bildiklerimizi” hatırlattı ve hatırlatmaya da devam ediyor. 

Yorum Analiz Haberleri

İşgal edilen zihinler
AK Parti ve MHP’nin gençlik teşkilatları Filistin davasının neresinde?
Metalaşan değerler ve ahlaki çözülme
İslam düşmanları neden Müslüman mezarlığına defnediliyor?
Geçmişimiz ve unutma sorunu