AKP’yi Dört Bakan Üzerinden “Fıkhen Katl”

Ali Bulaç, bugünkü köşesinde “Siyaseten Katl”e nazire olarak “Siyaseten Aklamak” terkibini fıkhı da yardıma çağırarak işlemiş.

HAKSÖZ HABER

Dört eski bakanın Meclis gizli oylaması sonucu Yüce Divan’a gönderilmemesi meselesi doğal olarak pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Oylamadaki fireleri gaflet, hıyanet, hatta “fareler” olarak niteleyenlerin kraldan fazla kralcı tutumlarını sitemiz yazarı Kenan Alpay’ın “İlk Hedef: Meclisin Riyakâr Fareleri” yazısından takip etmek mümkün. Alıntıladığımız örnek ise ringin diğer köşesinden, (ya da “karşı cephenin siperlerinden” nitelemesi daha uygun olacak) “Yolsuzluk” üst başlığını paranteze alanlar açısından hadisenin “fıkhi hükümler” ile nasıl bulandırıldığını ortaya koymakta.

Ali Bulaç, bugünkü köşesinde “Siyaseten Katl”e nazire olarak “Siyaseten Aklamak” terkibini fıkhı da yardıma çağırarak işlemiş. “Yolsuzlukları aklama” eleştirisi üzerinden kullandığı “din dilini” pekiştirmede Etyen Mahçupyan ve Nagehan Alçı’yı da belaltı vuruşlarda yardıma çağırmış çağırmasına ama; eleştirdiği aynı AKP’nin başındaki şahsın (Ahmet Davutoğlu) bu konuda ne dediği ve ne düşündüğü üzerinde tek kelime ile durmamış. Bu bir kenarda dursun.

Yazının merkezinde kullandığı uslup bir olayın fıkhen nasıl tahrif edilebileceğinin, “Yolsuzluk” parantezine sıkıştırıldığında nasıl da muhkem ve zanni rivayetler eşliğinde istenilen kıvama getirilebileceğinin bir örneğini teşkil etmekte. Ve maalesef Ali Bulaç’ın “İran’ı buharlaştıran” yazılarında olduğu gibi burada da “kavga varsa bunun iki tarafı yok mudur?” sorusunu sordurtan bir hilekârlık mevcut.  Sözcü, Taraf ya da Birgün’de dile getirildiğinde, ya da mesela F.Gülen tapıncını yeter düzeyde ispat etmiş ve son dönem yazılarında “Hz. Peygambere hakaret”i hiç gündemine almamış Ali Ünal söz konusu olduğunda kaale alınmayacak bu uslup sorunu ve “şark kurnazlığı” Ali Bulaç söz konusu olduğunda hala can yakmaya devam ediyor.

Sünnetullah’ı, toplumsal yasaları, helak konusunu, hadler meselesini, Hz. Peygamberin kızı Fatıma’ya söylediği sözleri, İfk hadisesini 4 Bakanın yolsuzluk meselesine payanda yapan Ali Bulaç; hala kimin kendisine neyi ispatlamasını beklemekte bilinmez, o pek sosyolojk tespitlerine, siperine yattığı kesim için de aynı argümanların ziyadesiyle ve haklılığı su götürmezcesine kullanılabileceğine yer verilme ihtimalini de es geçmiş.

Geçtik “Hırsızın hiç mi suçu yok?” atasözünü, mezkur “ilahi yasalar”ın sadece iktidar oldukları varsayılanlar için değil, her kesim için geçerli olduğunu Bulaç bilmiyor mu acaba?

Madem ki tartışmanın bu uslup ve usulde yürütüldüğünde hallolabileceğine ve kitleleri ikna edebileceğine inanmakta, peki karşısına biri çıkıp da aynı fıkhi argümanlar ve alimlerin görüşleri mucibince “Savaş zamanında hadler ertelenebilir!” derse ne diyecek?

Kimbilir belki de sırf bu argüman öne sürülemesin diye meselenin bir savaş hükmünde görülebileceğine o da siperlerdeki diğerleri gibi zinhar değinmemekte. “Tapınak Şövalyeleri”nden Ekrem Dumanlı bugünkü yazısına “Bu mantıkla köy bile yönetilemez” başlığını atmış. Bir cemaatin nasıl yönetilmesi gerektiğinin en profesyonel örneklerini sadece Türkiye’ye değil, dünyaya öğretenlerin(!) tavırları şaşırtıcı değil ama Bulaç böyle giderse siperden nasıl çıkacağına ilişkin de fıkhi araştırmalara şimdiden başlamalı.   

Ali Bulaç'ın Yazısı:

 



Siyaseten Aklamak!
Ali Bulaç / Zaman

Dört eski bakan AK Partili üyelerin oylarıyla Yüce Divan’a gönderilmedi. Ancak konuyla ilgili tartışma bitmedi, söz konusu bakanlar ve diğerleriyle ilgili yolsuzluk iddiaları devam ediyor.

Sadece muhalifler değil, AK Partili önde gelen zevat da yolsuzluk yapıldığını söylüyor. Sayın M. Ali Şahin’in söyledikleri önemli. Hükümetin medya yüzünü yansıtan zatlar da aynı kanaatte. Etyen Mahçupyan’a göre, toplumun yüzde 70’i yolsuzluk yapıldığına inanıyor. Hükümeti militanca savunan Nagehan Alçı da aynısını söylüyor.

Pekiyi, ortada bunca karine, delil, belge, açıklama varken, hem 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun üzerinin kapatılmasını, hem dört eski bakanın aklanmasını nasıl anlamak gerekir? Hiç kuşkusuz bu, rüşvet ve yolsuzlukla suçlananların “siyaseten aklanması”ndan başka anlam taşımaz. Yani hakim otorite, iktidarına zarar gelmesin diye, yolsuzlukların üstünü örtmüktedir. Nasıl Osmanlı’da insanlar “siyaseten” katlediliyor idiyse, bu olayda da zanlılar “siyaseten” aklanmıştır.

Pekiyi, siyaset, “hukuk ve ahlak”ın önüne geçer mi? Varlıkta hükmünü icra eden üç kanundan söz etmek mümkün: Biri kozmik düzeni yürütür, yasalar fizikîdir; diğeri İlahî menşe’li veya seküler beşerî yasalardır. Üçüncüsü de toplumsal hayatta ve değişimde rol oynayan sünnetler. Toplumların yükselişi ve çöküşü buna bağlıdır. Toplumlar kendi suç ve günahlarıyla ecellerini getirirler. Yüce Allah eceli gelen toplumu çökertir, tarihten siler. Ve bunda hakim güçler, iktidar seçkinleri, yöneticiler birinci derecede rol oynar. Kur’an-ı Kerim iktidar seçkinlerine “mele’ ve mütref” adını verir. Şu ayete bakalım: “Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu (o ülkeyi) kökünden darmadağın ederiz.” (17/İsra, 16.) Bu ayetten neyi anlamak gerekir? Ayetin en doğru tefsirini Efendimiz (sas) yapmıştır:

Mekke’nin fethi sırasında bir sahabenin hırsızlık suçu işleyen soylu bir kadın için aracılığa kalkışması üzerine Hz. Peygamber’in söyledikleri önemlidir:

“-Sizden öncekilerin helak olmasına sebep şerefli biri çaldığı zaman onu bırakmaları, zayıf biri çaldığı zaman onu cezalandırmaları olmuştur. Nefsimi elinde bulunduran Allah’a andolsun ki, Muhammed’in kızı Fatıma da çalsa, elbette elini keserim!” (Buhari, Hudud, 11).

Hep böyledir: Güçlüler, statü sahipleri, büyük zenginler, imtiyazlılar hırsızlık yaptığında korunur, yoksullar ise şiddetli bir biçimde cezalandırılır. Hz. Peygamber, bunun öteden beri süren bir uygulama olduğunu, toplumların çöküşüne yol açtığını ve adaleti temelden sarstığını belirtmiştir. Şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde infaz edilen ilahî bir hüküm (had), orada yaşayanlar için kırk sabah yağmur yağmasından daha faydalıdır.” (Nesai, Hudud, 3.)

Vehbe ez Züheyli, İslâm ceza hukukunda “had”ler” “Allah hakkı” olarak kabul edilmiştir, der. Yani haddi (cezayı) gerektiren suçlar kamu hukukuna tecavüz anlamı taşır. Yani her ne sebeple olursa olsun, suç işleyenin kayırılması, cezadan kurtarılması Allah’ın hakkına ve ümmetin hukukuna tecavüzdür. Yolsuzluk yapmakla suçlanan, Kur’an’a hakaret eden birilerini “siyaset”en kurtaracaksınız. Bunu havsala almaz.

“İfk” olayı bu konuda son derece ibret verici bir örnektir: Eğer “siyaseten suçluların aklanması” caiz olsaydı, Efendimiz “İfk” olayında iftirayı kaale almaz, Hz. Aişe’yi aklardı. Medine site devletinin en yüksek siyasî ve idarî otoritesi kendisiydi. “Bu iftira bana ve Müslümanların siyasî varlıklarına zarar verir, üstünü örteyim, böyle bir şey yok, yalan-iftira der sıyrılırım” demedi. Öyle deseydi Müslümanlar O’na inanırdı ama bize böyle durumlarda nasıl bir yol takip etmemiz gerektiğini öğretti. Kendisinin de üstünde bir makamın kararını bekledi, yüce Allah, validemizin suçsuz olduğunu bildirdi.

Güçlüleri ve imtiyazlıları suç işlediğinde korunan bir toplum çöker. Bu, İlahî sünnetin gereğidir. Siyaseten aklamak suç fiiline yeni suç fiili katmaktır. Eğer Allah bize merhamet etmez de ilahi sünnetini icra edecek olursa, başımıza gelecek olanlardan korkalım.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!