AKPyi anlamak

Etyen Mahçupyan

Bir yazımda AKP'nin Türkiye için 'küçük bir mucize' olduğunu yazmıştım. Çünkü eğer determinist klişelere inanmıyorsanız, Sünni dindar kesimin önünde de genişçe bir siyasi tutum yelpazesi olduğunu ve buradan ille de demokrasiye ve küresel entegrasyona yatkın bir siyasi akımın çıkmayabileceğini kabul etmeniz lazım.

Hele otoriter laikliği meşruiyet zemini olarak algılayan bir devletin ve laik cemaatin varlığında, İslami kesimin bu yönde ilerlemesi daha da şaşırtıcıdır. Ama modernliğin epridiği bir dünyada gelişen özgüven, laik kesimin anlayışsızlığına karşın beklenmeyen bir iç dinamik üretti.

Mucizeler gerçekleştiği anda dikkatimizi çekerler ve aşırı önemsenmeleri sayesinde de mucizevi olarak algılanmayı sürdürürler. Bugün bütün projektörler AKP üzerinde... Öyle ki sanki bu parti bir 'neden', toplum ise onun sonucu gibi sunulabiliyor. Oysa anlamayı hak eden asıl ilişki ters yönde akmakta. Yaşanmakta olan toplumsal değişim, alttan yarattığı olağanüstü basınçla AKP'yi küreselleşme ve demokratikleştirme çizgisine zorluyor. AKP'nin başarısı bu enerjiyi taşıma yeteneğini yansıtmakta. Bu açıdan bakıldığında iktidarın iktisadi açıdan bireyci ve 'neoliberal' olması doğal bir durum, çünkü bunca zaman sıkıştırılmış ve engellenmiş bir kitlenin şimdi neredeyse kuralsız bir sıçrama arzusu içinde olması yadırgatıcı değil.

Buna karşılık ortada, kendini küresel bağlamda kanıtlamış, sivil siyaseti hayallerin ötesinde güçlendirmiş, yönetimde laik kesimin inanmakta zorlandığı bir rasyonellik üretebilmiş bir parti var. Dolayısıyla toplumsal zeminden koparmama koşuluyla "AKP'yi anlamak" da giderek kritik önem taşıyor ve vurgulamak gerek ki, bunu Erdoğan'ın sözlerinden hareketle yapmak mümkün değil.

İktidar partisinin siyasi duruşuna ve seçtiği yollara 'rengini' veren şeyin ne olduğu sorusuna genelde 'dindarlık' cevabı veriliyor. Ama bu kavramın iç zenginliği ve bireysel boyuta yaklaştıkça ima ettiği kaçınılmaz muğlaklık, açıklayıcı olmasını engelliyor. Dolayısıyla dindarlığın sosyal hayata dokunduğu alana ve özellikle tarihsel derinlikten gelen anlam genişliğine bakmakta yarar var. Böyle bir bakış bizleri 'hizmet' kavramının eşiğine getiriyor. Bu kavramın Başbakan'ın diline yerleşmiş boş bir klişe olduğunu sananlar yanılıyorlar. Dar anlamıyla 'hizmet' sorumluluk alma, çalışma ve ahlaki yükümlülüğün gereğini yapma yönünde bir manevi atmosfere işaret ediyor. Ancak geniş anlamıyla ele alındığında çok daha önemli, çünkü bugünün yönetimini tarihsel perspektifin ve geçmişin algılanmasının içine oturtuyor. Söz konusu 'hizmet' bir tür tarihsel sorumluluğun uzantısı. AKP'nin Türkiye'yi getirmekle kendisini yükümlü gördüğü nokta, hem geçmişin referansını taşıyor hem de geleceğin kurucu unsuru olarak tanımlanıyor. Böylece ortaya epeyce gerçekçi ama aynı zamanda 'zaman dışı' olan, neredeyse ibadet işlevine sahip bir adanmışlık algısı çıkıyor.

Bu zemin millet kavramını etnik içeriğinden soyutlamaya fazlasıyla müsait. Ama bu genişleyen millete bir 'fıtrat' atfetmeye de o denli meyyal. Nitekim AKP'nin toplum tahayyülü giderek geçmişten beslenen, geçmişin doğrudan uzantısı olan bir 'Türkiyeliliğe' doğru kayıyor. Diğer bir deyişle Cumhuriyet'in neden olduğu kopuş tamir edilmek isteniyor ve bu yapılırken İslam kaçınılmaz olarak kuşatıcı ve birleştirici unsur olma niteliğine geri dönüyor. Bu tasavvurun siyasi yansıması, AKP'nin güçlü 'sahiplenme' refleksinde kendisini buluyor. Karşımızda kendi kültürünü sahiplenirken siyasi alanda reformcu, değişimci, demokratikleştirici bir parti var... Ama aynı kültürel bağlam içinde devleti de savunan, sürekliliği temel alan bir anlayış bu. Dolayısıyla AKP'nin reformculuğu aynı zamanda 'dengeciliği', Erdoğan'ın deyimiyle her şeyi 'tereyağından kıl çeker gibi' yapmayı, yani devleti koruyarak ve sahiplenerek yürümeyi ima ediyor.

Bu bakış sabırlı, adım adım giden, toplumun hazmetme kapasitesini rehber alan bir değişimciliğe karşılık gelmekte. Diğer bir deyişle dengeciliğin alanı sadece devlet-toplum ilişkisi değil, siyaset-kamuoyu ilişkisi de... Bu nedenle toplumun 'hazırlanması' ile toplumun değişim vektörlerinin gereğince taşınması birbirini besleyen süreçler olarak yaşanıyor. Söz konusu 'diyalektik' etkileşim, reformculuğun genel bir uzlaşma anlayışı olarak algılanmasına yol açmakta. Bu uzlaşma, günümüzde İslami kesimin ötesine el uzatmayı, onları 'da' kazanmayı ifade ederken, geçmişteki hayali büyük uzlaşmaya da gönderme yaparak, geleceğe atılan adımlara özgüven sağlıyor.

Bütün bu arka plan önünde AKP toplumun yüzde elli oyunu alan, bu oyu korumak isteyen bir parti. Oy kaybı ihtimali AKP'yi diğer partilere oranla daha derinden etkiliyor, çünkü bu tür bir sonuç AKP'nin hizmet-sorumluluk-denge-uzlaşma-reform zincirini taşımada yetersiz kaldığının, göreve hakkıyla icabet edemediğinin kanıtı olacak. Böylece bu partinin niçin ideal olarak herkesi AKP'li yapmak gibi bir hayale sahip olduğunu da kavrıyoruz...

Bu derin ikilem AKP'yi toplum karşısında sürekli zımni risk hesabı yapan bir parti olarak somutlaştırıyor. Örneğin niçin Cemil Çiçek'in meclis başkanı olduğunu ve her dönem kabinede yaşanan değişiklikleri de belki bu vesileyle biraz daha anlıyoruz...

ZAMAN