‘AKP’nin İyiliği İçin’ Teklif Yarışı

KENAN ALPAY

İstisnalar dışında kimse Türkiye’de siyasetin tam bir hüsnü niyet ve toplumsal maslahat adına bu boyutta icra edileceğini tahmin edemezdi. Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkışının ardından AK Parti’nin ‘Anaplaşması’, bozguna uğrayıp dağılması adına kaygısı taşıyan, endişelenen ne kadar çok aktör ve çevre varmış meğer.

Erdoğan sonrası AK Parti’nin geleceğine dair sağlıklı bir rota çizme yarışına merak salmış siyaset esnafı, aydın, gazeteci, tarafsız gözlemci statüsünde bir yığın insan ne zaman türedi arkadaş. Kimse çatı aday meselesinin iflasla sonuçlanmasını, diktatörlük ve yolsuzlukla yaftaladıkları Erdoğan’ın giderek yükselen başarı trendini konuşmaya yanaşmıyor. Siyaset üretme imkânından mahrum müflis çevreler şimdilerde bütün mesailerini Erdoğan sonrası AK Parti’de Abdullah Gül ve Ali Babacan üzerinden ‘istikrar’ı sağlam tutma meselesine harcıyorlar.

Her Şey İstikrar İçin!

Bu bağlamda Süleyman Demirel’in toplumdan destek talep ederken sarf ettiği “Kendim İçin Bir Şey İstiyorsam Namerdim” sözü hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. Demirel’le aynı siyasi karakterdeki Mesut Yılmaz’ın 2006’da ‘çatı parti’ arayışlarıyla yeniden sahne almak istediği günlerde tekrar ettiği çağrı yine aynı duygusal frekanstaydı: “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Hakikaten kendim için bir şey istemiyorum.

Ne yazık ki bu gelenek bozulmadı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Başbakan Erdoğan’ın rakipleri olan Ekmeleddin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş da yaklaşık olarak aynı tarz söylemle toplumsal aklı manipüle etmeye girişmişlerdi.

Çatı Aday İhsanoğlu’nun seçim kampanyasında dile getirdiği söylem aynen şöyleydi: “Ak Parti'yi seviyorsanız güzel hizmetlerinin devamını istiyorsanız partinizi muhafaza ediniz. AK Parti'ye gönül vermiş kardeşlerimiz partilerini korumak istiyorlarsa oylarını bize vereceklerinden eminim. Biz bu yolculuğa mevki makam sahibi olmak için çıkmadık.

Selahattin Demirtaş’ın “aklı başında AKP’lilere duygusal karar” vermemelerini tavsiye ederek şöyle seslenmesi ironiden başka bir şey olsa gerektir: "Başbakanı, Başbakan olarak seviyorsanız ona oy vermeyin, cumhurbaşkanı yapmayın. Başbakan olarak kalsın, 2015 seçimlerine kadar görevinin başında olsun.”

Görüldüğü üzere muhalefet için söylenebilecek en uygun tanım şöyle: Namert değiller ki kendileri için bir şey istesinler! Karşımızda adeta ‘her şey vatan için’ parolasının yeni versiyonu duruyordu: ‘Bütün endişeler AKP’nin Anaplaşmaması için!’ Bu sebeple (CHP+MHP+Gülenciler) cephesi AK Parti içindeki Erdoğan-Gül ayrışmasına epeyce yatırım yapıyor. Öyle ki; Erdoğan karşıtı cephenin bütün bileşenleri buradan doğabilecek bir çatışma ihtimalinden oldukça büyük ümitler devşiriyorlar. 10 Ağustos sonrası devrede tutulan formül şu: “Madem deviremiyoruz içeriden çatlatıp çatıştırarak en azından kontrol altında tutalım.”

Yeni Türkiye’de, Eski Siyasi Tezgâhlar

Ancak bütün bunlara rağmen asıl sorun (CHP+MHP+Gülenciler) cephesinin AK Parti içerisinde yatırım yapabilecek, üzerinden hesap görebilecek veya etkiye açık siyasi bir aktör bulabilmesidir.

Anlaşılan o ki Erdoğan ile Gül arasındaki fark sadece kişilik ve üslup farklılığından öte bir şeydir. Erdoğan’ın dayatmalara karşı direnç sergilemesi ve savunma refleksinden sıyrılıp statükonun siyaset ve toplumu tasallut altında tutan cenderelerine karşı hücuma geçmesi iktidar sınıfları nezdindeki korkunun asıl sebebidir. Bu çevreler açısından Gül’ün cazibesi veya en azından ‘ehven-i şer’ görülmesinin asıl sebebiyse çokça övgüye mazhar olan yüzüne ve sözüne hâkim olan yumuşak üslubu değildir. Gül’ün uzlaşıya ama esasen etkiye ve kontrol altında tutulmaya daha açık bir görüntü vermesidir.

Gül’ün ‘partime döneceğim’ mesajıyla yaklaşık olarak eş zamanda AK Parti kongresinin 27 Ağustos tarihinde ve tek gündemli olarak toplanacağının ilanı kendisinin ve özellikle üç dönem kuralına takılacak olan kurmay kadronun tasfiyesi şeklinde yorumlandı.

Öteden beri Erdoğan-Gül dengesini Putin-Medvedev formülü şeklinde niteleyerek itiraz edenler şimdi neredeyse ve nedense “Gül kesinlikle başbakan olmalı’ çizgisinde duruyorlar. Peki, yeni dönemde Gül’ün başbakan, Babacan’ın ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olmaması durumunda ciddi bir yönetim kriziyle baş başa kalınacağı yönündeki kehanetlerin AK Parti içinde de karşılık bulması ya da böyle bir görüntü verilmesi hayra alamet sayılır mı?

Şimdi Gül ve Gül’le birlikte hareket etme eğilimdekilerden beklenen şey en azından Erdoğan’a karşı bir bayrak açma, partiyi ve hükümeti Erdoğan’ın kontrolünden çıkarma yönünde adım atılmasıdır.

Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki dengeleri hem yerel hem de küresel iktidar sınıflarının razı olacağı ‘eski’ çizgiye yeniden oturtmak üzere verilecek en küçük bir sinyale dahi ciddi yatırımlar yapıldığı bir vasattayız. Ancak bu vasatta şu ya da bu gerekçeyle karşı tarafa az çok sinyal göndererek yol almaya çalışanlar hem ahlaken hem de siyaseten zarar edecekler.