“Sanat güneşimiz” Zeki Müren ömrünün son demlerine doğru “alkışlarla yaşıyorum” şarkısıyla hayat tarzını tarif ediyordu. Türkiye’de toplum ve devlet de (ne kadar aksini ifade ederse etsin) sloganlarla yaşamakta inat ediyor. Sloganlar dönem dönem değişiyor hatta sloganların, slogan ve sembollerin temsil ettiği ideolojiler için ölümün bile göze alındığı dönemler oluyor. Fakat konjonktür değişince mesela Cemil Meriç’in “İzmler [ideolojiler] idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri[dir]” mottosu gibi vecizeler devreye sokulabiliyor.
Modern dönemin mutlak/kesin inançları yerini post-modern dönemin muğlak hatta akışkan kimlik ve inançlarına bırakıyor hızla. Aslında muğlak ve akışkan kimlikler, inançlar her şeye ve hiçbir şeye olan inanç(sızlığ)ın kitleleşmesi olarak temayüz ediyor. Popüler olan, magazin dünyasında karşılığı olan, sosyal medyada trend topic kabiliyeti taşıyan her türlü söylem, sembol ve değer itibar görüyor, müşteri topluyor ve fan/hayran kulüpleri oluşturuyor kolayca. Sağlam bir bilgi ve mantığa, tutarlı bir adalet ve merhamet duygusuna yaslanmak icap etmiyor bu süreçte. Bilakis köksüzlük ve tutarsızlık, pragmatizm ve hedonizm/hazcılık öne çıktığı oranda hayran kitlelerini büyütüyor, kült liderlik anlayışını ve fanatizmi iyiden iyiye keskinleştiriyor. Velhasıl bütün ilerleme ve aydınlanma söylemlerine rağmen, demokratik ve refah toplumu olma yolunda alındığı iddia edilen uzun mesafelere rağmen birey ve toplum, hayatın anlam ve hedefi konusunda iyice bocalıyor, değer ve istikametini kaybederek lümpen/görgüsüz-sefil bir iklim egemen oluyor.
Türkiye’de de siyaset ve toplumun gidişatı küresel dalgadan bağımsız gelişmiyor elbette. Aşırı sağcı hatta ırkçı-yabancı düşmanı bir siyasi dalganın siyasetten medya ve sanat dünyasına kadar uzanan saldırgan boyutlarını her geçen gün daha bir şiddetle müşahede ediyoruz. Tabiatı icabı aşırı sağcı hatta ırkçı siyasi dalgayı seküler ulus kimlik -daha doğrudan söyleyecek olursak- Ata/Türkçü ideoloji ve kadrolar kışkırtıp örgütlüyor.
Milli Mücadele’nin hemen bütün söylem ve hedeflerini Tek Adam ve Tek Parti rejimini egemen kılmak maksadıyla ulus devlet putu adına ezerek inkâr ve manipülasyona girişen Kemalizm/Ata/Türkçülük en güçlü teamülleriyle yani yalan, iftira, kışkırtma ve komitacılık faaliyetleriyle hegemonyasını hortlatmaya kalkışıyor. Laiklik-irtica retoriği yerini Arap ve Afganlara karşı kışkırtılan beka kaygısı ve nefret duygularına bırakmış olsa da asli muharrik güç yine İslam ve Müslüman düşmanlığından neşet ediyor. Ülkeye gelen Arap ve Afganlar, Kemalizmin varlık ve meşruiyet kaynağı olan “gericilikle savaş” misyonunun en önemli enerji kaynağını teşkil ediyor çünkü.
Ne mantıkları ne de düşmanları değişti!
Yalan haber yaymaktan, iftiralarla düşmanlık kışkırtmaktan, mizansen haber ve olaylar tertiplemekten bıkarlar, bir süre sonra utanırlar sanılıyor. Asla böyle bir şey olmaz, Kemalistler bir asrın tarihini yalan, iftira ve mizansenler üzerine kurgulayıp dayattılar bu ülke ve halka. Sarhoşların kavgasını ve polise saldırısını da göletten kaz çaldılar masalını da bile isteye ve inatla uyduran kadrolara, haber sitesi ve sosyal medya hesaplarına bakın hemen tamamı Kemalist karakteriyle, Ata/Türkçü kimliğiyle, İslam düşmanı seküler-ulusalcı hedefleriyle öne çıkmaktadır.
Tarihi, milli mücadeleyi, kazanımları Tek Adam ve Tek Parti mantığı üzerine inşa eden şaşkın ve sapkın ideolojik kimlik ve kadroların mevcut sorunları abartması, çarpıtması, sürekli olarak felaket senaryosu yazması, işgale maruz kalan ve satılığa çıkarılan bir ülke algısı oluşturmak için de aynı yöntemi tersinden ürettikleri aşikâr değil mi? “Erdoğan ve AK Parti gidecek bütün dertler bitecek, Ata/Türkçülük ve Ata/Türkçüler (CHP ve İP) ülke ve toplumu dünya cennetine kavuşturacak” retoriği Esed’le kucaklaşma, muhacirleri derhal sınır dışı etme ve sınırlara mayın döşeyip yüksek duvar örmekten başka hiçbir somut teklif barındırmıyor elbette.
Ata/Türkçü cenah bütün enerji ve gündemini toplumu beka kaygısına düşürmek ve yabancı düşmanlığına sevk etmeye endekslemiş durumda. (Bu arada Arap, Afgan, Özbek, Uygur veya Afrikalı Müslümanlar neden ve nasıl “yabancı” sayılıyor? Ata/Türkçüler için değil ama bizim için Müslümanlar elbette ve ancak kardeştirler. Irkçı-ulusalcı saplantılarla Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) kardeş kıldığını yabancı ve düşman sayacak kadar aklımızı, imanımızı ve vicdanımızı kaybetmedik, elhamdülillah. Röntgencinin, teşhircinin, hırsız ve arsızın sadece yabancısına değil yerli ve milli olanlarına da şiddetle karşıyız tabii ki!) Bütün projeler, kadro ve tabanı harekete geçirecek slogan ve propagandalar “yabancı işgali, Suriyeli tedirginliği, Afgan korkusu, ülke satılıyor, her yerde Arapça tabela var, sınırlar kevgire döndürülüyor” gibi Şeytani vehim ve vesveseler üzerine inşa ediliyor.
Hikâyeyi ve hedefleri revize etmek lazım değil mi?
Hegemonyasını bir asırdır önce “iç düşman” olarak ilan ettiği İslami kimlik ve sembollere karşı şimdilerde gücü yetmediği için hedef küçültüp yön değiştirerek Arap ve Arapça’ya yönelttiği nefret ve düşmanlık üzerine kuran Ata/Türkçü kafa ve karakterlerden normal insani refleksler, adalet ve merhamet duyguları beklemek beyhude olur.
Peki, bu ırkçı-yabancı düşmanı provokasyonlar karşısında geliştirilen siyasal akıl ve strateji nasıl işliyor? Özenle Ata/Türkçülük vurguları yaparak, CHP’yi sürekli olarak İnönü ve Kılıçdaroğlu’nun günahlarıyla tartışırken Mustafa Kemal etrafında saçma sapan kutsallık haleleri inşa ederek ırkçı-ulusalcı provokasyon siyasetiyle mücadele edilebilir mi? Edilemez elbette. Sabah akşam siyaset ve medyanın “Bay Kemal”in söz ve eylemlerini tartışmakta inat etmesi, toplumu ikna edip ortak bir dizi hedef doğrultusunda seferber etmeye yaramayacağı ortadadır.
Her türlü eksiği gediği kapatmak için FETÖ’yle mücadele argümanı da 15 Temmuz destanına yapılan vurgular da çoktandır işe yaramak bir tarafa bıkkınlık ve güvensizliği besler oldu. Mesele hayat pahalılığını da aşıyor ve siyasetin hızlı ve kapsamlı bir biçimde inandırıcılığını kaybetmesine doğru evriliyor. Magazin dünyasının en ahlaksız karakterlerine verilen davetlere, pop kültürün çirkin figürlerini referans gösterilerek Kâbe’den hikâyeler anlatma ucuzluğuna bile tevessül etmek hiç de hayra alamet değil.
Esaslı ve faydalı hiçbir özeleştiriye yer vermeyen, sürekli bir biçimde FETÖ’ye, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun arasındaki liderlik çekişmesine, Meral Akşener’in militan Kemalist-militer ulusalcı örgütlenme stratejilerini es geçip basit polemiklere odaklanan tartışmalara muhatap olan toplum da boğulma hissi yaşıyor. Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve Temel Karamollaoğlu’nun CHP ve İYİ Parti’nin örgütlediği “Altılı Masa” etrafında toplanmasını eleştirmek doğru ve haklıdır. Ancak AK Parti’nin bu isimleri ve partilerini kuşatacak, ortak bir paydada hareket etmeye matuf makul ve mantıklı bir siyasal vizyon üretememesi büyük ve öncelikli bir sorun değil midir? 2010’dan sonra Has Parti’nin lideri Numan Kurtulmuş’la DYP’nin Genel Başkanı Süleyman Soylu’yla, 15 Temmuz sonrasında MHP lideri Devlet Bahçeli’yle AK Parti’nin kurduğu iltihak ve ittifak ilişkisi mümkün ve zaruriydi de şimdi benzer bir açılım imkânsız ve haram mıdır? Sertleştikçe sertleşen beyanların, muhataplarını karikatürize eden tutumların fayda değil zarar verdiğini görmek için umarız vakit çok geç olmaz.
Dinamizmini kaybetmiş, kitlelere ufuk ve heyecan kazandırmaktan uzaklaşmış, akışkan ve pragmatik kimliğe savrulmuş siyasal akıl ve kadrolar olsa olsa polemik üreterek, statükonun eski tarz ve aktörlerini pazarlayarak iktidarlarını sürdürmeye kalkışır. Fakat 2023’e doğru Cumhurbaşkanı Erdoğan ya yine ve yeni bir dinamizm üretecek, kitlelere ufuk ve heyecan kazandıracak bir açılım yapacak, siyaseti adalet ve ehliyeti esas alan istişare ve idareye ehil kadrolarla inşa edecek ya da sıkıntı ve risklerin giderek büyümesine göz yumacak.
Yeni Akit Gazetesi