“Âkil İnsanlar” ekibi daha farklı şekillenemez miydi? Tabii ki çok farklı bir liste de mümkün olabilirdi. Ayrıca farklı bir “iletişim sistemi” de tercih edilebilir, “âkil insanlar”dan başka bir kavram düşünülebilirdi. Daha değişik fonksiyon veya yöntemler geliştirilebilirdi.
Ancak ne olursa olsun, yüksek bir polemik dozuyla karşılaşacaktık. Liste ve görev tanımı CHP’nin istediği çizgiye daha yakın olsaydı da, benzer polemik ve itirazlar ortaya çıkacaktı.
Tarihimizin en büyük gerilimini, en büyük kopuşlarından birini yaşamakta olduğumuz bir dönemeçte, “âkil insanlar” kavramının büyük bir elektrik çekmesi normal. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigması dâhil her türlü kurumlaşmanın ve yasal yapılanmanın dönüşümü sözkonusu sonuçta.
Tayyip Erdoğan da, Kemal Kılıçdaroğlu da, böylesine köklü bir barış mücadelesinin yol açacağı altüst oluşu öngörecek verilere sahipler. Mesele şu noktada düğümleniyor: Bu değişime hazır olup olamamak/ bu değişimle birlikte gerçekleşecek yeni yapılanmayı kabullenip kabullenmemek...
Yani mesele biçimde, ya da isimlerde değil özde...
Başbakan Erdoğan; “Dolmabahçe buluşması”ndaki konuşmasında, daha önce de vurguladığım gibi, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki yıllara ilişkin çok köklü eleştiriler yöneltti. Kimliklerin reddi temelinde oluşan sistemi bir zulüm sistemi, rejimi de bir baskı rejimi olarak tanımladı. Bu rejimin yarattığı tahribatı, tedavi edilmesi gereken bir tahribat olarak gördüğünü ortaya koydu.
CHP’nin tavrı
CHP ise, bu geçmişi olumlu, sahip çıkılması gereken bir tarih olarak görüyor, zaten büyük ölçüde o tarihin yapıcısı olarak biliniyor. Kendileri de bunu böyle algılıyorlar. Bu bağlamda, “paradigmayı değiştirecek” bir yolculuğa olumsuz yaklaşmaları, büyük ölçüde bu “benimseme ruhu”ndan kaynaklanıyor.
“Âkil İnsanlar Heyeti”, Kürt sorununun barışçı bir çözüme ulaştırılmasını destekleyen insanlardan oluşuyor. Barışçı çözüm nasıl olabilir? Ancak Kürtlerin hakkını hukukunu kabullenen yeni bir yapılanmayla. Bu nedenle Kılıçdaroğlu sürekli soruyor... “Ne verdiniz onlara?” diyor.
“Verilecek olan”ın ya da “verilmesi gereken”in içeriği (vermek kelimesi belki çok şık durmasa da) az çok belli: Kürtlerin varlığını kabul eden yeni bir zihniyet ve devlet yapılanması...
Türkiye Cumhuriyeti bir dönüşüm sürecine girecek. Karşımızdakinin hakkını hukukunu kabullenmeye başladığımız, kabullenmek zorunluluğu ile yüzleştiğimiz oranda, yalnız devlet değil biz de değişeceğiz.
Öcalan’ın Diyarbakır Newroz’unda okunan mesajı, onun değişime verdiği önemi bir kez daha gösteren bir içerikteydi; yeni bir “dünyayı yorumlama biçimi”ne netlik kazandıran bir mesajdı.
Dönüşüm süreci; “eski”yle “yeni”nin, “gelişmekte olan”la “gelişmeye direnen”in, “statüko”yla “değişim enerjisi”nin çatışmasını netleştiriyor ve sertleştiriyor.
“Âkil insanlar” tartışması, bu açıdan, tarihsel bir ayrışmayı simgeliyor: Kürt sorununun çözümüne ilişkin iki yol, iki yöntem arasındaki ayrışma, bir kopma, bir kırılma noktasına doğru yol alıyor. “Âkil insanlar” kavramının özellikle sosyal medyada sürekli gündemde olması, alaycı veya ciddi nitelikte büyük bir renklilik sergileyen tartışmaların merkezine oturması normal. Zira asıl tartışılan, “insanlar” değil yaklaşmakta olan “dönüşüm”.
Gönül istiyor ki; kapıya gelip dayanan bu değişim ve dönüşüm talebi, Türkiye’deki siyasi güçlerin, en azından ana siyasi güçlerin uzlaşmasıyla gerçekleşebilsin. Kopuşlar “yok edici” olmasın, yeni kurulacak düzen en büyük uzlaşmaya dayansın ve uzun ömürlü olsun. Sorunları kavga ile değil uzlaşma ile çözen, gücünü kandan değil akıldan alan bir siyasete kapı açabiliriz.
oralcalislar1@gmail.com
TARAF