Ali Osman Aydın / Yeni Akit
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü…”
Hem akıl çağıydı, hem aptallık, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı…”
Charles Diskens, böyle başlar İki Şehrin Hikayesi kitabına…
Bir yandan yapay zeka ile beyin ameliyatı olanaklarının geliştirildiği bir çağdayız. Diğer yandan yüksek okul binalarının, camilerin, okulların, su kaynaklarının, çocukların oyun oynadığı çeşmelerin, insanların kaldığı çadır kentlerin onlarca tonluk bombalarla yok edildiği, ve bütün bunların bütün “uygar” dünya tarafından kayıtsızca izlendiği bir çağda...
Necip Fazıl, “oluklar çift, birinden nur, birinden kir” diyordu şiirinde. Çağımızın oluğundan akan korkunç kir, bütün çağı balçığıyla boğuyor.
****
3. Roma İmparatoru Caligula’nın dillere destan bir atı olduğu söylenir. Atını o kadar sever ve önersemiş ki, onlarla adamı onun hizmetine vermiş. Adı İncitatus olan atın zümrüt gerdanlıkları, pahalı örtüleri, fil dişinden yalakları varmış.
Caligula atını bazı akşamlar tıpkı bir senato üyesi gibi akşam yemeğine davet eder, onunla karşılıklı yemek yermiş.
Caligula’nın İncitatus’u bugünkü devlet başkanlığına denk bir unvan olan konsüllükle ödüllendirmek istediği bile söylenir. (Bizim 4. Murat’ın atı Kaytas da pek meşhurdu ama vezir yapılması gibi bir plan hiçbir zaman olmadı.)
Mustafa Denizli’nin kızı, Çeşme Belediye Başkanı’nın fotoğrafını görünce devlet kademesinde en yükseğe çıkmış hayvan olarak incitatus geldi aklıma.
Başkan Hanım hayvan sevgisinden olacak, başkanlık koltuğuna bir köpeği oturtmuş, arkasına kocaman bir Atatürk tablosu almış, kendisi de oturan köpeğin yanında ayakta durarak poz vermiş. Ve bu fotoğrafı da paylaşmış. Tuhaf, trajik ve çılgın bir Türkiye gerçeği fotoğrafı!
Akşam yemeğine davet edilen bir hayvan mı daha tuhaftır; yoksa başkanın yanında ayakta dikildiği, başkanlık koltuğuna kurulmuş bir hayvan mı?
Caligula’nın incitatus’u tahtına oturttuğuna dair bir şey okumadım. O bile kendi makamını değil, altındaki bir makamı vermeyi düşünmüştü atına! Ama şu aralar ülke gündeminin en popüler hayvanı olan köpek başkanlık payesine erişmiş Çeşme’de.
Dickens “hem akıl çağıydı, hem de aptallık” dememiş miydi?
****
Otomobil, düzenli maaş, güzellik merkezleri, yüksek teknoloji, hayvan hakları, çalışan kadın nüfusu, yükselen satınalma gücü, ölüm yaşı ortalamasının her geçen yıl atması, yasalarla güvence altına alınan bireysel özgürlükler zamanımızın moda değerleri…
İçinde bulunduğumuz çağda, yüzyılların (refah) ülküsüne ulaştı insanlık. Daha doğrusu onun bir kısmı. Fakat bu neye neden oldu? Dünyanın nimetleri ile en fazla temas eden sosyal sınıfların azalmasına…
Geçenlerde nüfus artış oranımızın Avrupa standartlarının da altına düştüğü ile ilgili bir veri yayınlandı. Büyük tartışma koptu haliyle.
Çünkü bazı kesimlere göre, nüfus artış hızının düşmesinin tek nedeni, hükümetin yanlış ekonomik politikalarıydı. Ekonomi iyi olsa, herkes çocuk yapardı!
Bu sözlerdeki haklılık payını göz ardı etmiyorum. Ama sonucu sadece ekonomik zorluklara bağlayanlar bundan daha güç ekonomik koşulların yaşandığı 40’lı, 50’li, 60’lı yıllarda doğurganlığın bugünkünden neden kat kat fazla olduğunu açıklamalılar.
Ya da… Kişi başına milli gelirin en yüksek olduğu Avrupa ülkelerinin neden doğurganlık oranlarında dipte olduğunu da açıklayabilirler!
İnsanlık büyük atılımlarını, açlık, sefalet ve imkansızlıkların var olduğu çağlarda yaptı. Demek ki mesele imkandan ziyade yaşama arzusunun gücünde…
Köpeği başkanlık koltuğuna oturtmak var olan başıboş hayvan sorunu hakkında nasıl hiçbir şey söylemiyorsa, ezbere iktisadi ilintiler kurarak nüfus sorununu ekonomiye bağlamak da hiçbir yapıcı şey söylemiyor aslında.
Şayet refahı artan toplumlar sayısal mevcudiyetlerini kaybediyorlarsa, yani iki yüz sene sonra kuvvetle muhtemel bugün var olan müreffeh toplumlardan bir kısmı yok olacaksa, bu “refah talebini” sorgulamak gerekmez mi?
Refah, psikolojik ve fiziksel yönden çözülüşlere gebe olan doğasına rağmen bu kadar talep ediliyorsa; çağımız, zamanın “akıl çağı” tarafında mı “aptallık çağı” tarafında mı yer alacak.
****
Bilkent Üniversitesinden mezun olan ve Harvard Üniversitesinde doktora eğitimini tamamlayan Furkan Öztürk bir ödül almış. Öztürk, Dünya’nın erken aşamalarında, canlı organizmalarda, kiral moleküllerde bir versiyonun baskın olmasının nedeninin anlaşılmasına yönelik keşfi ile yine Harvard Üniversitesi tarafından verilen ‘Gertrude and Maurice Goldhaber Ödülü’nü almaya hak kazanmış.
Anladığım kadarıyla Öztürk’ün ödüle layık görülen çalışması, yaşamın başlangıçta nasıl ortaya çıktığının anlaşılmasındaki önemli sorunlardan birine kuramsal ve deneysel bir yaklaşımla cevap üretiyor. Öztürk’ü tebrik ediyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.