Gezi olayları sırasında Kabataş'ta çocuğuyla birlikte bir grubun saldırısına uğrayan başörtülü bir kadının hikayesinin sonunu eminim kimse böyle hayal edemezdi. Darp edilen, şiddete uğrayan, bunu doktor raporuyla belgeleyerek şikayetçi olan mağdur kadın, birkaç ay sonra "kötü kadın" ilan edilip toplu linçe tabi tutuluyor.
Kabataş olayı, gerçeklerin medya aracılığıyla nasıl ters yüz edilebildiğini, kamuoyunun bir kasetle, görüntüyle veya bir ses kaydıyla nasıl yönlendirilebildiğini gösteren en iyi örneklerden birini oluşturuyor.
Son olaylar gösterdi ki, dijital materyaller sayesinde dünyayı yerinden oynatmak artık mümkün. Bir dokunuşla gerçekleri ters yüz etmek imkan dahilinde. Doğruyu yanlış, yanlışı da doğru göstermek çocuk oyuncağı. Zihinleri eğip bükmek için sihirli bir değneğe ihtiyaç yok; bir görüntü, bir ses kaydı, bir manşet yetiyor akıl tutulmasına.
Bunları gerçekleştirmek sanıldığı gibi çok zor değil; biraz istihbarat desteği ve kanaat oluşturmak için medya aktörleri yetiyor.
Yargı üzerinden hükümete yönelik darbe gerçekleştirenler, medyadaki "akıl bükücüleri"sayesinde hükümeti darbe yapmakla suçluyor ve buna destekçi bulabiliyor.
Sahte deliller, dosyalar, davalarla binlerce kişiyi hapse atan, bir o kadarının da hayatını karartan devlet içindeki cemaat yapılanması, bu akıl bükücüler sayesinde "yetimin hakkını koruyan","mağdur taraf" olarak kamuoyuna lanse ediliyor.
28 Şubat'ta olduğu gibi sivil siyaseti kuşatıp, Başbakan'ı devirmeye çalışanlar, kamuoyunu "28 Şubat'a döndük" yalanına inandırmaya çalışıyorlar.
Soldan, sağdan derleyip topladıkları adamlarına "paralel devlet yoktur, bu bir paranoyadır" açıklamaları yaptırıyorlar.
Derin devlet yok, paralel devlet yalan! Zaten Cemaat de bir hayır kurumu! Erdoğan ise bir diktatör! Bütün bu sorunlar durduk yere AK Parti'nin otoriterleşme hevesi yüzünden başımıza geliyor!
Siyasetçilerin, bürokratların, işadamlarının, medya mensuplarının kişisel verilerini depolayıp şantaj yapan bir çeteyi topluma "mağdur" olarak yansıtabilecek kadar "akıl bükücü" bunlar. Yargı'nın Cemaat'in emrine girdiği gerçeğini görmezden gelerek, rahatlıkla "Bağımsız Yargı" diyebiliyorlar.
Çözüm sürecinin en büyük düşmanı, savaş başlatmak için çırpınıp duran, bunun için türlü türlü provokasyonlar yapan, tertipler düzenleyen, Kürt nefretiyle karakterize olmuş Cemaat ile Kürt hareketinin arasını bulmaya çalışıyorlar. "Gülen anadilde eğitime karşı değil", "Gülen görüşmelere karşı çıkmıyor" gibi mühendislik ürünü açıklamalarla Kürt hareketine sahte ümitler aşılamaya çabalıyorlar. Aslında amaçları Kürt hareketini, iktidara karşı çıkarmak. Kürtleri sokağa dökmek, HPG'yi silah kullanmaya kışkırtmak. Çözüm süreci bozulduğunda bu ülkeyi saracak olan savaş cehennemini umursamıyorlar bile.
Bugün ülkenin en "itibarlı" yazarları olarak görülen işte bu isimlerin çoğu aslında Cemaat'in akıl bükücüleri. Hiçbir ilkeleri yok. Ahlaki endişeler taşımıyorlar. Asıl işleri akıl bükmek, zihinleri bulandırmak, gerçekleri ters yüz etmek. Becerebildikleri kadar kamuoyunu yalanlarına inandırmaya, toplumu iktidara karşı kışkırtmaya çabalıyorlar.
Ancak kimse gerçeklerden daha güçlü değil; zamanla bunu daha iyi anlayacaklardır diye umuyorum.
Akşam