Akhisar Özgür-Der temsilciliğinde düzenlenen seminer programlarında ''Demokrasi kavramı ve Tartışmalar'' başlıklı konuyu Haksöz dergisi ve Akit gazetesi yazarı Kenan Alpay sundu. Alpay modernitenin kendi tarihsel gelişimi içinde bir yönetim çözümü olarak gelişen demokrasi tecrübesinin modernitenin temel değerlerinden ayrı düşünülmemesi gerektiğinin altını çizdi. Alpay konu hakkında özetle şunları anlattı:
Toplumsal hayatın en temel soru ve sorunlarından biri "Kim yönetecek?" sorusu ya da sorunudur. Toplumsal düzene, işleyişe ilişkin kararları kim, neye göre, nasıl alacaktır? Bu tartışma beraberinde siyasi sistem, rejim tartışmasını getirir. Tarih boyunca insanlar sahip oldukları anlayış, inanç ve geleneğe göre bu sorulara farklı cevaplar vermişlerdir. Bununla birlikte özellikle son bir kaç yüzyıldır toplumun bütününü ilzam edecek olan kararların bizzat toplumun kendisince ya da temsil eden kurumlar aracılığıyla alınması fikrinin giderek yaygınlık kazandığı görülmektedir. Bu anlayış ya da eğilim genelde demokrasi kavramıyla tanımlanmaktadır ve gelişimle şekillendirildiği söylenebilir.
Demokrasinin bir fikir ve ideoloji olarak gelişimi Batı'da, dolayısıyla Batı düşüncesinin ve toplumsal hayatının gelişmelerine göre gerçekleşmiştir.14. ve 15. yüzyıllara kadar götürülebilecek Reform ve Rönesans akımlarının özgürlük arayışları kralın, kilisenin ve feodal beyin alabildiğine ezdiği bireyin adeta tekrardan doğuşuna yol açmış; buna paralel olarak hümanizmin ve bağlı olarak bireyci felsefenin gelişimi ile birebir irtibatlı bir gelişim izlemiştir. 18. yüzyılda bilim ve teknikte yaşanan hızlı gelişme ve baş döndürücü buluşlarla birlikte insanın tabiata hakim olma çabaları da bunu ayrıca güçlendirmiştir. İktidarın kaynağının nereye dayandığı sorusuna ilahi, metafizik temeller değil, rasyonel temeller bulmanın sonucu olarak "halk" kavramı öne çıkmıştır.
Demokrasi konusu gerek fikir ve söylem olarak, gerekse de pratik itibariyle pek çok aşamadan geçmiştir. Kapsamlı eleştiriler, yetersizliklerine, tutarsızlıklarına dair suçlamalar ve teori ile uygulama arasındaki farklılıklar nedeniyle boş bir hayal olduğuna dair iddialara konu olmuştur. Bununla birlikte doğduğu ve geliştiği zemin olan Batı'dan başlayarak tüm dünyaya taşınması gereken bir ideal olduğuna dair inanç ve bu inancı uygulamaya yönelik gayretler demokrasiyi yeryüzü çapında gündemleştirmiştir. Demokrasi kavramına yaklaşım ve demokrasi tartışmasında alınması gereken tavır konusu son yıllarda genelde Müslümanlar ve özellikle de İslami hareketlerin gündeminde de çokça yer tutmakta. Demokrasi kavramının Batı'dan başlamak üzere tüm dünyada giderek tartışılmaz bir konum kazanması ve demokrasi fikrinin neredeyse bütün toplumlar için ulaşılması gereken bir ideal olarak algılanır olması konuya ilişkin farklı yaklaşımlar ileri sürülmesini güçleştiren bir olgu. Demokrasinin giderek adalet gibi, ahlak gibi, dürüstlük, eşitlik ve benzeri olumluluk içeren kavramlar gibi bir anlam kazanması karşı yaklaşım, iddia ya da eleştirileri daha zayıf bir zemine itmektedir.
İslami çevrelerde dillendirilen demokrasi karşıtı söylem genellikle İslam'ın başka ideolojik ve siyasi referanslara karşı ayırıcı ve üstün konumunu vurgulama sadedinde gündeme gelmektedir. Bununla birlikte gerek temel referansları gerekse de pratiği nedeniyle demokrasiyi eleştirmek, zaaflarına, çelişkilerine dikkat çekerek İslam'ın daha üstün olduğunu ya da farklı bir toplumsal, siyasal sistem önerisi getirdiğini söylemek başka bir şeydir; ne demokrasi teorisi, ne de pratiği açısından hiçbir tutarlı ilişki ve irtibatı bulunmayan birtakım uygulamaları baz alıp demokrasiye savaş açmak, mahkum etmek başka bir şeydir. İslam toplumlarını zorba rejimler altında yöneten otoriter-totaliter diktatörlüklerle ve bunların doğurduğu zulüm ve baskı uygulamalarıyla mücadele etmek yerine sadece söylem ve propaganda düzeyinde mevcut bulunan demokrasiyi hedef tahtasına oturtmak anlamsız; ayrıca da tehlikeli bir yaklaşımdır.
Muhalif bir hareketin, ideolojik-siyasi bir oluşumun daha özgür hareket edebileceği, kitlelere mesajını ulaştırma ve örgütlenme noktasında nispeten daha az engelle karşılaşabileceği ortamları tercih etmesi doğaldır. Bu yönüyle sadece İslami hareketler açısından değil, her türlü muhalif hareket açısından baskıcı totaliter sistemler yerine bireysel ve toplumsal gelişime nispeten daha fazla imkan sağlayan demokratik ortamların tercih edilmesi gayet anlaşılabilir bir tutumdur. Anlaşılmaz olan, daha doğrusu kabul edilemez olan şey İslami mücadele için daha elverişli koşulları tercih etmek değil; temel taleplerin yer değiştirmesi, kimlik düzeyinde bir eksen kaymasının yaşanmasıdır.
Bu noktada demokrasi düşüncesinin özünde seküler ve hümanist bir dünya görüşü temelinde yükseldiği gerçeğini görmezden gelen tutum öncelikle olguyu yanlış tanımlama ve değerlendirme hatasına düşmektedir. Ayrıca bu tutum İslami kimlik ve taleplerin gölgelenmesi ve giderek buharlaşması tehlikesini de barındırmaktadır. Burada en temel yanlışlardan biri İslami meşruiyet zemininin çarpık kullanımı olmaktadır. Demokrasi düşüncesi ve pratiğinin insanlığın siyasal-toplumsal hareketliliği içinde diğer beşeri ideolojik alternatiflere nazaran daha tercihe şayan bir konumda bulunduğu gerçeğini tespit ile birlikte, Müslüman olarak asıl hedef ve yükümlülüğümüzün İslam'ı kendi bütüncüllüğü içinde kavramak, gündemleştirmek ve hayata aksettirmek olduğunu unutmamamız gerekir.
Seminer gündemle ilgili sorulan soruların cevaplanmasından sonra sona erdi.