Türkiye birbirini gölgelemek için yarışan gündemler ülkesi gibi karmaşık bir manzara arz ediyor. Baksanıza herkes birbirini asıl ve öncelikli gündemi değiştirmekle suçluyor ha bire. Ancak pekâlâ bu gündemleri inkâr ya da bastırma yoluna gitmeksizin usulüne ve üslubuna uygun bir biçimde tartışabilir ve çözüm yoluna koyabiliriz. Çözüm yoluna gireceğiz girmesine ama malum, istemek tek başına yeterli olmuyor. Çözüm için makul söylemden psikolojik dirence kadar bütün şartları tam tekmil yerine getirmek gerekiyor çünkü.
Siyaset zor zanaat, bin bir türlü çelişkili meşakkat ve dengeyi maksada uygun bir biçimde idare etmeyi gerekli kılıyor. Ne var ki bu idare-i maslahat mantığı hukuku gölgelediği, ahlaki değerleri aşındırdığı, toplumsal çelişkileri derinleştirip vicdanı kanatır bir mecraya doğru akmaya başladığında meşruiyet kaybı hızlanır, çürüme ve kokuşma mukadder olur. Hukukun eksikliğini güçle, ahlaki değerlerin aşınmasını zenginlikle telafi etmek belki bir süre işe yarayabilir. Evet, belki bir süre işe yarayabilir ancak ilerleyen zamanlarda telafi mekanizması gibi çalışmak bir tarafa iktidar ve zenginlik bizzat asli sorun olmaya başlar.
Türkiye nereye doğru ve nasıl gidiyor? Türkiye sonu parçalanmak olan bir maceraya sürükleniyor mealindeki iddialara katılmıyorum. Günübirlik ve amaçsız politikalarla savrulduğu yönündeki tezler makul ve gerçekçi değil. Ancak önüne koyduğu yol haritasını kinetik ve potansiyel enerjisine göre aşama aşama kat etmeye çalışırken zaaflar ve çelişkiler sergileyebiliyor. İşte Amerika ve Avrupa’yla yaşadığı gerilim ve çatışmalar da Rusya ve İran cephesiyle yaşadığı gerilim ve çatışmalar da bu zaaf ve çelişkilere dair epeyce gelişmeyle karşımızda duruyor. Her iki blok da Türkiye’yi diğer muhatabından uzaklaşıp hatta ilişkileri bütünüyle kesip yedeğine almak için yüksek düzeyde bir hegemonya savaşı veriyor. İyi ama Türkiye’nin bir tarafla ilişkilerini koparıp diğer tarafa karşı güçlü bir duruş sergileyebilmesi şimdilik mümkün değil. Bu sebeple her iki cepheyle de ilişkisi git-gel denilebilecek uzlaşma-çatışma sarkacında salınıyor.
Poker Mantığıyla Yaptırımlar Boşa Çıkarılabilir mi?
Amerika’nın Savunma Sanayi Başkanlığı’na yönelik daha büyük belaların hazırda bekletildiğine ilişkin şantaj niteliğindeki yaptırım kararının sonuçlarına göre konuşlanan Avrupa Birliği’nin tavrını görmezden gelmeyelim. Nihayet Avrupa Birliği ve Amerika ortak bir kararla Türkiye’nin bölge politikalarını eş zamanlı yaptırımlarla terbiye etmeyi kararlaştırmış durumdalar. Bu paydaşlık S-400 hava savunma sistemini aktive edip etmemeyi ve F-35 savaş uçağı projesinde yer alıp almamayı kapsamaktan öteye Rusya, Çin ve İran’la ilişkiler üzerine ağır bir ipotek koymayı ihtiva etmektedir. Kimden hangi silahların alınacağını da teknoloji transferi ve ticaret kapasitesini de enerji nakil hatlarını da belirleme yetkisinden vaz geçerek Türkiye egemen bir devlet olabilir mi? Teslim olarak şerefli bir çıkış yolu bulunamayacağı açıktır. Fakat çatışma ve kopuşun zamanını, zeminini ve araçlarını tespit ve uygulamada yapılacak hesap hatası çok ağır sonuçlara sebebiyet verebilir. Bu sebeple Türkiye Avrupa ve Amerika’yla eşit şartlarda ilişki kurabilecek potansiyeli inşa ederken kimi ulusalcı-Avrasyacı kliklerin poker masasına oturmuş bir kumarbaz gibi sürekli rest çekerek kazanma teklifine hiç yanaşmamalıdır. Evet, muhatapların dayatmalarını boşa çıkarmak üzere rest de gerekir ama ölçüyü ve zamanlamayı iyi hesap ederek.
Rusya, Çin ve İran’ın büyük bir hevesle Türkiye’nin Avrupa ve Amerika’yla çatışmasını beklediğini hatta birçok sahada teşvik ve tahrik ettiğini bilmek için açık kaynaklarda çok sayıda veri bulunuyor. Azerbaycan-Ermenistan savaşında Rusya’nın oynadığı rolü anlamak için Dağlık Karabağ’a süratle yerleşen Rus Barış Gücü’ne bakmak yeterlidir. Benzer bir durumu Suriye sahasında en acı bedelleri ödeyerek yaşıyoruz. Rusya hem Esed rejimi hem de PKK/PYD’yle Türkiye’yi bölgeden tecrit etmek üzere türlü operasyonlar tertipliyor hala. İlaveten S-400’ler teslim edildi ama teknoloji transferi şartı yerine getirilmedi. Dağlık Karabağ bölgesine TSK’nın sokulmaması için Rusya muazzam bir direnç sergiliyor. Ne var ki; Rusya’nın dayatmacı siyasetini, cinayetkar tutumunu gündem etmek iktidar saflarında bile tipik sol-sosyalist kara-propaganda mekanizmalarına benzer bir biçimde CIA veya FETÖ provokasyonu olarak yaftalanıyor hala. Kamu diplomasisi ve propaganda mekanizması bile hala bir dizi dengesizlikle malul işliyor.
Ceza Vermek Başka, Onuruyla Oynamak Başka
Küresel ve bölgesel gerilimlerle askeri, diplomatik, iktisadi veya istihbari sahada baş etmeye çalışan Türkiye’nin iç gündemine bakınca zirveleri zorlayan bir tuhaflık görülüyor. Filan partideki taciz ve tecavüzleri, falan partinin içindeki hizip kavgalarını konuşmaktan bir türlü hukukun üstünlüğü iddialarını gölgeleyen ve kamuoyunda giderek daha fazla sinirleri bozan yanlışlara odaklanamıyoruz. Bunlardan birisi “çıplak arama” mevzusu diğeri de “sahte diploma” iddialarıdır. Gözaltı, yargılama ve cezaevi şartları bu ülkede hep tartışma konusu olmuştur. Ancak AK Parti’nin bu konuda ortaya koyduğu ilerleme ve başarılarla işkence ve kötü muamele bitirilmişti. İsterseniz silahlı radikal bir sol örgüte (DHKP/C) ait bir dergiyi (Yürüyüş) sokakta satarken gözaltına alınıp tutuklanan Engin Ceber’in cezaevindeki ölümü sonrasında yaşananlara bir göz atalım. Karakoldaki ve cezaevindeki kötü muamele sonucu hayatını kaybeden Ceber olayında AK Parti olayı inkâr ya da örtme girişiminde bulunmadı. Soruşturma ve yargılamaya hızlıca geçildi. Cezaevi müdür yardımcılarına, gardiyanlara, doktorlara görevden derhal el çektirildi. İsterseniz kimin kaç yıl ceza aldığına bir bakalım.
Peki, şimdi ne oluyor da bu kadar insanın gözaltı ve cezaevinde insan onurunu çiğneyerek yapılan “çıplak arama” iddia ve şikâyetlerine karşı hemen inkâr yoluna gidiyor? “FETÖ kumpası” söylemlerine tevessül etmeden iddialar araştırılıp soruşturulamaz mı? Kadın-erkek, suçlu veya zanlı çıplak arayınca devletin onuru mu kurtulacak, toplumun namusu mu temizlenmiş olacak? Bu tür çirkin teamüllere sarılmakla kimse kazanmayacak ama hepimiz kaybedeceğiz. Hangi hakla ve nasıl bir yüksek değerle bu gibi şeylere müsamaha edilir? İddiaları inkâr ederek, iddia sahiplerini yaftalayarak kat edilecek hayırlı bir yol gözükmüyor.
“Sahte diploma” iddialarına ilişkin tatmin edici bir cevap işitmek bir tarafa yüksek perdeden ve oldukça sert restlerle muhatap oluyoruz hala. Peki, o mahkeme kararıyla teyid edilen sahte diploma suçu sporda elde edilen olağan üstü başarılarla örtülebilir mi? Hamza Yerlikaya’nın bakan yardımcılığı veya banka yönetim kurulu üyeliğine ihtiyacı yok çünkü güreşteki büyük başarılarıyla toplumun gönlüne taht kurmuştu. Kimse ondan diploma sormadı ama sahte diploma filan gibi yüz kızartıcı suçlarla birlikte anılırsa kazandığı altın madalyaların da bir anlamı kalmaz. Siyasetin bu tür meseleleri polemik malzemesi olmaktan çıkarmak üzere el birliğiyle şeffaflığı temin edecek iklimi inşa etmesi gerekir.
Yoksa Doğu Akdeniz’de verilen dişe diş mücadele de Kafkasya’nın yüksek dağlarını aşmayı hedefleyen azim de “çıplak arama” gibi “sahte diploma” gibi dostlar tarafından atılan utanç verici çelmelerle akamete uğratılabilir Maazallah. Devletin bekası söylemleri, iktidarın imkânları takıntısı ne hukuku ne de ahlakı gölgeleyen hareketlere hiç ama hiç tahammül göstermesin ki herkes için adalet tecelli edebilsin.
Yeni Akit