AK Parti’yi Kapatma Davasının Arka Planı

Sami Gören

14 Mart 2008 Cuma günü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman YALÇINKAYA, Anayasa Mahkemesine gönderdiği iddianame ile “AK Parti’nin laikliğe aykırı fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği iddiasıyla kapatılmasını, Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan dahil tüm AK Parti yöneticilerine 5 yıllık siyaset yasağı getirilmesini” istedi.

 

31 Mart 2008 Pazartesi günü Anayasa Mahkemesi raportörün raporunu görüşmek üzere toplandı. Toplantı sonunda yapılan açıklamaya göre; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Mahkememize bir iddianame sunmuş idi. Karar, iddianamenin Abdullah Gül dışında kalan bölümünün kabulüne oy birliğiyle, Abdullah Gül yönünden de kabulüne Haşim Kılıç, Sacit Adalı, Serdar Özgüldür ve Serruh Kaleli'nin karşı oyları ve oy çokluğuyla karar verildi.”

 

Her şeyden önce açılan dava, “hukuk şalı ile örtülmüş siyasi bir dava”dır.

 

Biz yazımızda, AK Parti hakkında açılan kapatma davasında; politik faktörleri, çete –özellikle Ergenekon- faktörünü, dış/uluslararası faktörleri incelemeye çalışacağız. Okuyucumuzla bilgilerimizi paylaşacak, zaten bilinenleri de tekrar hatırlatacağız:

 

AK PARTİ HAKKINDA AÇILAN KAPATMA DAVASINDA “POLİTİK FAKTÖRLER”

 

AK Parti, daha kurulduğu günden itibaren bazı çevrelerin “haksız” tepkilerine maruz kalmıştır, halen de kalmaktadır. Milletimiz tarafın malum olan bu çevreler tepkilerini, siyasi-demokratik-meşru yollardan değil, “Bizans oyunları”ndan medet umar hale gelmişlerdir:     

Sabih Kanadoğlu da 22 Ekim 2002’de AK Parti’nin kapatılması için dava açmıştı. 3 Kasım 2002 seçimlerinden hemen sonra AK Parti'nin iktidardaki ilk icraatlarından biri de Recep Tayyip Erdoğan'ın seçilmesine engel oluşturan anayasadaki “ideolojik ve anarşik suçlar” ibaresini “terör eylemi” şeklinde değiştirmek oldu. Böylece Erdoğan'a milletvekilliği yolu da açıldı.

Genelkurmay Başkanı’nın 14 Nisan 2007 tarihli “Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak” açıklaması ile 27 Nisan 2007 e-muhtırası kapatma davasının önemli işaretlerindendir. Muhtırada 22 Nisan’da “kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulması” ve 23 Nisan’da “Kur'an okuma yarışması tertiplenmesi, baskılar sonucu bu faaliyet iptal edilmesi” laikliğe aykırı bulunmuştu. E-muhtırada “Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.” İfadeleri ile AK Parti tehdit edilmişti.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 17 Ocak 2008'de AK Parti’yi uyarmıştı. Bu uyarıda, Eğitim ve öğretim kurumlarında bazı giysilerin kullanılmasının özgürlük sayılıp, özgürlükler içine alınmasının mezheplerin, cemaatlerin ırkçı örgütlerin ayrılıkçı güçlerin sembollerini rahatça kullanacakları, yayacakları, eğitim görenleri örgütleyerek huzursuzluğa, saflara ayıracağı, eğitim ve öğretim kurumlarının yukarıda sayılan etkin örgütlerin alanı haline getireceği, laik ve üniter yapıya aykırı bir faaliyet alanına dönüştüreceği Yüce milletimiz ve ülke ile milletin koruyucusu olan yasalar önünde sorumluluğun anayasa ve yasalar gereği bu yönde beyan ve faaliyetlerde bulunan siyasi partilere ait olacağı gözden kaçırılmamalıdır.” Sözleri oldukça dikkat çekicidir.

İlhan Selçuk 24 OCAK 2008’de Cumhuriyet gazetesinde “Yargıtay Başsavcısının AK Parti hakkında kapatma davası açması gerektiğini” vurgulamıştı. Şöyle denilmişti “Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın açıklaması ve uyarısı üzerine küplere binen Başbakan RTE yasamanın ve yürütmenin üstünlüğünden söz açtı, mangalda kül bırakmadı... Savcı yürürlükteki yasalara göre davranmakla yükümlüdür... Bir savcı, suç işlediği varsayılan kişinin ya da kurumun zengin mi yoksul mu, güçlü mü güçsüz mü, şişman mı zayıf mı, muhalefette mi iktidarda mı olduğuna bakarak karar veremez... Başsavcı, dava açması gerekiyorsa, dava açacaktır...”

Vural Savaş’ın son kitabı “AKP Çoktan Kapatılmalıydı” olup, 4 Mart 2008 Tüyap Bursa 6. Kitap Fuarı’nda “AK Parti çoktan kapatılmalı-ydı” demişti. Savaş, “Ben şayet başsavcı olsaydım, AKP Avrupa Birliği ile müzakereler kapsamında Avrupa Parlamentosu kararları içinde imzalanan 10 ve 11. maddeler için AK Parti'nin kapatılması için dava açardım.” Demiş; Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nin kapatılma sürecinden örnekler vermiştir.

Kapatma Davasında Ahmet Necdet Sezer de etkili olmuştur. Abdurrahman YALÇINKAYA 1 Mayıs 2007’de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer görev süresinin bitmesine 3 gün kala atanmıştı.

Kapatma davası İşçi Partisi kaynaklıdır. İşçi Partisi 2004, 2005 ve 2007 yıllarında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına AK Parti’nin kapatılması için başvurmuştu. İddianame ile İşçi Partisi dilekçeleri aynı doğrultuda. Nisan 2007’de Doğu Perinçek “Tayip erdoğan’ın Yüce Divan Dosyası Haçlı İrtica” adlı bir kitap yayınladı. Ergenekon soruşturması nedeniyle İşçi Partisi’nde yapılan aramada “14 Mart 2008 tarihli kapatma iddianamesinin, dava açılmadan 2 gün önce -12 Mart 2008’de- İşçi Partisi’ne internet ortamında gönderildiği” tespit edildi. Ak Parti Kapatma Davası İddianamesi'nin Abdullah Gül bölümünün Yargıçlar ve Savcılar Birliğ (YARSAV) Başkanın Ömer Faruk Eminağaoğlu  tarafından hazırlandığı iddia edildi.

CHP kapatma davasının açılacağını önceden biliyordu. Kapatma davası açıldıktan sonra, CHP'nin hukukçu milletvekillerinden Manisa Milletvekili Şahin Mengü ”Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının konuyla ilgili bir süreden beri bilgi ve belge topladığını biliyoruz. Ancak davanın bu kadar çabuk açılmasını beklemiyordum” demişti.

CHP, DSP ve İP kapatma davasından memnun oldu. AK Parti hakkında kapatılma davası açılmasına yurt içinden ve yurtdışından tepkiler gelirken, AK Parti hakkında kapatma davasının açılmasından CHP, DSP ve İP (İşçi Partisi demek oluyor) memnun oldu.

AK PARTİ HAKKINDA AÇILAN KAPATMA DAVASINDA “DERİN ÇETELER –ÖZELLİKLE ERGENEKON - FAKTÖRÜ”

 

AK Parti Hükümet(ler)i döneminde; kararlılıkla organize suç örgütlerinin üzerine gidilmiştir:

18 Şubat 2006’da yapılan “Küre Operasyonu” ile yakalanan “Sauna Çetesi”nde fişleme bilgileri, Özel Kuvvetler Komutanlığı’na ait devletin kozmik bilgilerini içeren CD’ler ile Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ele geçirildi.” Aralarında eski Emniyet Genel Müdür Vekili Ertuğrul Çakır, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli Yüzbaşı Nuri Bozkır, Kasım Zengin ve sanatçı İbrahim Tatlıses'in de aralarında bulunduğu 18 kişi hakkında dava açılmıştı.

 

Mart 2006’da Ankara ve Bursa’da eş zamanlı yapılan “Çağrı Operasyonu” ile aralarında Bursa eski Jandarma Alay Komutanı Albay Aydın Yeşil ve Emniyet Amiri Ömür Şen ile 4 PKK sempatizanının da bulunduğu 33 kişilik bir örgüt çökertildi. Örgütte, Kuzey Irak'taki bir Amerikan deposundan çalınan Avusturya yapımı özel silahlar ele geçirildi. Örgütün 3 kişiyi öldürdüğü, çeşitli yerleri kurşunladığı, 300 trilyon liralık sermayesi bulunduğu tespit edildi.

Danıştay saldırısı: 18 Mayıs 2006’da Alpaslan Arslan’ın Danıştay 2. Dairesi’ne yaptığı silahlı saldırıda Danıştay 2. Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin ölürken, 2. Daire Başkanı Mustafa Birden yaralandı. Saldırı sonrasında saldırganın “biz Osmanlı çocuğuyuz, bunun devamı gelecek”, “Allahu Ekber, ben Hizbullahım” şeklinde bağırdığı iddiaları ortaya atılarak suç İslami kesimin üzerine atılmak istenmiş ise de bu iddiaların doğru olmadığı, olayın arkasında İslami kesimin değil ulusalcı yapılanmanın olduğu anlaşılmıştır.

18 Mayıs 2006’dan itibaren gerçekleştirilen operasyonlarda kendilerine “Atabeyler” Grubu adını veren, aralarında muvazzaf ve emekli askerlerinde olduğu bir suç örgütü ele geçirildi. Yapılan aramalarda çeşitli silahlarla büyük miktarda C-4 tipi plastik patlayıcı ile el bombaları, plan ve krokiler bulundu. Yapılan soruşturma ve yargılama neticesinde; “Ankara ilinde Danıştay üyelerine yönelik silahlı saldırı eylemini gerçekleştiren Alparslan Arslan isimli şahsı yönlendiren kişilerin şimdiki hedeflerinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Danışmanı Cüneyd Zapsu olduğu, bu şahısların Ankara ve İstanbul’da bulunan silahlı ekibininin, Cüneyt Zapsu’nun ikamet adresinin çevresinde ve sahibi bulunduğu BİM mağazaları hakkında keşif çalışmaları yaptığı” tespit edildi.

30 Ocak 2008’de İzmir, Manisa, Mersin ve Edirne'de 1,5 yıldır süren takibin ardından düğmeye basan emniyet güçleri, bir çeteyi daha çökertti. İzmir Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, gelen bir şikayet üzerine yaklaşık 1,5 yıldır sürdürdükleri takibin ardından, dün gece “Rıhtım operasyonu” için düğmeye bastı. İzmir, Manisa, Mersin ve Edirne'de düzenlenen operasyonda, daha önce Buca Cezaevinde görev yapan, şu an başka bir ilde görevli cezaevi ikinci müdürü, Manisa'da görevli bir polis memuru, adliyede görevli bir mübaşir, bir avukat ile adli ve askeri personelin de aralarında yer aldığı 23 kişiyi gözaltına aldı. Operasyonlarda, çok sayıda silah, bu silahlara ait mermi, el bombaları ve belge ele geçirildi. Gözaltına alınan zanlıların, 3 adam öldürme, 5 yaralama, 4 kurşunlama, adam kaçırma ve alıkoyma, fidye isteme, 2 iş yerini ele geçirme, rüşvet, tehdit, dolandırıcılık, çek ve senet tahsilatı, uyuşturucu ticareti, darp, sahte kimlik kullanmak, dolandırıcılık suçlarına karıştıkları ve haksız çıkar elde ettikleri iddia edildi. Suç örgütüne üye oldukları iddia edilen 6 kişinin başka suçlardan tutuklanarak cezaevine konulduğu, 6 kişinin de yakalanmasına çalışıldığı bildirildi.

Ve “Ergenekon”

12 Haziran 2007’de Ümraniye Çakmak Mahallesi'nde bir gecekonduda 27 el bombası, TNT kalıpları ve fünyeler ele geçirildi. Burada bulunan bombaların Cumhuriyet Gazetesi'ne atılanlarla aynı olduğu tespit edildi. Soruşturma genişletildi. 22 Ocak 2008’de polis, dün sabaha karşı altı ayrı ilde 24 farklı adrese eş zamanlı baskın yaptı. İstanbul Ümraniye'de ele geçirilen el bombalarıyla ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün de aralarında bulunduğu 33 kişi gözaltına alındı. “Ergenekon” adı verilen operasyonda, dün sabaha karşı 6 ayrı ilde 24 farklı adrese eş zamanlı baskın yapıldı. Küçük'ün yanı sıra avukat Kemal Kerinçsiz, Fuat Turgut, gazeteci Güler Kömürcü, Türk Ortodoks Patrikhanesi yöneticisi Sevgi Erenerol, Mersin'de silah üzerine "ölme-öldürme yemini" ettiren emekli Albay Fikri Karadağ ile Susurluk skandalının kilit isimlerinden Sami Hoştan, "Drej Ali" olarak bilinen Ali Yasak, Anatoli Madjar  da gözaltına alındı.

21 Mart 2008’de Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün yazılı emri üzerine Ankara ve İstanbul'da eşzamanlı olarak sabah saat 04.00'da 18 ayrı adrese baskın düzenlendi. İP Genel Merkezi'nde 21 Mart'ta yapılan aramada Senem'e ait olduğu ileri sürülen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ayrıntılı krokisi ile Yargıtay üyelerinin fişlendiğine ilişkin bilgilerin yer aldığı CD ele geçirildi. Baskınlarda Ankara'da İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek; İstanbul'da ise koruması Yusuf Beşerik, Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Cumhuriyet gazetesi yazarı ve Yayın Kurulu Başkanı İlhan Selçuk, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk, Ulusal Kanal Yönetim Kurulu üyesi gazeteci Adnan Akfırat, Ulusal Sanayici ve İşadamları Derneği (ÜSİAD) üyesi işadamı İbrahim Benli, Mahir Çayan Güngör, Aykut Tokak, Yusuf Tuncel, Aydın Belgin, gazeteci Ufuk Akkaya gözaltına alındı.

26 Mart 2008’de İP Genel Sekreteri Nusret Senem ile İP Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek ve Ulusal Kanal İzmir Temsilcisi Hayati Özcan gözaltına alındı.. İşçi Partisi (İP) Genel Sekreteri Nusret Senem'in avukatlık bürosunda yapılan aramada, 6 bilgisayar hard diskinin yakıldığı ortaya çıktı.

Ergenekon Soruşturmasında Tutuklananlar: Ergenekon soruşturması kapsamında 9 ayda 47 kişi tutuklandı. Tutuklananlar; Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin, emekli binbaşı Fikret Emek, emekli yüzbaşı Gazi Güder, eski yüzbaşı Mehmet Zekeriya Öztürk, emekli astsubay Oktay Yıldırım, emekli astsubay Mahmut Öztürk, eski uzman çavuş Muhammed Yüce, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek, İP Genel Sekreteri Nusret Senem, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk, gazeteci Adnan Akfırat ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, İP Basın Bürosu Başkanı Hikmet Çiçek, Ulusal Kanal İzmir Temsilcisi Hayati Özcan, Doç. Ümit Sayın, Doç. Emin Gürses, gazeteci yazar Ergün Poyraz, yazar Ümit Oğuztan, gazeteci Vedat Yenerer, Hukukçular Birliği Başkanı Kemal Kerinçsiz, Sami Hoştan, Türk Ortodoks Patrikhanesi basın sözcüsü Sevgi Erenerol, Kuvvai Milliye Derneği Genel Başkanı Bekir Öztürk, Siyasi Ekonomik Sosyal Araştırmalar ve Strateji Geliştirme Merkezi (SESAR) Başkanı İsmail Yıldız, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi (VKGB) Başkanı Taner Ünal, ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım’ın adamı olarak bilinen Mete Yalazangil, Hüseyin Görüm, Oğuz Alpaslan, Kahraman Şahin, Erol Ölmez, Erkut Ersoy, Mehmet Demirtaş, Ali Yiğit, Kuddusi Okkır, Muzaffer Şenocak, Aydın Yüksek, Hayrettin Ertekin, Abdullah Arapoğlu,  

İddialar; “Ergenekon”, NATO içinde muhtemel bir Sovyet işgaline karşı kurulan ve askeri direniş örgütlemeyi amaçlayan yeraltı örgütü Gladio’nun Türkiye’deki yapılanması. ’Ergenekon’un faaliyet alanları yurt dışı ve yurt içi olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya, Kuzey Irak ve Orta Asya ülkelerindeki birçok askeri, siyasi ve ekonomik çalışmanın arkasında Ergenekon yapılanmasının olduğu öne sürülüyor. Ergenekon yapılanması içinde olan kişilerin, Türkiye’deki mevcut rejimin gerçek hamisi olduğuna yürekten inanıyor. Alparslan Türkeş, Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Korkut Eken’in yanı sıra bir çok ülkücü kökenlinin de bu mekanizma içinde yer almıştı. ’Ergenekon’un içinde dönem dönem taşeron mafya yapılanmaları da ortaya çıkıyor. Bu kimi zaman Alaattin Çakıcı, kimi zaman ise Sedat Peker olabiliyor… Ankara’da 18 Aralık 2002’de öldürülen Necip Hablemitoğlu dosyası da Ergenekon soruşturmasıyla birleştirildi…  Ergenekon iç tüzüğü’nü Doğu Perinçek yazmış…. Ergenekon Operasyonu kapsamında İşçi Partisi’nde (İP) yapılan aramada Yargıtay’ın ayrıntılı bir krokisinin bulunması, polisi alarma geçirdi. Başta krokide güvenlik zaafı olarak gösterilen sarı bölgeler olmak üzere, tüm Yargıtay’da önlemler artırıldı…. Aramalarda; Ankara’da bulunan Hava Kuvvetleri ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı arasındaki bir köprünün bombalı araçla havaya uçurulması krokileri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Ankara ve İstanbul’da kaldığı yerlerin adresleri, havalimanına gidiş-geliş yol güzergâhlarının krokileri, suikast bilgi notları, istihbari bilgi notları, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’in sicil raporları, MİT tarafından Başbakanlığa hitaben yazılmış resmi belgeler, 'İP/Karargâh Evleri' başlıklı evraklar, Yargıtay krokisi', 'Yargıtay üyeleriyle ilgili özel değerlendirmeler', 'Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın İzmir ve Balıkesir'e yapacağı ziyaretlerle ilgili koruma planı', ‘Gözlem analiz' başlıklı belge, emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ü Danıştay saldırısı faili Alparslan Arslan ile yan yana gösteren fotoğraf ele geçirildi… 1993 yılında öldürülen Binbaşı Cem Ersever'in Jitem'e ilişkinin arşivinin Tuğgeneral Veli Küçük'ün evinde bulundu… Yurtdışından örgüte beş yılda 50 milyon dolar para gönderildiği tespit edildi. Transferin dikkat çekmemek için bağış adı altında, Sevgi Erenerol üzerinden yapıldığı belgelendi… Silah üzerine ölme ve öldürme yemini ettiren emekli Albay Fikri Karadağ’ın CIA ve MOSSAD ajanlarıyla telefon ve internet aracılığıyla haberleştiği, Özer Korkmaz ve Murat Özkan’ın da BND olarak bilinen Alman istihbarat servisi Bundesnachrichtendienst ile bağlantıda olduğu belirlendi... Mersin ve Diyarbakır'da bayrak yürüyüşleri ile seçim öncesi örgütlenen Cumhuriyet mitingleri Ergenekon tarafından düzenlendi… Türk Ortodoks Patrikhanesi Ergenekon’un merkezidir… Veli Küçük ve Jitem'in PKK yöneticilerinden Cemil Bıyık'a silah sevkiyatı yaptı. Barzani'ye 12 bin, Talabani'ye 12 bin adet silah verildi. Bu silahlardan 6 bini ayrılarak, Talabani'nin adamları ve Binbaşı Tamer ile birlikte Kale Dizar isimli komünist parti binasında PKK'lı Cemil Bayık'a teslim edildi.… Ankara Sıhhiye Meydanı'nda 9 Şubat Cumartesi günü düzenlenen, 'Türbana hayır' mitinginden bir gece önce mitingin yapılacağı Sıhhiye Köprüsü altındaki mescidin ayakkabılığında bir el bombası bulundu. Bombalar Ergenekon’a ait… 2004 yılında “Sarıkız” ve “Ayışığı” adlarıyla yapılmak istenen iki askeri darbeyle ilgili olarak Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına ve halen ADD Genel Başkanı olan, Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’unuda Ergenekon Savcısı sorgulasın…. Hukuk yoluyla gündeme getirilen darbe, hem AKP açısından hem de darbeciler açısında ölüm kalım meselesi olmuştur…. Kapatma davasının Ergenekon soruşturmasından sonra gelmesi manidardır…

Karşıt iddialar; "Ergenekon Operasyonu" Tuncay Güney'in 2 Mart 2001'de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi'nde verdiği ifade ve teslim ettiği bazı belgelere dayandırılıyor… Türkiye'de 89 yıl aradan sonra Nemrut Mustafa Paşa Divanı kurulmuştur. Bundan 89 yıl önce İstanbul'da İngiliz emperyalistlerin talimatıyla kurulan mahkeme, Nemrut Mustafa Paşa Divanı bu ülkenin gerçek yurtseverlerini idama mahkum etti, hapislere mahkum etti. Şu anda ise Amerika ve AB emperyalistlerinin emirleriyle yeni bir Nemrut Mustafa Paşa Divanı kuruldu. Kendileri yazdılar, 5 Kasım günü Washington’da Tayip Erdoğan - Bush görüşmesinde sözde Ergenekon operasyonuna başlanması için düğmeye basılması kararı alındı. Washington’da kim tutuklanacak, Türkiye’de kim tutuklanacak, kim hapse atılacak bunun kararı alınıyor. Bush'un emri alınıyor ve ondan sonra bu uygulanıyor…. Tayyip Erdoğanlar Başsavcılığın kapatma iddianamesiyle şaşkınlık ve telaş içine düşmüşlerdir. Tutuklamalarla işte bu kapatma davasına misilleme yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkesi ve Atatürk’ün 6 Ok’u içinde yer alan ulusalcılık (milliyetçilik), Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırlattığı raporda hedef tahtasına konmuş, tehdit kapsamına alınmıştır. Milliyetçilik en ağır suç olarak görülmektedir. Türk Ordusu ve Türk Yargısı hedef tahtasındadır. Ergenekon tertibi Orduyu suçlu gösterecek sahte kanıtlar üretmek için tezgahlanmıştır…. Emniyet ve yargı içinde yuvalanmış Türkiye ve Cumhuriyet düşmanı Çete, her gün bir yalan üretmekte ve basın yayın organlarına servis yapmaktadır. Çetenin sahip olduğu basın kuruluşları ise bu malzemeleri günü gününe yayınlamaktadır… Ergenekon belgelerini Fethullahçılar yazdı… Tertibi Perinçek bozacak, AKP kapanacak Türkiye kazanacak…. Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek hakkında 2001 yılında İstanbul Valisi Erol Çakır’ın bizzat elyazısıyla yazdığı ve imzaladığı sicilde şu saptama bulunmaktadır: "Emniyetteki hizipleşme içinde irticai akımlara (Fethullah) yakın. Dikkat edilmelidir.” Hrant Dink cinayetinin kilit ismi olduğu iddiasıyla Trabzon'da gözaltına alınarak İstanbul'a getirilen Karadeniz Teknik Üniversitesi öğrencisi Erhan Tuncel'in Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek’in elemanı olduğu ortaya çıktı.  Emniyet Genel Müdürlüğü de bu gerçeği doğruladı. Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’in Trabzon’da Emniyet Müdürü iken kurduğu ekip, “haber elemanları” perdesi altında, bir operasyon ekibi, başka deyişle tetikçi timidir. Danıştay soruşturmasını saptıranların başında Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek vardır….

Ergenekon hakkında genel değerlendirme: Her türlü yasadışı faaliyetin üzerine gidilmesi, sorumlularının yargılanması hepimizin ortak arzusudur. Bu yasadışı faaliyetler toplum düzenini, toplum barışını, siyasal demokratik rejimi ilgilendiriyor ise (Ergenekon’da olduğu gibi) konu daha önemli ve hassas bir hal alır.

Ergenekon soruşturmasında ortaya atılan (karşılıklı) iddialar insanın kanını donduruyor. Ortaya atılan iddiaların hangileri doğru, hangileri yanlış bilmek mümkün değil. Bunu belirleyecek olan / belirlenmesi gereken yargıdır. Öncelikle devam eden bir soruşturma ve yargı süreci var. Herkesin bu sürecin sonunu sabırla beklemesi ve ısrarlı bir şekilde takip etmesi gerekir.

Diğer yandan; basının kamuoyunu aydınlatma/bilgilendirme görev ve sorumluluğu vardır. Basın bu görev ve sorumluluğu toplum adına/toplum için yerine getirir. Basının bu görev ve sorumluluğu ile kamu düzeni arasında çok ince bir çizgi var. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği yayın yasağı kararını maalesef  kimsenin dinlediği de yok. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 2002'ye ait Gaweda-Polonya kararında "Mahkemenin kısıtlamaları açıkça yazılmalı...Tutuklama günü, ifadeye sevk edilenler, ifadesi alınanların mahkemeye sevkleri, sevk edilenlerin serbest bırakılmaları ve tutuklanmaları, tutuklananların isimlerinden bahsedilmesi kamuyu ilgilendiren güncel konu olduğundan, aydınlatmak gayesiyle bilgi vermesinin, basın özgürlüğü çerçevesinde açıklanmasından ibaret olduğu anlaşıldı." denilmekte ise de Ergenekon soruşturmasında aydınlatma/bilgilendirme görevi, yönlendirmeye dönüşmüş durumda. Yalan-yanlış haberler ve/veya yorumlar toplumsal gerginliklere yol açacaktır.

Bu konuda en dikkat çekici konuda resmi makamların suskun kalmasıdır. İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı susuyor; basın yayın kuruluşlarının temsilcileri, gazeteciler konuşuyor. Emniyet Genel Müdürlüğü “Basın Sözcüsü” her hafta güncel gelişmelerle ilgili olarak basını ve dolayısıyla kamuoyunu bilgilendirirken; son aylarda bu uygulama ortadan kalkmış durumda. Buna bir anlam verebilmek mümkün değil…  

Kısacası “Ergenekon soruşturmasında basın hem polis, hem savcı hem yargıç rolüne soyunmuş” durumda. Başka bir ifade ile “at izi, it izi birbirine karışmış” durumda…

AK PARTİ HAKKINDA AÇILAN KAPATMA DAVASINDA “DIŞ / ULUSLARARASI FAKTÖRLER”

 

Türkiye, gerek dünyada gerekse bölgesinde önemli-kilit ülkedir. Küreselleşen bir dünyada, enerji yatakları ve enerji hatları Türkiye’nin önemini daha da artırmaktadır. Türkiye’nin ekonomik ve siyasi istikrar içinde olması, (nisbeten de olsa) barış ve huzur içinde gelişmekte ve kalkınmakta olması hem Türkiye açısından hem de bölge ve dünya barışı açısından son derece önemlidir.

Mart ayı ortalarında ABD Başkan Yardımcısı Dick Ceheney Ortadoğu gezisine çıktı. Cheney, Irak, Afganistan ve İsrail’e gitti. Cheney, ülkesinin İsrail’in varlığını tehlikeye düşürecek adımlar atması için İsrail’e asla baskı yapmayacağını söyledi. Cheney, İsrail’den sonra 24 Mart 2008’de Türkiye’ye geldi.

Cheney Türkiye ile 4 konuyu görüştü;

Afganistan’ın  güneyindeki Helmand bölgesine muharip Türk asker gönderilmesi,

Nükleer faaliyetleri nedeniyle İran’a karşı uygulanan BM yaptırımlarına Türkiye’nin daha aktif şekilde katılması,

Ankara ve Washington arasında çok gizli sürdürülen füze pazarlıkları, ABD'nin Avrupa'daki füze savunma kalkanının üçüncü ayağını oluşturacak şekilde, Türkiye'de bir radar istasyonu kurulması,

Kuzey Irak'taki Kürt bölgesinde yaşanacak gelişmeler ve terör örgütü PKK'nın geleceği.

Ayrıca Cheney, Türkiye’nin İran’la yaptığı doğalgaz anlaşmasından duydukları rahatsızlığı vurguladı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile bir araya geldi. Pembe Köşk’te yapılan ve yaklaşık 1 saat 10 dakika süren görüşmenin sonunda Gül ve Cheney el sıkışarak basına görüntü verdiler. Gül-Cheney randevusuyla ilgili basına açıklama yapılmazken, görüşmede Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Başbakanlık Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Ertuğrul Apakan, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson ile diğer yetkililer de bulundu.

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt 17 Mart’ta “Şimdi istenen güney Afganistan'da çarpışmaların şiddetli olduğu yerdir. Şu anda silahlı kuvvetler onbinlerce insanı ile terörle mücadele ediyor. Bir başka alanda terörle mücadele ne kadar doğru olur. Benim kişisel kanaatim böyle bir şey olmamasıdır demişti. Cheney’in ziyaretinde Büyükanıt’ın muharip güce karşı olduğunu bildirmesine rağmen, Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın "Askeri konularda önümüzdeki dönemde spesifik olarak kararımızı vereceğiz" dedi.

Uzunca bir süredir Türkiye ile ABD’nin yeni Irak planı üzerinde çalışmakta oldukları kanaatindeyim. Gizli ve açık görüşme trafiği bunu düşündürüyor bize. ‘Ne gibi bir plan var ortada’ bilmiyoruz ama bunun Amerika’nın Irak’tan çıkış stratejisi ile de bağlantısı olması ihtimali büyüktür.

Başkanını değiştirmeye hazırlanan Amerika, bir süredir kendi içinde Irak’tan en iyi çıkış stratejisinin ne olacağını tartışıyor.

Bataklığa fena halde batmış oldukları için, bu stratejinin sanıldığı gibi kolay olmayacağını da görmüş durumdalar.

Amerika’nın kafasında şekillenmeye başlayan çıkış stratejisinde Türkiye’ye esaslı rol düşüyormuş. Hatta “Amerika’nın PKK ile mücadelede Türkiye’nin yanında aktif olarak yer alıp PKK’yı ortak düşman ilan etmesinin temelinde de bu gelişme varmış” deniliyor.

Biz son kara operasyonunun PKK ile sınırlı kalmayacağını ve Türkiye’nin çok daha uzun vadeli bir stratejiyle Irak’a girdiğini düşünüyoruz.

Düşündüğümüz gibi böyle bir olasılık varsa, bunun Amerika ile birlikte oluşturulduğu kesindir.

Dolayısıyla eğer varsa, uzun vadeli strateji, süper gücün de koruması altındadır demektir.

Eğer korktuğumuz gibi, Irak bataklığından kurtulmaya çalışan ABD’nin çıkış stratejisinden sonra doğacak güvenlik boşluğunu Türkiye’nin doldurması düşünülüyorsa, bunun Türk-ABD ilişkilerine bambaşka bir üst boyut katacağı, Türkiye’nin bölgedeki konumunun da çok farklı algılanacağı muhakkaktır.

AK Parti’nin dış politika teorisyenleri de Türkiye’ye, dini-kültürel boyutu olan ve askeri yanı da bulunan bölgeye bir ‘Büyük Birader’ konumu için çalışmaktaydılar.

Anlıyoruz; büyük güç iddiası varsa bu şekilde risk almak kaçınılmaz olabilir. Bölgede tarihi bulunan İngiltere ve Amerika hep bu şekilde riskler almışlardır. Ancak Irak’ın, kendisi hakkında planlarla gelen her güç açısından bataklık haline geldiği de hiç unutulmamalıdır.

Afganistan’a gelince; Afganistan, ABD’nin işgal ettiği ama batağa saplandığı bir diğer ülke. ABD ile direnişçiler arasındaki çatışmalar Afganistan’ın güneyinde özellikle Helmand bölgesinde yoğun olarak devam etmektedir. ABD saplandığı Afganistan bataklığına bizi de çağırmaktadır. Afganistan’da 450 km2’lik bir alanda bulunan 10 milyon mayın döşelidir.  Afganistan, %80’i mayınla döşeli, dünya kara mayınlarının onda birini ihtiva eden bir ülkedir. Her gün onlarca insan mayına basarak ölmekte ya da sakat kalmaktadır.

ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin ile neler görüşüldüğü ve ne tür anlaşmalara varıldığını bilemiyoruz. Yakında kokusu çıkar. 11 Eylül’den itibaren son derece ilginç kariyer sürecini izlemekte olduğumuz Başkan Yardımcısı Cheney, adeta ‘Devlet içinde devlet’ veya ‘Derin devlet’ tanımının, şahsında somutlaşabildiği bir insandır. Cheney, Amerikalılar için Başkan Bush'tan daha önemli biri. Sadece Cumhuriyetçilere değil, Demokratlara da sorsanız A.B.D.'nin gizli gerçek bakanı Cheney'dir.

Amerika’nın birçok riskli yöneliminin altında imzası olduğu bilinen Cheney, ABD’nin güvenliği tanımına çok otoriter tanım getirmiş bir teorisyendir de ve pratikte, teoride savunduklarını acımasızca uygulamasıyla ünlüdür. ABD’nin  Dick Cheney, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Richard Perle ve William Kristol ile birlikte, 1997'de oluşturdukları 'Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'nin (PNAC) mimarlarındandır. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) / Büyük İsrail Projesi (BİP),  'Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'nin (PNAC) alt unsurudur.

Bu nedenle Dick Cheney’nin tam bu aşamada Türkiye’ye gelmesinin gerçek anlamı nedir bilmiyoruz ama bunun hayra alamet bir gelişme olmadığı da kesindir.

Konunun AK Parti’ye karşı açılan kapatma davası ile ilgisine gelince;

ABD’nin,

Afganistan’ın  güneyindeki Helmand bölgesine muharip Türk asker gönderilmesi,

Nükleer faaliyetleri nedeniyle İran’a karşı uygulanan BM yaptırımlarına Türkiye’nin daha aktif şekilde katılması,

Ankara ve Washington arasında çok gizli sürdürülen füze pazarlıkları, ABD'nin Avrupa'daki füze savunma kalkanının üçüncü ayağını oluşturacak şekilde, Türkiye'de bir radar istasyonu kurulması,

Kuzey Irak'taki Kürt bölgesinde yaşanacak gelişmeler ve terör örgütü PKK'nın geleceği,

konularındaki tezlerini kabul ettirme yönünde baskı/manivela amacıyla kapatma davasında rolü olduğu iddia edilmektedir. Olur mu?.. Neden olmasın ki!?...

KAPATMA DAVASI VE AK PARTİ’NİN YAP(A)MADIKLARI

AK Parti 3 Kasım 2002 seçimlerinden % 34 oy alarak birinci parti çıktı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AK Parti’nin oyu % 47’ye çıktı. Bu gelişme AK Parti Hükümet(ler)inin başarısını ve bunun millet tarafından takdir edildiğini göstermektedir.

 

Gerçektende bu süreçte ekonomik ve siyasi istikrar sağlanmış, güven ortamı tesis edilmiş, demokrasinin hak ve özgürlüklerin gelişmesi yönünde büyük ve önemli adımlar atılmıştır.

 

Bu tablonun bir takım güç odaklarını rahatsız edeceği muhakkaktır. Türkiye'de ne zaman işler iyiye gider, ben korkarım. Çünkü Türkiye kadim zamanlardan beri içeride ve dışarıda düşmanı çok olan bir ülke. İç sürtüşmeler yüzünden bir imparatorluk kaybedilmiş. Bu yüzden ben tarih bilimci bir insan olarak, Türkiye'de ben işlerin iyiye gitmesinden hep korkmuşumdur. Sonunda, işte benim korktuklarımı yaşamaya başladık. Maalesef Türkiye'nin ufku yeniden karartılmak için düğmeye basılmış durumda.

 

Yüzde 47 oy almış bir siyasi partinin neden bunu iyi analiz edemeyip, neden daha özgür bir Türkiye için adım atmadığı da sorulmalıdır. Bu AK Parti'nin büyük kabahati. Bence yaptıklarında değil kabahati, yap(a)madıklarında. Bunların başında da Türkiye'nin demokratikleşme süreci, sivil Anayasa, 301. maddeyi değişimi ve AB için gerekli adımlar var. Geçmişin tortuları tarafından hırpalanmaya başlayacağı açıktı ve şimdi hırpalanıyor.

 

Keşke AK Parti,

 

temel hak ve özgürlükler, demokrasi ve hukuk devleti önündeki tüm engelleri yeni sivil anayasa ile aşabilse-ydi,

 

AB üyesi olmak ve muasır medeniyet düzeyine ulaşabilmek yönündeki adımları atabilse/yapısal değişiklikleri gerçekleştirebilse-ydi.

 

SONUÇ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Anayasa Mahkemesine yaptığı kapatma başvurusunun hedefi AK Parti değil, (zaten Türkiye’de varlığı-yokluğu sık sık tartışılan) demokrasi ve millet iradesidir. AK Parti’ye oy vermiş olsun-vermemiş olsun tüm sağduyulu insanların bu davaya tepki göstermesi elzemdir. Zira mesele (yalnızca) AK Parti değildir; demokrasidir, millet iradesidir, huzur ve istikrardır. 

AK Parti’nin kapatılması Türkiye'nin 1990'lara geri dönüşü olacak. Yani düşük büyüme, işsizlik, iflaslar, gelir dağılımının bozulması... İşte böyle bir döneme geri dönülüyor. Bence asıl olarak neden Türkiye'de birilerinin 90'lara gidilmek istemesini sorgulamak lazım.

 

Meseleyi herşeyiyle, küreselleşme ve dışarı açılma süreci ile ilişkilendirmek daha anlamlı olur. Temel kırılma noktası AB sürecidir, türban ya da laiklik değildir.

 

AK Parti, parti kapatmayla ilgili değişiklikleri bir-an önce gerçekleştirmelidir. AK Parti'nin yapmaya çalıştığı değişiklikler, DTP’yi de dışlamayacak tarzda olmalı; AK Parti'nin kendi adına çıkardığı af mahiyetinde olmamalıdır.

 

İnanıyoruz ve diliyoruz ki, haksız ve mesnetsiz açılan bu dava Anayasa Mahkemesi’nden dönecektir / dönmelidir. Aksi halde bundan en büyük zararı ülkemiz ve halkımız göreceği gibi, yargıya (zaten az olan) güvende tamamen yok olacaktır. 

 

Allah (cc) ülkemiz ve milletimiz hakkında ne hayırlısı ise onu nasip eylesin (amin).